Yusuf Dülger
Yusuf Dülger

Başsız Gövde-Çobansız Sürü

Başı kopan bir insan anında ölür. Hayvanlar da öyle.

Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti şimdi sanki başsız bir gövde gibi.

“İnsanlara bakınca hepsinin gövdesi üstünde birer başı, Türkiye Cumhuriyeti’nin de bir Cumhurbaşkanı var; sözün yanlış” diyebilirsiniz.

Bu cevabınız fizikî olarak doğrudur. Varlıkların fizikî olduğu kadar bir de fizik ötesi (kimyevî, manevî, gerçek) özellikleri olur. Benim iddiam varlıkların fizik ötesi açısındandır. Ben de biliyorum ki hepimizin birer başı, seçilmiş bir cumhurbaşkanı var; burada başsızlığı mecaz olarak kullanıyorum.

Basit soru ve yanıtlarla ne demek istediğimi anlatayım. Baş (akıl) ne yapar? Düşünür, insanı insan, devleti devlet yapar. Aklını kullanmayan, sağduyunun değil öfke, kapris ve saldırganlığın tutsağı olan, üretmeyip tüketen, birleştirmeyip bölen, söven, yıkan, yok eden bir insanın bedeni ister kişi, ister devlet olsun, ne olursa olsun başsız ve sahipsizdir.

Bir kişi düşünün ki düşünce tembelidir, varlığını bir başkasına emanet etmiştir, buyruk almaya alışıktır. O kişiye adam diyemeyiz. Bir kitle düşünün ki, akıntıya kürek çekiyor, yanlışlara itiraz edemiyor, doğruları dayatamıyor.. Böylesi insan ve kitlelere, “iyi insan, erdemli ulus” diyebilir miyiz? Bana göre diyemeyiz. Böylelerinin birer deliden, birer sürüden farkı yoktur.

Var olmanın, baş olmanın, ulus olmanın ilk koşulu/şartı varlığını korumaktır, birikim (düşünce, kültür, tüm değerler) sahibi olmaktır. Varlığını koruma bilincine erişememişlerden, birikimleri yok edilirken hep susmuşlardan hayır gelmez.

 

Örnekler Üzerinden gidelim:

Türkiye’nin ormanları, toprakları, madenleri, bütçesi, taşınır-taşınmaz tüm değerleri hepimizin. Bunlar yerinde durursa da bizim için duracaklar, kullanılırlarsa bizim için kullanılacaklar. Taşınır-taşınmaz tüm varlıklarımızın bir kısmı bugün elden çıktı, biz bunlardan yararlanamadık, sefasını başkaları sürüyor.

Elden çıkan yahut çıkmakta olan değerlerimiz sırf topraklarımız, madenlerimiz değil ki. Kurduğumuz T.C., Türk tarihi, Türk dili, Türk kültür gibi millî değerlerimiz de elden çıkıyor. Örnek vereyim.

Üst perdeden görüntüler var; almış eline mikrofonu, Kuran okuyor ve Ramazan’ın girmesiyle servis ediliyor. Burada İslam’ın istediği “İHLAS” (içtenlik) yok, İslam’da böyle bir şey yok. Koronadan dolayı her gün göremediklerimiz sürekli telefonlarımızda. Nerde kaldı bu “İman-ı Kâmil”, “Amel-i Sâlih”?

 

Diyanet Kötü Örnek:

Diyanet’in üst düzey bir görevlisi Ramazan ayı girmeden 5-6 gün önce, Osmanlı’nın sözde İslam âlimi denen birisinin şu görüşünü beynimize sokmağa kalktı: “Yöneticinin mala ihtiyacı olursa, halktan para/mal alabilir.”

