Yusuf Dülger
Yusuf Dülger

Çürük Devlet Sarhoş Toplum

Çürük Devlet Sarhoş Toplum

Türkiye’de yaşarken, kimi devlet adamı ve yurttaşlarımızdan duyup gördüğüm söz ve davranışlar bende çürük (hatta korsan) bir devletin, sarhoş (belki müşrik) bir toplumun enayi yerine konan kişisi düşüncesini yarattı.

Öncelikle belirteyim ki, bütün kurum, kuruluş ve görevlileriyle sağlıklı ve kurallarına uyularak işleyen devletime (T.C.) saygılıyım; devlet gibi bir devleti (T.C.) asla aşağılamam, onu kutsal bilirim. İkinci olarak, adam gibi adam, Müslüman gibi Müslüman olan kişilere sarhoş, müşrik demem, diyemem. Benim kastettiğim devletliğini, devlet adamlığını, insanlık Müslümanlığını (bize öğretilen esaslara göre kaybetmiş) yapı ve kişilerdir.

Bundan sonra derim ki: Akıl, davranış ve inancını bozmamış olanlar alınmasınlar; onlara hiçbir sözüm yok. “Yarası olan gocunur.”

Şimdi bazı gerçekleri sıralayayım.

Hatırlayın, bir zamanlar ayakkabı kutuları içine yerleştirilmiş milyonlarca Amerikan dolarları, sıfırlanması gereken büyük paralar, çok kıymetli “hediye” kol saatleri, “hayır, sevap” adıyla toplanan kurban deri ve “zekât” paralarının aşırılması (hırsızlığı) önümüze çıkmış ve hemen ardından bunlar tesettüre girmişti. Bunların hesabını sormayan bir devlet, bunları unutuveren bir toplum çürük ve mecnûn olur.

Bir zamanlara takılmayalım, günümüze gelelim; “Çok maaşlılık” diye bir dolandırıcılık çıktı ortaya. Günlerdir konuşuluyor. İnkâr edilmiyor, ucundan kenarından itiraf ediliyor. Bu devleti yönetenler adım atmıyor, bu toplum susuyor. Bu vicdansızlığın devlet ve toplum hayatındaki kabulü çakallık ve ahmaklıktan başka ne olabilir?

Bakanın birisi, devletin uçakları dururken mafya düzeneklerinden birisinin uçağı ile milletin parasını vermiş, dolaşmış. Devlet susuyor, toplum bakıyor. Eski bir Başbakan (şu an kaçak) yeraltı dünyasının lüks otelinde dinlenip gelmiş. Bu Başbakan’ın oğlu sağlık meleği olmuş, iki koli maske ve dezenfekte sıvısını uyuşturucu trafiğinin uğrak alanı bir ülkedeki iki manga yurttaşımıza iletmiş gelmiş. Çürük devletin sarhoş insanları sessiz.

Mafya-tarikat sistemi birleşmiş, tek yapı olmuş; devleti ve tevhit inancını boğuyor. Bu yapının kamu harcamalarında söz sahibi olduğu söyleniyor. Bu yapı sarıklı generalinden cübbeli doktoruna kadar kamu kurum ve kuruluşlarına adamlarını yerleştiriyor, bu yapı T.C.’ine “mevta” gibi işlem yapmaya başladı. Devlette çürüklük, toplumda ahmaklık benimsendiği için herkes kış uykusunda.

Bir Bakan, ticaretini yaptığı sıvı temizlik maddesini, fahiş fiyatla, utanıp sıkılmadan devletimize sattı. Yani bizi kazıkladı. Bir başka Bakan’ın kardeşi de eğitim kurumlarımız aracılığıyla cebimizi boşaltıyor. Devlet suskun, toplum ölü. Devlet niye susmasın ki, bünyesinde yüzlerce kurt var, ağaç kurdu gibi bizi içten kemiriyor. Toplum niye diri olsun ki, insanlığın öncüsü olmayı değil, çobanın sürüsü olmak için can atıyor.

Burada milleti kazıklayan sıvıcı bakan’ın olayı ile ilgili bir gelişmeye değineceğim. Fiyat ve kural ahlaksızlığı ortaya çıkınca sıvıcı bakan mecburen görevinden alındı. Sonra muhalefet partileri bu terbiyesizliğin Meclis’te araştırılmasını istedi. Bu istek AKP ve MHP’nin oyları ile reddedildi. Bakın şimdi AKP “dindar” ve “yerli”, MHP “mukaddesatçı” ve “milliyetçi”. Bu iki partiden, sıvıcı bayanı kurtarmak için oy veren milletvekillerine diyorum ki:

Yazıklar olsun sizin vicdanınıza ve kalıbınıza! Yahu sizde hiç Allah korkusu yoksa, zerre kadar olsun kuldan utanma yok mu? Sizin yerlilik, milliyetçilik dediğiniz bu mu? İnsan, eski devirlerde olduğu gibi bir kral ve diktatörün bu kadar uşağı ve kölesi mi olur? Ben, okurlarıma çok sert olmayayım diye açıktan, “Allah belanızı versin” diyemiyorum ama diyeceğimi içimden diyorum. Ya size “sıvıcı vicdansızı kurtarın” mesajını hissettiren iki kişiye ne demeli? “Allah büyüktür” diyorum ama İslam’da “Kul fiilinin halikıdır” diye bir kural var, bu kurala göre aklını kullanmayan herkesin başına pislik bulaşacak.

