Türkiye her ne kadar hayvancılıkta sıkıntılar yaşayıp, et ve et ürünleri konusunda problemleri olsa da, mecazi anlamda koyunlar ülkesi!
Hem bu koyunlar istemediğiniz kadar ve sürüler halinde yaşıyor. Başlarındaki çobanlar nereye gidiyorsa, onlarda o tarafa sürükleniyorlar…
Hayatımız, üzülerek ifade edeyim ki, duyguların istismarı ve hamaset üzerine kurgulanmış. Eğer aksi olsaydı, bütün gelişmişlik verileri karşısında, itiraz hatta isyan ederdik. Ama susuyoruz!
Uyumsuz damgası yemiş olsam da, ben bunu kabullenemiyorum ve hatta itiraz ediyorum.
Bugün başta Çanakkale Müdafası’nda yitirdiklerimiz olmak üzere tüm şehitlerimizi anıyoruz. Allah hepsinden razı olsun ve bizleri onların şefaatlerine nail eylesin. Buraya kadar tamam!
Ancak şehadetlere yol açan savaşların ve bu savaşlara yol açan politikaların doğru olup olmadıklarının mutlaka sorgulanması gerektiğine inanıyorum.
Örneğin bir vatan, din, namus ve milliyet savunması olan “Çanakkale Müdafası”nın sebep ve sonuçları, her Türk vatandaşı tarafından genel hatları ile bilinmelidir. Olaya sadece şehitler açısından bakmak, mualesef benzer olayların tekrarlanmasına sebep vermektedir ve verecektir.
Eğer biz o dönem, Türk Silahlı Kuvvetlerini bir Alman generalinin ve subaylarının yönettiğini bilsek, bu savaştan çok değil 30 küsur yıl sonra NATO’ya girermiydik?
Ya da müttefikimiz Almanların, karşı cephemizde yer alan İngiltere’nin Kudüs ve Filistin’i ele geçirmesiyle, kiliselerinde ayinlerle kutlamalar yaptığından haberimiz olsa, bugün Merkel’in tatlı vaatlerine kolayca kanarmıydık?
Türk-Yunan İlişkilerinde hep kaybeden taraf olarak, melanet yuvası Fener Rum Patrikhanesi’nin oyunlarının farkında olsak, Çipras’ın uzattığı sahte dostluk eline; Ege’de adaları ve Kıbrıs’ı feda edermiydik?
Ya da bu ve benzeri örneklerde olduğu gibi yanlış politikaların mimarlarına hep “Yaşa Padişahım” demesek, bunlar başımıza tekrar tekrar gelirmiydi?
Tarihimiz, çoğunlukla şehadetlerle dolu savaşlardan müteşekkil… Bu savaşlarda, yanlış politikalar ile satılmış idarecilerin faturası, hep mağdur ve yoksul halkın çocuklarının canı ile ödenmiş ve ödenmeye devam ediyor.
En son örneği de; o kadar bağırıp çağırmamıza rağmen, PKK’nın Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaptığı yığınağın, iktidar ve devlet yöneticilerinin eli ile seyredilmiş olmasıdır. Bilanço 400’e yakın şehit ve bir o kadar da yaralıdır. Bunlara başta Ankara olmak üzere muhtelif yerlerde meydan gelen bombalamalar ve olaylar sonucu kaybettiklerimiz de dahil değildir.
Bu şehadetlere de, Çanakkale’de “çocuk askerler” dahil diğer şehadetlere de, hatta tüm savaşlarda kaybettiğimiz insanların canlarını yitirişlerine de itirazım var.
Bizim desturumuz “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” değil mi? Hani insanı yaşatmak?
Siyaset adamları ve bir devlet için, insan hayatı bu kadar ucuz olmamalı!
Bunlar bize gösteriyor ki; adına Türkiye dediğimiz bu ülke yüzyıllardır iyi yönetilmiyor. Yönetilmiyor ki; askeri, ekonomik, siyasi ve kültürel alanlardaki başarısızlığın bedelini fakir fakura çocukları canları ile ödüyor. Ancak bunlarda halka çoklukla “zafer” diye sunuluyor.
Şehadet makamı benim inancıma göre çok yüksek bir makamdır. Bu makamda oturmaya hak kazanmış olanlara, elbette gıpta ediyorum. Ve onlara çok şey borçlu olduğumu da biliyorum. Ancak doğru olan şeyin de, şartlar ne olursa olsun insanları yaşatmak olduğuna inanıyorum.
Buradan iktidar da olsun olmasın tüm sorumluluk sahiplerini uyarıyorum; yaptığınız yanlışları ucuz hamaset söylemleri ile örtmeye kalkmayın, yemiyoruz!