17 Nisan tarihi sizler için belki sıradan bir gündü. Ama bizler için maalesef öyle olmadı. Uzun zamandır dert yandığımız, sizler için yetkili, bizler için amir konumunda olanların kulaklarını tıkadığı şiddet bizden bir can aldı. Biz Ersin’imizi, siz ise gülen bir yüzünüzü kaybettiniz. Ondan artık geriye kalan yakın çalışma arkadaşlarında ki hüzün ve kanlı doktor gömleği idi.
Gerçi siz doktor Ersin’i hiç yorgun görmediniz. O, tuttuğu 24 saatlik ve daha uzun nöbetlere rağmen sizleri hiç asık bir surat ile karşılamadı. Şahsına yapılan sözlü saldırıları hiç önemsemedi. Belki hastaneye gelirken yürek burkan bir haber almıştı ama çaresiz her şeyi burkulan yüreğinde yaşayacaktı.
Üretmek zorundaydı Doktor Ersin.
Emeğinin yani insaoğlunun en kutsalı olan üretimini karşısında ondan şifa bekleyen hastasına vermek zorundaydı hemşire Derya.
O yoğun bakımın insanın içini boğan ortamından, ülkesinin yaşadığı zorluklardan ve en önemlisi hastasına nasıl daha iyi hizmet ederim diye ders başında tükettiği gecelerden sıyrılıp sıfır hata ile emeğini hastasına vermek zorundaydı.
Hata yapsa yenilenmeyecekti hiçbir şey.
Ne giden zaman gibi geri dönüşümsüz bir anaforun içinde inleyen vicdanı ile baş başa kalacaktı.
*****
Yavrunuzu kucağınıza aldığınız anı hatırlarmısınız?
O minicik elleri, pembe yanakları nasıl unutursunuz değil mi?
İste biz o mutlu anınızda ilk yanınızda olan ebeleriz.
"Gözünüz aydın nur topu gibi" başlayan cümlelerin sessiz kahramanları.
*****
Gecenin üçünde gelmiştiniz geçtiğimiz günlerde. O kahreden taş ağrısı hiç olmadık zamanda bulmuştu sizi. En yakınınızi bile aramaya çekinmiş bir ambulans çağırmıştınız.
Güleç bir yüzle karşılaşmıştınız ilk anda. Sonra sizinle beraber gülen yüzde de esefler birikmişti. Yapılan iğne ile anlık olarak ağrınız kesilmişti ambulansın yolunu tutarken.
Ve hiç sevmediğiniz kırmızı dev puntolarla yazılmış bir yazı ile karşılaştınız; "ACİL
SERVİS"…
Doktorun sıcaklığı sevimsiz yazıyı size biraz olsun yumuşatmıştı.
"İlk aşamada ağrınızı hafifletelim, sonra gerekli işlemlere geçeriz" dediğinde dünyalar sizin olmuştu.
Zeynep hemşirenin hafif ellerinden gelen şifa sizi büyük bir minnet duygusunun içine terk etmişti. İsminin Murat olduğunu öğrendiğiniz röntgen teknisyenin şefkat dolu ses tonu sizi neredeyim sorusuna iterken laborant Aykut varlığı iç sesinize cevap veriyordu;
"Korkmayın iyilikler ülkesindesiniz"…
*****
Duvarda ki yazı ile bu iyilerin dünyasında renklerin farklı anlamlarının olduğunu ögrenmiştiniz.
Onlar için mavi renk sevimsiz renkti.
Oysa mavi içine ferahlatan arındıran,bu berrak suyun rengi,onlar için acı bir çağrışın sesiydi.
O rengin hakim olduğu anda iki dünya arasında olan biri vardır onlar için.Belki Tanrı’nın ona bahşettiği günler vardır diye bir anda hiç bir şey kalmaz zihinlerinde.
Hiç geçsin istemezler kalp masajı yaparken saniyeler, dakikalar.
Bir yandan dillerini dua ile bezerler hiç tanımadıkları insana…
Ve artık gerisi takdiri ilahidir…
Beyaz, masumiyetin rengidir. Ancak kimsenin adını bile anmak istemediği şiddetin rengidir olmuştur onlar için. Kim bilir; belki kırılan umutları sarıp sarmalarken üstlerine giydikleri ,melek vicdanlarının rengini kirlenen vicdanlar temizlesin diye şeçmişlerdir bu rengi…
Onlar bir ömür verdiler bizlerin yüzü gülsün diye…
Ve karşılığında sadece gülen bir yüz beklediler…