Eğitim sistemimiz yanlış ya da doğru; önemli değil.
Önemli olan ne lisede, ne de üniversitede gençlerimize özgüvenin verilmeyişidir.
Bu çok vahim bir durum…
Hatta bizzat yüksek ideallerin güya konuşulduğu mahfillerde, derneklerde, partilerde, meslek örgütlerinde gençlere tarihte yaşamış büyüklerini geçebileceklerine dair özgüvenin aşılanmadığı ortada…
Alperen derneklerinde bile daha yakın zamanda yitirdiğimiz Seyit Ahmet Arvasi sanki 13. asırda yaşamış bir Türk büyüğü, bir evliya olarak takdim ediliyor.
Elbette Ahmet Hoca evliya gibi adamdı.
Ama dokunabildiğimiz, müşahhas bir kişilik, bir hocaydı. Zaafları, tutkuları, hırçınlıkları, maddi problemleri, siyasi görüşleri, aile gailesi ile bir adam…
Necip Fazıl da öyle, Erol Güngör de, Abdurrahim Karakoç da.
Dün Konya’da Abdürrahim Karakoç’u yad ettik. Selçuk Üniversitesi’nde Türk Dünyası İletişim Topluluğu’nun düzenlediği etkinlikte.
Abdürrahim Ağabeyi anarken 4 Nisan’da rahmeti rahmana kavuşmuş Alparslan Türkeş’i de andık.
Gençler büyük işler başarmak vizyon ve misyonundan uzak yetiştiriliyor ne yazık ki…
Ülkü devleri olmuş ana babalar bile evlatlarına “aman oğlum bir şeye karışma” kepazeliği içinde.
Oysa aileler de, dernekler de, okullar da Türk gençlerine görecekleri tahsilin mahiyeti ne olursa olsun önce yüksek fikirli ve yüksek karakterli insanlar olmayı öğütlemeliler.
Ve de tarihte yaşamış her alandaki büyüklerini geçmeye azmetmeyi…
Niçin geçemesinler ki?
Ne engel var?
Bugün Türkçemiz bütün çağlarımızın toplamından daha zengin bir kelime hazinesine sahiptir. 250 bin kelimeyi bulmuştur.
Yani hali hazırda biz, Fuzuli’nin yazdığı bütün metinleri bilmiyor muyuz? Hoca Ahmet Yesevi yılındayız. Yesevi’nin bütün hikmetlerini bilmiyor muyuz?
Eski Anadolu Türkçesi, Türkistan Türkçesi, Osmanlı Türkçesi…
Onların yanında artık mevcut bütün ağız, lehçe ve dillere erişim konusunda bir mani var mı?
Asırlar evvel Merv’den çıkan bir aşk arayıcısı Bağdat’a kadar, Konya’ya kadar, İskenderiye’ye kadar, İstanbul’a kadar at sırtında, katır sırtında, deve sırtında seyahat ederdi.
İki ay boyuncu…
Sonunda varırsa hedefine varır; bir yazma kitabı okur, bir âlimden dersini alır tekrar yollara düşerdi.
Şimdi böyle bir zorluk var mı?
Demek ki bugünkü nesiller ecdadından daha mükemmel eserler verebilir.
Onları biliyor –bilmek zorunda- ve onların bilmediklerini de biliyor. Dolayısıyla asrın idrakine söyletebilecek bir cehdin içine girmeli.
İstemeli, talep etmeli…
Öğrenci gibi sadece öğrenme ve test geçme ameliyesi bugünkü nesillere hiçbir şey vermez.
Talep etmeli ve sınırları zorlamalı…
Bugünkü nesiller elbette ki tarihte yaşamış bütün büyüklerinden daha başarılı olabilirler.
Olmalıdırlar.
Askerlikte…
Tıpta…
İlimde…
Edebiyatta…
Sanatın bütün alanlarında…
Tasavvufta bile…
Pekala bu zillet, bu çaresizlik, bu yaygınlaştırılmış alışkanlık haline getirilmiş zillet ve çaresizlik neyin eseri?
Kırın zincirlerinizi gençler…
Hepiniz Fatih’ten, Süleyman’dan, Yavuz’dan; İbni Rüşd’den Farabi’den, Sina’dan; Yunus’tan, Mevlana’dan, Hacı Bektaş’tan; Baki’den, Fuzuli’den, Şeyh Galip’ten; Mehmet Akif’ten, Necip Fazıl’dan, Abdürrahim Karakoç’tan daha güzel yazabilir ve yapabilirsiniz…
Abdürrahim ağabey ilkokul mezunuydu.
Bugün her bir kavramı, şiirimize kazandırdığı her mazmun doktora tezi olarak okutulmalı…
Ama onun yapabildiğini siz niçin yapamayasınız?
Okuyun, çalışın…
Sâye sarıl, hikmete râm ol…
Lüzumsuz yollara kapılma…
Başka yol yok…
Elif ve Vav
Elif ve vav’ın mahiyeti bize günlük hayatta adam olmanın iki güzel harfidir. Sadece iki harf bile bize günlük yaşantımızda nasıl olmamız gerektiğine metafor hazırlar.
Elif gibi dik durmak…
Vav gibi mütevazı olmak.
Boynu eğri bir lâle gibi…
Bir üyün orta direği gibi…
Elif ve vav’ı birleştiren bir yüzük aldım.
Onu takmak bile ne kadar büyük bir sorumluluk veriyor insana…
Haddini bilmeyi öğütlüyor. Zalimin karşısında sessiz kalmamayı bir de…
Yüzüğe gerek var mı?
Yok aslında…
Ama olsun. Estetik açıdan da parmaklarımızı iğrenç olana değil güzel olana yakıştırmalıyız.
Öyle ya her kalemle yazı yazılmaz.
Her camide dua edilmez.
Evliya Çelebi’nin kitabına başlangıç yaptığı rüyasında olduğu gibi duası kabul edilen camide dua etmeliyiz.
Niçin bugün ümmetin duası pek kabul görür gibi değil.