Bir zamanla “Türban mağduru” diye ağladığımız bir bayan vardı. Bu kimliğinin birisini gizleyerek hukuksuz milletvekili seçilmişti. Zaman geçti, Amerika’da T.C. aleyhindeki etkinliklere katılan, birtakım kuruluşlarla kulis faaliyetleri yürütmüş olan bu bayan şimdi bir ülkede T.C.ni temsil ediyor. Bir zaman bir adam vardı, “Bakara-Makara diyerek sallıyorum gitsin” diyen bu adam şimdi “Müslüman Türkiye” adına bir başka ülkede T.C.ni temsil ediyor. Nasıl, devlet çürüyor mu, sağlamlaşıyor mu?

Beş-altı gün önce Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Caferi Türkiye’yi suçladı; “B.M. Güvenlik Konseyi’ne, Genel Sekreterliği’ne ve terörlü mücadele alt komisyonlarına 108 gizli mektup yolladık, Sedat Peker’in, … rejiminin-kendi aile üyeleri de dahil-petrolümüzün, doğal gazımızın, madenlerimizin ve tahılımızın çalınmasına karıştığına dair söyledikleri doğru. Çünkü hepimiz 2015-2016 yılında petrolümüzün ve doğal gazımızın IŞİD tarafından bile çalınmasına bizzat … oğlu tarafından yönetilmesine şahitlik ettik” dedi, yeraltı dünyasından birisinin adını vererek ve olayın içine Türkiye’yi de sokarak Libya’dan getirilen iki kilo Sarin gazının Suriye’ye aktarıldığını iddi etti. Türkiye’nin yetkilileri o günden beri suskun ağızlarını bıçak açmıyor. “Bu iddialar yalandır, iftiradır” diyen, yüzü kızaran yok. Bu nasıl devlet?

NATO toplantısında ve sonrasında Türk askerlerinin Kabil Havaalanı’nın korunması için Afganistan’a asker göndereceği, oradaki Amerikan askerlerinin çekileceği, Kabil masraflarının Amerikan tarafından karşılanacağı, bu proje için Amerika’dan Türkiye’ye heyetler geldiği, konunun müzakere edildiği/edileceği haberleri var şu günlerde. Yani T.C.’ni yönetenler fiilen bu projenin içindeler.

Bu ne demek biliyor musunuz? Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) Afganistan’a kadar uzanması, Türkiye’yi yönetenlerin Amerikan projelerinde “gönüllülük” esasına bağlı kan akıtma cirminin işlenmesi, Türk askerlerindeki kanların emperyalist emeller için besin değeri yüksek iftar sofralarına davet demektir. Sizde hiç mi sağduyu ve Allah korkusu yok? Akan kanlarımız, yediğimiz tokatlar size/bize yetmedi mi? Türk askerini Afganistan’a yolla, ABD emelleri adına ölüp gelsin, arkasından “Şehit!” diye bağırın, ağlayın. Bu nasıl şehitlikmiş. Şimdiden şunu düşünelim ve kabullenelim; Amerikan emperyalizmi adına kan vermenin şehitlikle ilgisi olamaz.

Emekli Orgenerallerimizden birisi geçenlerde: “Afganistan’da kıymetli maden yatakları var. O madenler her yerde bulunmaz. Türkiye Afganistan’a asker gönderirse o madenlerden yararlanabilir...” gibi laflar etti. Zekaya bakın siz. Ben TSK’ne karşı çok duyarlıyım ama bu kafanınABD-NATOkafası olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Bugünkü gücüyle ABD Türkiye’yi Afganistan madenlerinin bir gramına kurban eder. Bu nasıl kafa, hayret!

Bir hafta kadar önce AKP Genel Başkanı Recep Erdoğan Hatay’dan şöyle konuştu: “İngiltere, Amerika, diğer Avrupa ülkeleri aşı yaptıkları insanlardan 100 Sterlin aldılar. Biz bedava yaptık. Aşıdan para almadık. Haberiniz olsun. Bunu bilin!…” Bu iddiaya gülsek de olur, ağlasak da. Gülsek olur, çünkü ABD, İngiltere gibi ülkelerin aşı parası almadıkları iddiası doğru değil. Ağlasak da olur, çünkü: Kendi paramızla (Bütçemizden) yaptırdığımız aşı-sanki- başımıza kakılıyor. Bir devletin yöneticisi bir aşıyı diline dolayıp, bununla politika mı yapmalı? Sen ne diyorsun beyefendi, yurttaşlarının güvenlik, eğitim, sağlık gibi ihtiyaçlarını karşılamak sosyal devlet’in görevidir. Bizi bir aşı ile minnet altına almak imajı onurumuzu zedeleyen bir durumdur. Bu açıklamadan sonra şahsen ben diyorum ki: Ben el emeğimle, alnımın teriyle bugünlere geldim. Öyle ise bankalara bir hesap açtırın, borçlu olmak istemeyen aşı parasını yatırın deyin. Gideyim aşı paramı ödeyeyim. Ben parazit değilim. Ben padişahın kulu değilim.