Şu kafanın zavallılığına bakın. “Ortalıkta mali kriz var. Bütçe açık veriyor. Yöneticinin sıkıntı çekmemesi lazım. Yönetici para isterse verin, o isterse paranızı alabilir” mi demek istiyor? Bu fetva akıllı bir Müslüman’ın, çağdaş bir kafanın ürünü olamaz. Olsa olsa, padişah’a kul-köle olan bir zavallının, bir yağcının sayıklaması olur. İslam dinine göre halk yöneticilerin değil, yöneticiler halkın geçimini sağlamakla yükümlüler. Çağdaş dünyada, modern devlet anlayışında yöneticiler halktan iaşe toplamazlar; işsizlere iş verirler açları doyururlar.

Ben bu sayıklamayı duyunca:

Cumhuriyet’ten padişahlığa dönüşün rüyasını görüyorlar  dedim.

Diyanet’teki muhteremin bu çıkışından sonra Diyanet’in başındaki Ali Erbaş Efendi: “Yardımlarınızı bizim açtığımız hesaba bağışlayın, zekât ve fitrelerinizi bizim vakfa bağışlayabilirsiniz” dedi. Tam Ramazan cerciliği.

Yapmayın, Müslümanların hayır, zekat ve fitre paralarına karışmayın. İsteyen istediği yere versin. Allah ve Elçisi yardım, zekat ve fitre gibi ibadetlerde önceliğiniz akrabanız (yakınlarınız) olsun der. Bir Diyanet İşleri Başkanı bunu nasıl görmezlikten gelir, İslam’ın bu açık hükmünü nasıl el ardı eder? Anlamak zor! Demek istediğim o ki, bizim manevi değerlerimiz de tahrip ediliyor, biz manen de başsızız.

 

Cumhuriyetimiz Saldırı Altında Ve Korumasız:

Millî açıdan da başsız kalışımıza bir iki örnek vereyim.

TBMM’nin 100. açılış yılını biz, ilgili mekanlarda başsız; Cumhurbaşkansız kutladık. Yani biz 23 Nisan 2020 günü başsız, Cumhurbaşkansız idik. Çok önemli bir gün ve yılda başsız bir gövde olduk. “Benim T.C. diye bir devletim var” diyen herkes 23 Nisan 2020 günü başsız kaldığını asla unutmamalı. Tabii bu söylediğim Türkiye Cumhuriyeti’ni devlet olarak kabul etmiş, kendisini başka ütopyalara kaptırmamışlar içindir. Böyle olmayanlar benim için önemli değil.

Ortalıkta bir salgın var, kabul. T.C.’nin Cumhurbaşkanı iseniz, 10 dakikalığına bile olsa gideceksiniz, o yüce mecliste olacaksınız, milleti başsız bırakmayacaksınız. Gerçi dünden bugüne kadar biz Türkiye’de çok şey öğrendik; yakın geçmişte, 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim günlerinde özel olarak bir günlüğüne hastalanıveren ricali unutmadık. Buna rağmen milyonlar milli bayramlarımızı kutuluyor. Bu nasıl bir Cumhuriyet ki, bedeni sağlıklı, kafası hasta?

 

Bazı Saygısızlar:

23 Nisan yaklaşırken, Ankara’nın eski AKP milletvekili adaylarından Ela Kiraz adındaki birisi: “Bir gün gelecek 29 Ekim’i yas, 10 Kasım’ı bayram olarak kutlayacağız” mesajını yayınladı. İnsan millet ve devletine karşı biraz saygılı ve terbiyeli olmalı.

Öğretmen emeklisi bir arkadaşım, 23 Nisan 2020 günü sosyal medya hesabından bazı görüntüleri paylaştı. Gebze Ticaret Odası, Gümüşhane Kanunî ve Meslekî Teknik Anadolu Lisesi, Trabzon Üniversitesi, Zonguldak Belediyesi gibi birçok kamu ve eğitim-öğretim kurumlarında 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı için binalarının duvar ve pencerelerine Atatürk’ün resmini ters asmışlar. O Atatürk dede ve ninelerimizle bir oldu; yurdumuzdan düşmanlardan çıkardık. Sizde hiç mi ahlak ve namus yok? Atatürk ve yanındakiler bizim tüm mallarımıza el koyan, namuslarımızı kirleten Yunan ve İngiliz askerlerini bu topraklardan temizlemişlerdi. Siz Atatürk’ün resmini ters asarak Atatürk’e bir şey yapmıyor, ekmeksizlik ediyorsunuz, namuslarınızı satıyorsunuz. Demek insana namuslu fikir de lazımmış.

