MOSSAD Başkanı Tamir Pardo’nun “Esad giderse Müslüman Kardeşler gelir. Biz bunu istemeyiz” dediği günden bu yana ABD ve AB, Suriye’deki Esad karşıtı politikasından vazgeçmiş ve Esad’li bir formülü arar olmuşlardır.
İlk başlarda Türkiye ile ABD başta olmak üzere Batı’nın görüşü Suriye’den Esad rejimini tamamen ortadan kaldırmak ve sonrasında demokrasinin gelişmesi için ön ayak olmak fikri etrafında derlenebilecek bir basic plandı.
Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarı ve akabinde Suriye’de Müslüman Kardeşler iktidarının şafağının sökmesi Batı’da tedirginliklere ve kaygılara sebebiyet verdi.
İsrail’in böyle bir Suriye demokrasisine sıcak bakmayacağını ise Karayip Adaları’ndaki sağır sultan bile duydu.
Türkiye, yeni derinlikli strateji çarkıfeleğinde ne çıkarsa bahtıma nefsi emmaresinde yeni diplomasisinin de serinlettiği ufuk ikliminde yeni heyecanlara garkolurken ne yazık ki müttefik zannettikleri onun da içinde olduğu yeni planlarını sahaya sürüyorlardı. Türkiye ittifak ettiklerinin yüzlerine her zamanki temennilerini ve temennalarını aktarmayı diplomatik zafer sayıyordu.
Halbuki her şey değişmişti.
Tam o sırada içerde çözüm sürecinin sağladığı analar ağlamasın iklimi ve sahte barış rüzgarları gelecek fırtınanın alametlerini taşısa da sığınacak limanlar zannımızca o kadar çoktu ki gerekli tedbirleri almayı bile abes saydık.
Üstelik çözüm sürecinin yeni imkân ve kabiliyetleri de ortaya çıkmıştı.
Oh ne âlâ…
Terör örgütü ile anlaşmıştık ve onlar da silahlarını gömeceklerdi.
“Canım ne gereği var silahları gömmeye?”
“Çocuklar alışmışlar nasılsa savaş oyunu oynamaya…
Gidip Suriye’de savaşsınlar…”
“Aaaa. Kim buldu bu fikri?”
“Ne kadar akıllısınız…”
“Aferin size…”
“Kim Sayın Öneş mi?”
“Mükemmelsiniz üstadım, partilere genel başkan tayinindeki üstün performansınızı burada da gördük.”
“Ne ala…”
“Hemen örgütçü arkadaşlarımız Apo’nun uğurlamasıyla da şenlik içinde Suriye’de konuşlansınlar…”
“Gazanız mübarek olsun!”
“Öyle ya muhalefet cephesinde Çete Dergisi’ni çıkaran Hakan Albayrak’la Nihat Genç savaşacak değil a…”
“Hem entelektüel İslamcılarımızın Doğu Konferansı’nın henüz bir ordu teşkil etmesine imkân var mı canım?”
“En akıllıca formül Kürt Apocu kardeşlerimizin tıpkı Hamidiye alayları gibi yine tarihsel bir vazifeyi deruhte etmeleridir.”
“Kürt İdris-i Bitlisi, Selahattin Eyyubi anlatılarının da devreye sokulmasıyla ne kadar hayırlı bir işe imza attığımız böylece anlaşılmış oluyordu.”
Kırk bin civarında PKK’lı terörist vardı ve bunların Suriye’de Esad’e karşı muhalefet cephesinde yer almaları, İRAN SOLU ile HUMEYNİCİLERİN İTTİFAKI gibi bir ittifak olacak ve sonuç alacaktı. Esad gidecek, Şam’da birlikte Cuma namazı kılacak ve sonucunda da hepimiz Müslümanız diskuruyla huzur içinde mutmain yaşayıp gidecektik.
Çokluk içinde birlik, çok yönlü dış politika, sıfır sorun mükemmel bir diplomasi başarısı olacak. Türkiye bu arada bir koyup bilmem kaç kazanacaktı…
Fakat bölücü terör örgütü yine yaptı yapacağını. Bu mükemmel planı bozdu. Esad rejimine savaşmayı bırakın şöyle dursun, tam tersine Türkmenler, diğer Arap unsurlar ve Özgür Suriye Ordusu aleyhine bir konum aldı. Gitti Kuzey Suriye’de konuşlandı ve kantonlaşmaya başladı.
“Ne yapıyor bu adamlar?”
“Yoksa tıpkı Irak’taki gibi bir Kürdistan peşindeler mi?”
“Hayda…”
“Al sana bela…”
Hemen telaşla devlet aklımız yeni oyunların peşine düştü. Aman ha… Irak’ta tuzağa düştük. Müttefik sandığımız Amerika bizi arkadan vurdu. Irak’ın toprak bütünlüğünü savunuyorduk, bizi kandırıp de-facto bir Kuzey yapılanmasını dayattılar.
“Ne var canım siz tanıyın, sizin himayenizde bir devlet olsun” nakaratıyla tufaya getirdiler bizi…
Sonra Kobani macerası…
IŞİD tehdidi bizi Batı’ya yaklaştırabilir. Ne yapalım şunu yapalım şunu yapıyor gözükelim…
Ama olmadı…
Törenle peşmergeye ve hatta terör örgütüne selam durarak birlikte Kobani’yi kurtardık.
Basınımızdaki yarı aydın sürüsünü yine yeni bir öğüt heyecanı sardı.
“İşte bu… IŞİD’e karşı uluslararası camia ile işbirliği PKK ile içerde yürütülen çözüm sürecinin bölgeselleşmesi ve sonuçta yeni bir Suriye’nin inşası…”
“İçerdeki Kürtlerin soydaşları değil mi bunlar?”
“İşte yeni Türkiye’nin yeni stratejisi…”
Ama bunun ne kadar tehlikeli ve global statükonun yani yeni emperyalizmin üzerimizde ne kadar çirkince tertip ettiği bir oyun olduğunu anladık…
Türkiye buna karşı çıkarsa iki arada bir derede kalacaktı. Terör örgütü DAEŞ, DEAŞ’a, IŞİD’e destek vermiş olacak, aynı zamanda da bölgesel hatta küresel bir mezhepler savaşının içinde kendini bulacaktı.
RAUF TAMER
“Putin ortalıyor.
Esad bombalıyor.
İnsanlar kaçışıyor,
Sınırımıza yaklaşıyor.
BM uyuyor.
Sanki Türkiye’nin eli armut topluyor.
-Açın kapıları… Trakya’daki bütün kapıları açın.
Ne olacaksa olsun artık.
Bir görelim şu Avrupalı’yı.
Bu mülteciler, bize belki de Allah’ın bir lütfudur.
Bundan büyük koz mu olur?”
Rauf Tamer’in bu yazdıkları size bir şey hatırlatıyor mu?
Benim göç meselesi ile ilgili yazılarımı?
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı