Çığlık/2

Günü geceye, yıldızları karanlığa hapsettik, bir bir birbirine uladık zamanı.
 
Ne bir arpa boyu yol alabildik ne gemileri yakabildik. Ve hep o bildik boşlukta, boşbazlığın boş salınımlarını yele verdik…

Sandık ki; üç-beş lügat parçalayınca, şakşakçılarımızın avuçlarını patlatırca alkışladığı, kafiyesi bol, ritmi enfes, içimizi titreten o üç-beş cümle gönül telimizi ebediyen titretir!
 
Oysa sanılarımızla sanrılarımız arasında keskin bir yol ayrımındaydık. Her cümle, her söz, her vaat bir yalanı berkitmekten başka bir işe yaramadı.
 
Son yazımın başlığı “Çığlık”tı… Dört buçuk ay sonra fark ettim ki, çığlık atmayı bile unutmuşum ya da tüm sesler, ses tellerimle hançeremde sıkışıp kalmış…

Duymuyorsunuz, duyuramıyorum…

 
Aslında;  at bile yularını tutmayı beceremeyen o biniciyi sırtından bir tek hamle ile atmıştı… Biz yıllardır damarımıza damarımıza basan bin bir surat süvariyi elbirliği ile üstümüzden atamadık.
 
Haramı haram olmaktan çıkarıp, haramla helal arasında sağlam köprüler kuran; günah sevap, iyi kötü, güzel çirkin kavramlarını birbirinde ‘AK’layan ve kılcal damarlarımıza kadar işleyen sahtekârlığı meşrulaştıran bir anlayışın esareti altında; ne atardamarlarımız organlarımıza temiz kan pompalayabiliyor ne de toplardamarlarımız kirli kanı vücudumuzdan dışarı atabiliyor.
 
Her gün farklı senaryolarla basın-yayın organlarında ruhumuzun tecavüze uğramasından, siyasi ve ekonomik gücü elinde bulunduranların biteviye devam eden yaylım ateşinden,  yolsuzluktan, hukuksuzluktan, okulsuzluktan, eğitimsizlikten,  her türlü çöküntüden ve en çok da birbirimizle dalaşmaktan garip bir zevk almaya başladık.
 
Etrafımızda gelişen olaylar Türkiye’nin 12 yıldır iç ve dış politikalarındaki başarısızlığının somut örneğidir. Yandaş basının pompaladığı başarı öyküleri bizleri tatmin etmekten çok uzak olduğu gibi algı operasyonunun da bir parçasıdır.
 
Dahası, ülkemizde gözle görülür elle tutulur öyle olaylar var ki; gündeme oturan savaş tehdidinin dışında “muktedirlerin” hiç doymayan açgözlülükleriyle her karış toprağın şahsi getiriye açıldığına tanıklık ediyoruz.
 
Büyük kentlerimiz yerli yabancı arazi simsarlarının iştihasını doyurmaya yetmiyor. Yakında kent merkezlerimizde bulunan mezarlıklarımızı bile satışa çıkaracağımızdan eminim.
 
Bırakın sahil şeridinde denizle arama giren konutları, malikâneleri, İstanbul’da yakın bir zamanda gökyüzünü görmek imkânsız hale gelecek!
 
Şekilsiz, biçimsiz, ruhsuz, tarihsiz, dışları cilalı onca kara beton gökyüzünde rekabet ediyor! Haramidere çukurundan Beylikdüzü yokuşuna tırmanırken, sağ tarafıma baktığımda – Esenyurt İlçesi -bu heyula gibi yükselen beton yığınlarından başka hiçbir şey görünmez oluyor sanki…

Ne, boş bir alan ne tek bir ağaç… Çığlık atıyorum betona çarpıp yine bana dönüyor çığlığım!

Torbaya doldurduğunuz gece yarısı yasaları…

Canım yanıyor…
 
Ahhh bir de şu çok lüks, muhteşem, akıllı villalar, şahsa özel “paran kadar adamsın” düsturuyla planlanmış konutlar var.
 
Sahi kim/kimler alıyor, kimler yapıyor bunca lüks konutu.  Nereden kazanıldığı belli olmayan paralarla yandaşlara peşkeş çekilerek yapılan, yaptırılan bu konutlarda kimler gerine gerine oturuyor, çevre düzenlemesi yapılmış, havuzlu, saunalı, spor merkezli bu evlerde oturanlarla, kimlerin çocuklarıdır tehlikelerden ırak çocuk bahçelerinde oynayan bu çocuklar?
 
Diğer tarafta bu güzel ve göz alıcı tabloyu bozan milyonlarca işsiz, aç, sefil aile ve çocuklar…

Metro, metrobüs, dolmuş duraklarında, merdivenlerde sıraya dizilmiş- birine verdiğinizde diğerlerinin gözünüzün içine baktığı, hepsine vermeye kalktığınızda ceplerinizin boşaldığı-Suriyeli, Arap, zenci ve uluslarını bilemediğimiz onlarca dilenci, elsiz, kolsuz, ayaksız birçok insan, pilavcı, dönerci, midye dolmacı,  simitçi vs. seyyar satıcılar…

Ve uyuşturucu müptelaları; içici, satıcı ve pazarlama elemanları…
 
Siz, büyük ülke, büyük lider masallarını anlatmaya devam edin…

Nasılsa her sözünüze “peygamber sözü” olarak sorgusuz sualsiz inanan şakşakçılarınız ve sanki birbirini yemekten başka işi olmayan muhalefetle tabanı var!
 
Keşke, elimizde onlarca yap-bozlarımız olsa, keşke bu yap-bozları yeniden yeniden kurgulamamız için vaktimiz ve imkânlarımız olsa!
 
 Ve keşke neyi kaldırıp yerine neyi koyabileceğimizi de bilebilsek…
 
Ve evet hâlâ, sanılarımızla sanrılarımız arasında keskin bir yol ayrımındayız. Her cümle, her söz, her vaat bir yalanı berkitmekten başka bir işe yaramıyor!
 
TTK ve yüceltsin
 
 
 
NOT: Yerel seçimlerde Bahçelievler Belediye Başkan Adayımız İnş. Müh. Sn Halim Küçükali’nin seçim propaganda ayağının temelini oluşturan Rant Kâbusu/Gecekondu derken, seçimkondu şimdi de hükümetkondu/ olarak tanımladığı, düşünce ve paylaşımlarını derleyip toparlayarak 30 Eylül günü yayımlayan İst/Bahçelievler yerel gazetesi 365’e bir göz atmanızı dilerim.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!