Korsanlık ve müşrikliğin/putçuluğun bir başka boyutu var. Birkaç örnek de buna vereyim. O boyut inanç boyutu.

Geçmiş yıllarda AKP’li Prof. Dr. Yasin Aktay Recep Erdoğan için “Salavat” yazıp bestelemiş, AKP’nin Aydın İl Başkanlarından birisi Erdoğan’a “İkince Peygamber” demiş, bir AKP milletvekili Erdoğan’ın sıkışıp kaldığı arabadan çıkarılmasına sebep balyozuKıymetli, hatıra” diyerek sahiplenmiş, bir AKP’li, “Bu TV Erdoğan’ı gösterdi, yerde durması edebe aykırı” diyerek yerden yukarı kaldırmış, bir AKP’li Erdoğan’ın su içtiği bir cam bardak için; “şerefli” diyerek korumaya almış, ben de “siyasette herhalde bu kadarı olur” demiş geçmiştim. Sonraki yıllarda bunlardan daha ileri adımlar atıldığını gördüm ve duydum. Mesela:

AKP eski Düzce milletvekillerinden Fevai Arslan’ın Erdoğan için: “Allah’ın bütün vasıflarını taşıyor” dediğini duymuş o anda inanmamıştım ama sonradan sosyal medyada görüntülü sesini duydum, demiş. Bu adamın hayatına baktım; İmam-Hatip Lisesi Mezunu.

Geçmiş yılların birisinde Erdoğan İstanbul’da bir yeri ziyarete gittiğinde kapıda bekleyen birisi kendisine “Hoş geldin, Ey Allah’ın Elçisi!” demişti. TV’de tanık olduğum bu söz üzerine Erdoğan tebessüm etmiş, elini göğsüne koyarak tebessüm etmişti (yani sevinmişti).

Yakın bir süre önce AKP Elâzığ Milletvekili Tolga Ağar adındaki bir milletvekilinin: “Erdoğan’ı görünce Allah’ı görmüş gibi oluyorum (yahut oluyoruz) dediğini duymuştum da inanmamıştım. Bir rastlantı olarak gördüm ki bu adam bu sözü söylemiş. Bunları niçin sıraladığımı açıklayayım:

Bu sözler ve düşünceler putçuluktur, müşrikliktir. Çünkü bunların İslam inancında asla yeri yoktur. Bu düşünceler ilkel insanların, Orta çağ zihniyetinin, cahil ve bedevi Arap kültürünün eserleridir. Biz şimdi 21. Yüzyıldayız. Güya bilim, akıl ve aydınlığın sahibi olması gereken insanlarız. Üstelik İslam inancı bu tür inanç ve davranışları yasaklar. İslamiyet inananlarını putçuluk ve onursuzluktan uzak durmaya çağırır. İslam dini şirki büyük-hatta hiç affedilmez- günahlardan sayar.

Ben, Arslan, Erdoğan ve diğerleri hepimiz, hepten bunun böyle olduğunu biliriz. Bunu Diyanet’in mensupları da bilir. Durum bu iken niye bazı insanlar böylesi sapık inançları benimsiyorlar? Erdoğan niye: “Bende Allah’ın vasıfları yok. Ben Allah’ın Elçisi/Resülü/Peygamberi değilim” demiyor? Niye Diyanet bu konuda susuyor, putçuluk ve deliliği yok etmek için hutbeler okutmuyor? Bu toplum Müslüman ise, niye “Cahiliye Dönemi”nin çürük beynini taşıyor?

Haydi bu soruların yanıtını bulalım. Demek bu toplumun, bu Diyanet’in ve bazı yöneticilerin aklı erimiş, iki ayaklı başka bir canlı türüne dönüşmüş. Konunun şakası bile olmaz. Bize şimdiye kadar “O’nun (Allah’ın) benzeri hiçbir şey yoktur” (Şura: 42/11) gibi ayetler açıklandı. Bize hep; “Allah zatıyla olduğu kadar sıfatlarıyla da tektir” diye öğretildi. Bize “Hz. Muhammet son peygamberdir” dendi. (Ahzap: 33/40) Şimdi ne oldu?

Kısaca toplum olarak büyük ve çok zehirli bir atmosfere girdik. Bu atmosferden çıkmak gerekiyor. Bu atmosferde ne devlet yaşar ne millet kalır ne din-iman olur. Hepsi yok olur. Sağlam devlet, ayık toplum! Bu bir çıkış yoludur.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!