Resimleri aktaran arkadaşım: “Cumhuriyetin savcıları nerede” diyor. Cumhuriyet’in savcısı filan kalmadı. O durak geride kaldı. Şimdi biz Atatürk’ün BURSA NUTKU’nun asılı olduğu durağa geldik.

 

İç Cephe mi, Dış Cephe mi?

Atatürk resimlerinin ters asılır olması aklıma şu soruyu getirdi:

Bir savaşta iç cephe mi öncelikli ve önemli, dış cephe mi?

Verdiğim örneklerin gösterdiğine göre, iç cephe öncelikli ve önemli.

İç cephemiz sağlam olmadan dış cephede başarılı olamayız.

Bakın, iç cephe sağlam değil, dağınık ve bozuk. Bu batılıların istediği bir cephe. Batılılar bilirler ki, Atatürksüz Türkiye demek; Vahdettin ve Damat Feritli Türkiye demektir. Böylesi bir Türkiye onların işine geliyor ve bu yüzden diyorlar ki: “Kemalizm’i bırakın, Hilâfeti getirin, İslamcı olun.” Bizim beyinsizler de bunu hak- bayram sanıyorlar, saldırabildikleri kadar Atatürk’e saldırıyorlar.

Kurtuluş Savaşımız sürerken Milli Mücadelemiz ve kahramanları aleyhinde bildiriler hazırlatan ve o bildirileri Yunan uçaklarıyla halkımıza havadan dağıttıran bir dernek vardı. Derneğin o zamanki yöneticilerinden birisi İskilipli Atıf Hoca denen kişi idi. İskilipli Atıf milli mücadeleye ihanetinden dolayı yargılanıp idam edilmişti.

Türkiye’de Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı, sözde tarihçi bir adam var; Mustafa Armağan. Türkiye’de, Ahmet Yaramış adında, İskilip doğumlu bir adam varmış, adını yeni duydum. Ahmet Yaramış, bir taraftan oğlan çocuklarının ırzına geçildiği bir vakfın bir şubesinde üye olarak görev yaparken, bir taraftan da Mustafa Armağan ile birlikte İskilip’e gitmiş, İskilipli Atıf’a övgüler düzmüş.  RTE, 24 Nisan günü, T.B.M.M.’inin açılışından bir gün sonra bu Yaramış’ı Atatürk’ün kurduğu Türk Tarih Kurumu Başkanı olarak atamış. Şu tercih ve tesadüflere (?) bakar mısınız?..

 

Bayatlamış İfadesi İle Aydın İhaneti:

Yazımız uzadı ama sabredin, bir iki örnek daha vereyim.

Mehmet Barlas denen kişi 21 Nisan 2020 günü, Meclisimiz 100. yılına girmeden iki gün önce, Sabah gazetesinde bir yazı yazdı, dedi ki:

“T.B.M.M.’inin Atatürk’ün vefatına kadar yani 1938’in Kasım ayına kadar çok büyük bir değişiklik geçirmediği kesindir. Sadece o yıl anayasaya CHP’nin 6 Oku da yerleştirilmiş ve herhalde Mussolini İtalyası’ndan ve Hitler Almanyası’ndan esinlenilen Parti-Devlet yapısı oluşturulmuştur..”

Türkiye’de bir zamanlar “İHLAS HOLDİNG” denen din Tüccarı ve Amerikan bağlantılı bir kuruluş vardı. “Allah, iman” diyerek milletin parasını toplayıp sonra cebine indiren bu kuruluşun bir de gazetesi var, adı: “Türkiye”.

O İhlas’ın bugünkü sahibi  Mücahit Amerika yurttaşı olarak şimdi Amerika’da yaşıyor. Bazen Amerika bayrağının önüne geçip poz da veriyor.

