Lütfü Şahsuvaroğlu
Lütfü Şahsuvaroğlu

ABD’nin Kürdistan Planı

ABD, PYD’yi yurtsever savaşçılar olarak görüyor.

IŞİD ile mücadelesinde vazgeçilmez ortak addediyor.

Türkiye ise PYD’nin PKK’dan bir farkı olmadığını ikisinin tek bir şey demek olduğunu, onun da eli kanlı terör örgütü olduğunu ısrarla hatırlatıyor.

Pekala ABD bu hatırlatmayı niçin duymazlıktan geliyor. Kulak arkası ediyor?

Şimdi Suriye için görüşmeler başlayacak.

Türkiye masada terör örgütü üyelerinin bulunmasını istemiyor.

Türkiye içinde kanlı bir hesaplaşma var. Terörü bitirmeye halkına söz vermiş bir devlet ve hükümet var; eski çözüm süreci içindeki hatalarının hatırlatılmasından bile rahatsızlar, hal böyleyken bir de içerde savaştığı ile dışarıda aynı masada bölgesel çözüm süreçleri inşa edebilmek pek mümkün gözükmüyor.

O zaman ne olacak?

ABD ortak olduğu terör örgütü yetkilileriyle görüşecek. Onlara emredecek. Türkiye’de hendek siyasetinden vazgeçin ve silahları bırakın.

Bunu da en inandırıcı argümanlarla gerçekleştirin.

Ancak Türkiye’yi bu şekilde bir inandırıcılıkla yeniden içerde ve dışarıda çözüm sürecini yenileyebilir. İçerde ve dışarıda masaya oturmak mümkün hale gelebilir.

ABD’nin bunu yapması mümkün mü?

Kendimizi kandırmayalım.

ABD’nin eğer bir Kürt devleti oluşturma planı varsa ki var; Suriye’de realize etmede üstelik de öncü kuvvet olduğu, hatta bizzat stratejik ve taktik destek verdiği örgütü kendi programlamasından nasıl çıkarır?

Robotlar bu programlamadan çıkarıldığında nasıl tepki verir?

Star Wars savaşçıları, İngiliz – Yahudi evrensel aklının hilafına kendi yaratıcılıklarını bile kullanamazlar.

Zira onlar da o düzenin piyonlarıdır.

Savaşın Belirsizlik Konsepti

Demokrat yazarlar, pek liberal akademisyenler ve saygıdeğer muhalefetin bir iki yüzü, demokratik talepler çerçevesinde Kürt sorununun çözümünün de Türkiye’nin demokratikleşmesi ile ilgili bir süreç olduğunu; giderek diktatörleşen Tayyip Bey ile Leyla Zana’nın ne görüşeceğini sorup duruyorlar.

Kürt sorununun çözümünün Türkiye’nin demokratikleşmesiyle alakalı olduğunu iyi niyetle tekrar edip duruyorlar.

Barış isteyenler, giderek otoriter hale gelen devletle yeniden masaya oturmanın zorluğuna değiniyorlar.

Hendekler, işgaller, şehir gerillası, her türlü savaş malzemesi, insansız hava araçları, bölgede yakalanan casuslar, Suriye ile birlikte içerde paralel savaş sanki yaşamıyor Türkiye…

Leyla Zana görüşmesine barış yeniden geliyor hayalleri ile süslemeler yapanlar mı dersiniz…

Leyla Zana’yı demokratik taleplerin mihveri sanıp müzmin Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı gölgesinde ‘canım biraz da bizim için demokrasi talep eder misiniz’ ricalarıyla temenna geçenler mi dersiniz…

Her gün uğurlanan şehitlerin ardından da timsah gözyaşları dökenler mi dersiniz…

Ve de aynı anda hepsine birden hak veriveren yandaş ve/veyahut yanaşma basın mı dersiniz…

Elbirliğiyle her birimiz, vekâlet savaşlarının bu coğrafyada nasıl başarılı örneklerinin verilebileceğini kanıtlayan bir zihniyet problemini ve zekâ düzeyini yansıtıyoruz.

Her şeyden evvel vekâlet savaşları yürüten terör örgütlerinin demokratik haklarla ne ilgisinin bulunduğunu bize birinin ispat etmesi gerekiyor.

Artık açıkça da söyleniyor: Kiminle savaşıyorsanız masaya elbette ki onunla oturacaksınız…

David Phillips ile Henri Barkey’in Kürt Sorununa Çözüm raporunu bize dikte ettirdikleri gün devlet aklı da bu saçma çıkarsamaya bel bağlamıştı maalesef…

Şimdi aynı silah dönüp sahibini buldu.

O zaman Suriye ile ilgili çözüm arama masalarına PYD niye oturmayacakmış?

Korkarım ya Suriye’deki Kürdistan’a, ya Türkiye’deki savaşa razı olacaksınız boyutuna getirecek stratejik müttefikimiz bu meseleyi…

Clausewitz’in ‘savaş, siyasetin şiddet araçlarıyla devamından ibarettir’ tezini öğrendiğimizden bu yana hepimiz birer savaş stratejisti olduk.

Lenin bile generallere “Clauswitz’i ben de okudum, size ihtiyacım yok” demiştir.

Sağlığında Savaş Üzerine adlı kitabını yayınlayamayan Clausewitz, kitabının bugün bile geçerli olacağını düşünmüş müydü? Karısı kitabı yayınladığında böyle şeyleri dert etti mi acaba?

“Bütün savaşların amacı, düşman silahlı kuvvetlerini yok etme yoluyla onun iradesini teslim almaktır. Taktik, muharebe bilimi; strateji de savaş bilimidir. Taktik zaferler fiziki olgulardır; ama stratejik zafer manevi bir olgudur. Savaşta savunma pozisyonu saldırı pozisyonuna göre, pasif ve dolayısıyla savaşın doğasına aykırı olmakla birlikte avantajlı bir pozisyondur.” 

Saldıran ve savunan tarafları anlamak kolay…

Bir de belirsizlik ortamının sürgit bir vekalet savaşına kapı aralaması söz konusu ise?..

Clausewitz’in Savaş Üzerine kitabından nice belirsizliklerin ve savaş dışı sanılan ortamların aslında bir savaşın devamı olduğunu öğreniyoruz. Clausewitz, ‘teknik-matematik teorilerin yersiz olduğunu, çünkü savaşın kendi kuralları ve yasaları olmakla birlikte esasen bir belirsizlik ortamı olduğunu’ söyler. 

Bakalım taktik ve strateji süreçleri bizi nereye götürecek?

Adam Öldüren Başkan

ABD’deki başkan adaylarından Trump demiş ki; “bir adam öldürsem yine oyum düşmez.”

Doğru demiş.

Niye düşsün ki… ABD başkan adayları zaten dünya yüzünde daha çok adam öldürmek için programlanmış bir bilgisayar kahramanlarıdırlar.

Star Wars oyuncularıdırlar.

Dünyayı kurtaran adamlardır.

Dünyayı kurtaran adamların adam öldürmekle oyları hiç düşer mi?

Beyaz Adamın Sevimli Turları

Biden geldi ve bizim basın yine her zamanki gibi Beyaz Adam karşısındaki yerli psikolojisinden örnekler sergiledi.

Beyaz Adam, niçin içerde yatan gazetecinin ailesini ziyaret etti de, şehit ailelerine ziyarete gitmedi?

Sorulan soru buydu.

Beyaz Adam da çok etkilendi bu sorulardan.

Bir daha geldiğinde bu sefer şehitlikleri ziyaret edeceğini fısıldamış kendisini uğurlamaya gelen Uzun Tüylü’ye…

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!