İnanılmayacak gibi görünüyor ama; hem güncel hem da “yabancı kaynaklı” önemli bir haber: “Avrupa Birliği Komisyonu’nun, Diyarbakır İçkale’de bulunan at-katır kemiklerini faili meçhul cinayetlere kurban giden kişilere ait olduğunu zannettiği, ortaya çıktı.”
Gülümsemeyin ve dikkatlice okuyun lütfen.. Okuyun, çünkü haberin değişik versiyonları Türkiye de çok sık rastlanılan ve hem şu balyoz-malyoz davalarını hem de kamuoyunu “deh-deh”lemeye yönelik cinsindendir çünkü:
“Bizzat, AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Temsilcisi Stefan Füle’nin kalemiyle dile getirilen bu gaf, Avrupa Parlamentosu’na sunulan bir önergeye verilen cevapta yapıldı. Yunanistan Liberal Parti milletvekili Niki Tzavela, “Türkiye’deki Kürt toplu mezarları” başlıklı soru önergesi verdi ve bu önergede, Diyarbakır’da eski bir askeri-polis tesisinin yakınında toplu mezar bulunduğunu ve burada 23 kişinin kemiklerinin ortaya çıktığını kaydetti. İnsan hakları örgütlerine göre, bu kemiklerin, Türk güvenlik güçleri tarafından 1990’larda öldürülen Kürtlere ait olduğunu öne süren Yunan milletvekili, “Bu toplu mezarlar karşısında Komisyon’un resmi tutumu nedir” diye sordu. Stefan Füle ise, “İçkale’deki toplu mezarlar” başlıklı soru önergesine 10 Nisan’da gönderdiği yanıtta “Toplu mezarlardan haberimiz var. Kurbanlar ve ailelerine adaletin sağlanması için, Türkiye’nin bu trajik olaylar üzerine ışık tutma çabalarını sürdürmesini teşvik ediyoruz” şeklinde yanıt verdi. 100 yıl önce Diyarbakır’ın Sur İlçesi İçkale Mevkii’nde bulunan, Cezaevi ve Adliye binasının bulunduğu alanda başlatılan restorasyon çalışması sırasında 12 Ocak günü insanlara ait kafatası ve kemikler çıkmıştı. Adli Tıp Kurumu tarafından yapılan inceleme sonrası 28 Şubat’ta yayımlanan raporda bu kemiklerin 100 yıl öncesine ait olduğu, kemik parçaları içinde farklı hayvanlara ait çok sayıda kemik ve diş örneğinin bulunduğu belirtildi. Bu gelişmeye rağmen AB Komisyonu’nun soru önergesini iade etmemesi ya da soru önergesini sunan Yunan milletvekilinin önergeyi geri çekmemesi, AB Komisyonu’nun ‘gaf’ yapmasına neden oldu.”
Bu haberin başka versiyonlarından bir kaçına daha temas edersek görürüz ki şu anda görülen davalarda adaletin elindeki terazinin çok hassas ayarlanması gerekir.. Hâkim ve savcılarımıza doğru deliller sununuz ki; iddialar, verilecek kararlar “salih” olsunlar. Adaleti etkilememek için örnekleri “yuvarlatıyorum”: *Falan paşa hakkında “ele geçirilen”(!) bir CD kaydının, sanık avukatı tarafından “sahte olduğu” ileri sürülüyor ve bunun üzerine CD’nin, mahkemenin tayin ettiği ciddi bir kurum tarafından incelenmesinde; CD’de bahsedilen bazı kayıtlara ait o tarihlerde henüz “öyle bir teknolojinin mevcut olmadığı” şeklinde rapor edilip, mahkemeye cevap yazılıyor! *Falan askeri bölgede yapılan bir “silah arama” kazısında, aratan ve arayanların yanında o bölgenin komutanı ve bir de er hazır bulunuyor.. Kazıda “ele geçirilen silahların” gazeteye sarıldığı ve gazetenin yıpranmamış olduğu görülüyor.. Komutan bu sırada konuşulanları-konuştuklarını gizlice telefonuna kaydediyor ve erin komutanını uyarısı üzerine, “Evladım bak bakalım, diyor askere, gazetenin tarihi kaç? Diğer “arayıcılarla” bakıyorlar ki, gazete henüz iki günlük! *Deniz Kuvvetleri falan karargahının yakınında bir balık avcısının oltasına, şans bu ya, balık yerine el bombası takılıyor(!).. Hemen dalgıçlar görevlendiriliyor ve o noktada bir-iki bombadan müteşekkil, “kocaaaaa bir cephanelik” su yüzüne çıkartılıyor! Kara ve Deniz Kuvvetlerimizin bu tür aramalarla hesabı görülüyor ama bakalım Hava Kuvvetleri’mizin falan Kaf dağının ardına sakladıkları savaş uçakları, atom başlıkları, kıtalar arası füzeler ne zaman ele geçirilecek? Beyler! Hangi partinin üyesi, hangi cemaatin bendesi, hangi güruhun mensubu olursanız olunuz, unutmayınız: Orduya düşmanlık, düşmana orduluk yapmaktır! Orduya vurmak, kendi namusumuza vurmaktır.
Kimin, gerçekten suçlu olduğu iddia ediliyorsa, onun “âdil şekilde yargılanması” adaletin gereğidir.. Ama, suçsuza sahte delillerle vurmak, ne insanîdir, ne İslâmidir! Ayrıca; kin ve nefret duygusu kolay kolay insanın içinden çıkmaz ve bu “kin ve nefret çekirdeği” serseri kurşuna benzer: ne zaman ve kimi vuracağı da belli olmaz!