Türkiye’de bir de Prof. Ekrem Boğra Ekinci denen bir adam varmış. Adını yeni duyduğum bu Boğra Türkiye gazetesinde yazı yazıyormuş. T.B.M.M.’inin açılışından sadece üç gün önce (20.04.2020 günü) bu Boğra o gazetede bir yazı yazmış, demiş ki:

“1921’de askeri vaziyet kritikleşince, Meclis’in salahiyetleri başkumandan sıfatıyla Kemal Paşa’ya devredilmiş; 1922’deki 3. uzatmadan sonra bu salâhiyeti geri almak isteyen Meclis’e meydan okuyarak devletin fiili hâkimi hâline gelmiştir.”

Böyle iddiaya “deli saçması” denir. Bu düşüncenin Ali Kemal düşüncesinden hiç farkı yok.

 

Gerçekler Ve Sonuçlar:

1-Türkiye’de hala derebeylik ile cumhuriyetin, kölelik ile özgürlüğün, uşaklık ile efendiliğin mücadelesi var.

2-Türkiye’de hala din tüccarları ili din müşterilerinin, yobazlar ile aydınların savaşı var.

3-1789’da Fransa’dan başlayarak tüm Batı dünyası’ndan kovalanan Ortaçağ kafası topluca Türkiye’ye güçmüş. Doğunun Animizm ve Totemizm ruhu İslam’ın cübbe ve sarığına bürünmüş, Anadolu’ya gelip yerleşmiş.

4-Türkiye’de, bu topraklardan beslenen, temiz Anadolu Türklerinin vergi ve alın terleriyle parlayan sözde bir sürü aydın var. Böyleleri  beynimize harap ediyorlar.

5-Türkiye halkının bir bölümü, ebelerinin ırzına geçen, dedelerini öldüren İngiliz ve Yunanlıları çok çabuk unuttular. Bunlar bugünkü namuslarını kirletmek, kuşaklarını İngiliz-Yunan uşağı yapmak için çırpınıyorlar.

6-Türkiye’de bugün Mustafa Kemal Atatürk’ün emanetine sahip çıkacak nitelik ve nicelikte bir kadro yok. “Atatürkçüyüm, devrimciyim” diyenlerin çoğu Atatürkçü de değiller, devrimci de değiller. Böyleleri, Atatürk mevzisinden kuru sıkılar sıkıyorlar; bir taraftan da Atatürk, Cumhuriyet ve çağdaşlık düşmanlarına yatak, yorgan, lokma, su ve oksijen oluyorlar.

7-Yaptığım yorumlara, verdiğim örneklere bakarak her bedenin üstünde bir baş,  hepimizi rahatlatacak bir irade görüyor musunuz? Ben görmüyorum. Bu düşüncemi, başkalarını küçümsemek, mevcut yönetimi suçlamak, birliğimizi yaralamak için açıklamıyorum; düşünme ve ifade hakkımı kullanıyorum.

Peki sonuç? Bittik mi, öldük mü? Hayır!.. Ne bittik, ne öldük.

8-Doğal yasadır; bedenler başsız, uluslar lidersiz kalmaz. Sıkıştığımız bir dönemde, “Ben bir çobanım, millet bir sürü” aşağılanmasına muhatap olduğumuz bir günde ne olmuştu hatırlayınız; içimizden Mustafa Kemal denen bir deha çıkmış; aklımızı başımıza almış, O’nun öncülüğünde kurtulmuştuk.

9-Gün gelecek; bir gün, bir Mustafa Kemal daha çıkacak. O Mustafa Kemal’in çevresinde naylon ve dönek Atatürkçüler değil; Mahmut Esat Bozkurtlar, Dr. Reşit Galipler gibi gerçek Atatürkçüler olacak. Ve Türk milleti Cumhuriyetini kaldığı yerden ileri noktalara taşıyacak.

Bir sonraki yazımda hepinizin aklına yatacak bir söz ile bu yazdıklarımı biraz daha açıklayacak ve destekleyeceğim. Hoşça kalınız.

 

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!