Gönül telinizden bazen öyle sözcükler dökülmesini istersiniz ki…
Galip Erdem’i anlamayı ve onu cümlelerle ifade edebilmeyi dilersiniz içinizden.
Sözleri ve yaşamı ile ülkücünün gönlünde taht kurabilme hakkını kazanan bir güzide ruh, Galip Erdem…
Bilmem nasıl anlatılır ki?
Çocukluk yıllarımızın geçtiği içtenlik dolu, tertemiz, huzur ve ahengin içiçe olduğu evler ve Galip Ağabey’in yaşadığı içi adeta bir kültür hazinesi olan ev…
Kapının zilini çaldığınızda beyaz sakallı kalın çerçeveli gözlükleriyle sımsıcak ve mert tavırlarıyla açıyor kapıyı..
Yaşam çizgisinin verdiği bütün yorgunlukları üzerinden atarak genç bir delikanlı edasıyla sevecen, "hoşgeldin gönlüm" diyerek hemen içeri kitaplarının olduğu küçük odaya geçiyor… Ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz… Yanına gitseniz rahatsız ederim düşüncesiyle yoğunlaştığı kitaplarından onu ayırmak istemiyorsunuz.
Salona geçip, pencereden boş arsanın üzerinde çelik-çomak oynayan çocukları izlemeye başlıyorsunuz…
Yanına gidip, ulvi düşüncelerinin ne olduğunu anlamak istiyorsunuz… Birden hızlı adımlarla yanınıza geliyor, adeta gölge vurmuş odanın içine güneş ışıkları giriyor, içiniz aydınlanıyor…
Sevildiğinizi anlıyorsunuz…
Elinde tuttuğu birbirinden eski ve değerli kitapları hızlı hamlelerle karıştırarak belki de ömrünüzün sonuna kadar duyamayacağınız bilgileri birbirinden hızlı cümlelerle sarfediyor adeta bir bilgi deposu… Size anlatmaya çalıştığı o kadar çok şey var ki…
Yazdıklarını okumanızı istemiyor bile… Gönül adamı o.
Kitaplığında bulunan gizli hazinelerin bilinmesini istediklerini okuyor sadece…
Yorgun gönlünün hissedilmeyen taraflarının anlaşılmadığını farkedince kalın çerçeveli gözlüklerinin üzerinden süzdüğü dikkatli gözleriyle adeta bir ferman okuyor.
Galip Erdem, Erol Güngör, Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı ve diğerleri…
Her biri anlatılmakta yetersiz kalınmış belki de anlaşılmak istenmemiş, yaşarken kıymetleri bilinmemiş insanlık harikaları…
Gözyaşlarını kalplerine, hissettiklerini satırlara, gördüklerini akıllarına taşıyan feyz pınarları…
Evden dışarı çıkmak istiyor. Kendisiyle gitmeyi ise sizin tercihinize bırakıyor.
Gözlüklerini çıkartıyor… Çalışma masasının üzerinde bırakıyor.. Kendinden emin adımlarla yürüyor.
Yanında yürürken bir arkadaşınızla yürüyor hissine kapılıyorsunuz. Yaşadığı çevreyi anlatıyor. Mahalle sakinlerinin her biri saygı ve itibar gösteriyor; şaşırıyorsunuz…
Ülkücü olmanın onurunu yaşıyorsunuz… Türk olarak dünyaya gelmenin zerafetini hissediyorsunuz.
Galip Erdem Ağabey, seni özlüyoruz…
Yastığımız mezar taşı
Yorganımız kar olsun
Biz bu yoldan dönersek
Namus bize ar olsun!
Abdülhak Hamid’in mezar taşında; “Bu taşki cebinime benzer aynı makberdir. Dışı sükun ile zahir derunu mahşerdir, yazarken;
Galip Erdem Ağabey’in mezar taşında ise belki eksiklerimizin en büyüğü olan sevgi yoksunluğumuzu hissettiren şu kelimeler beynimize nakşeder:
“Asıl noksanımız yeterince sevmesini hala öğrenememiş olmamızdır.”