Başbakan teröre çözüm aramaktansa, teröre PKK dışında ortak arama peşinde. Sanki BOP’un eşbaşkanı kendisi değil. PKK terörü 2001 sonlarında durma noktasına gelmişken 2004 yılında yeniden neden hortladığını arayan, soran yok. PKK birilerinin taşeronu. Bu doğru. Mayınlar İtalya’dan, roketatarlar Almanya’dan, siyasi destek ABD, AB ve İsrail’den. AB ülkelerinden Türkiye’ye gelen sözde yetkililer neden Ankara’dan sonra Diyarbakır’a mutlaka gittiler? Oralarda kiminle ne konuştular?
PKK terörünün yeniden hortlama dönemi Erdoğan’ın Talabani ve Barzani’yi devlet konutunda ağırlamasından sonraya rastlıyor. O görüşmelerden sonra Talabani ve Barzani, Ankara’dan çok mutlu ayrıldıklarını, gelecekle ilgili umutlarını ağızları kulaklarında anlatmışlardı.
Hemen sonra Erdoğan, Başbakanlıkta “Yalı Aydınları” ile görüşmüş, devletin 80 yıllık politikasına mugayir “Kürt sorunu hepimizin sorunudur” demişti. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde “Kürt Sorunu” ilk defa bir devlet yetkilisi tarafından kabul ediliyor ve dillendiriliyordu. Sonrasında Erdoğan, “Türkiye Cumhuriyetinin kimliği Türklük değildir. Türklük bir alt kimliktir. Bu devletin kimliği Türkiyeliliktir” demiş ve o günlerde terör alabildiğine tırmanmaya başlamıştı.
Hiçbir hukukçu Başbakan’ın bu sözleri ile Anayasa’yı ihlal ettiğine dikkat etmedi. Bir müddet sonra o zaman Başbakanlık danışmanı olan Cüneyt Zapsu, ABD’ye yaptığı bir ziyarette “Tayyip Beyi kullanın, süpürmeyin” mealinde ABD yetkililerinden AKP için himmet talep etti. Yine kimse farkında olmadı. Terör artarak devam etti.
Talabani ve Barzani, birlikte basının karşısına geçti ve “Türkiye’ye verilecek bir Kürt kedisi bile yok” diyerek Kuzey Irak’ta barınmakta olan terörist elebaşıları ve kamplarını koruma altına aldılar. Terör artarak devam etti.
Tam bu sıralarda Tuncay Güney diye biri çıktı ve çuvallarla evrak yakalattı. Evrakları yakalayan sanık oldu ama Güney Kanada’da Haham yardımcılığına başladı. Güneyin teslim ettiği evrak doğrultusunda ve kimin, nasıl ihbar ettiği bilinmeyen bir şekilde Ümraniye’de metruk bir gecekonduda eski, TSK’ne ait silahlar bulundu. “Ergenekon” adında bir örgüt icat edildi ve Türk ordusunda terörle mücadeledeki başarılarıyla temayüz etmiş emekli ve muvazzaf subaylar tek tek örgüt mensubu olarak yakalandı, “gizli tanık”lar ve imzasız, isimsiz ihbar mektupları ile “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini zorla ilgaya teşebbüs” suçu atılarak Silivri’ye kapatıldı. Terör artarak devam etti.
Subaylardan sonra AKP icraatlarına muhalefet eden gazeteci, yazar ve işadamları tutuklanmaya başladı. Tutuklandığı güne kadar her gün AKP ve hükümet aleyhinde sözler söyleyen ve hükümetin icraatlarını eleştiren Sinan Aygün, serbest bırakıldıktan sonra tek kelime bile etmedi. Bir ucu açık soruşturma ve buna bağlı kovuşturma halen devam ediyor.
Ergenekon zanlıları lehine mahkemelerin birinden bir karar çıktığı anda Erdoğan hemen kameralar karşısına geçerek “Yargıya güven kalmamıştır” diye beyanatlar verdi. Siyasi iktidar lehine veya muhalifler aleyhine tezahür eden yargı kararlarından sonra ise “Bağımsız yargı işini bilir, biz karışmayız” beyanatları ayyuka çıktı. Terör artarak devam etti.
Türkiye’de tezahür etmiş bütün menfur olaylar tek bir örgüte atıldı; “Ergenekon”. Hain terör örgütü bir eylem yaptığında siyasi iktidar yetkilileri “arkasında kim var, bakmak lazım” iması ile olayın terör örgütünün işi olmadığını anlatmaya çalıştı. Reşadiye’deki menfur saldırıdan sonra bu en yetkili ağızlar tarafından dillendirilmeye başlandı. AKP idarecilerine inanan vatandaşlar da, “Bu iş Ergenekon’un işidir” demeye başladı. Terör artarak devam etti.
Geleceği bir yıl önceden uzmanlar tarafında haber verilen, Mart ayı içinde İmralı’daki bebek katili elebaşının “31 Mayıstan sonra ben yoğum. Eylemler artar ve yayılırsa siz bilirsiniz” diyerek şok eylemlerin haberini verdiği eylemlerden ilki 31 Mayıs gecesi İskenderun’da gerçekleşti. AKP sözcüsü “Kesin değil ama İsrail’in işidir” mealinde televizyonlarda beyanatlar serdetti. Halen bir kısım AKP’li “İsrail’in işidir” demeye devam ediyor. Yandaş medya mensupları “Yaklaşan seçim döneminde İsrail, AKP ve Erdoğan’dan kurtulmak için her türlü melaneti organize edecek, her yola başvuracak” demeye başladılar. Terör artarak devam etti.
Başbakan, “Terörün arkasındakileri biliyoruz” dedi. “Kim?” sorusunun cevabını bir hafta sonra “Ergenekon” diye verdi. Bu arada AKP Kırıkkale milletvekili, “PKK Türk örgütüdür. Beyaz Türkler tarafından idare ediliyor, Beyaz Türkler, Ergenekonculardır” diye uzun nutuklar attı. Abant’ta ordu her türlü tahkir ve tezyif edildi. Aksiyon Dergisi, PKK’ya katılan Türk subaylarının sayısını verdi ama ne hikmetse tek bir isim veremedi. Son olarak “Başbağlar Katliamı” hakkında düşüncelerini ifade eden, üstelik de hukukçu olan AKP milletvekili “Başbağlar Katliamı”nın Ergenekon tarafından nasıl organize edildiğini ballandıra ballandıra anlattı. ABD’de idame-i hayat eden Kardinal’in yayın organları, maaşlı yazarları her fırsatta orduya saldırdı, aşağıladı, Türk Ordusu’nu “çete” olarak tavsif etti. Yandaşlar, Nazlı Hanım ve Mustafa Bey’in “APO muhatap alınsa ne olur? Terör bitecekse masaya oturulsun” çözüm önerilerinden sonra koro halinde “masaya oturulsun” diye bağırmaya başladılar.
Başbakan “Kürt Açılımı” tabiri tepki görünce “Demokratik Açılım” kabul görmeyince “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” diye adlandırdığı ucubeyi anlatırken, AKP muhalifi herkesi PKK ile aynı safa koydu. AKP’nin oyu %35 olsa %5 de AKP’ye kayıtsız şartsız destek olanlardan gelse %40 eder. Kalan %60’ı “devlet düşmanı” terör örgütü yandaşı” ilan etti. “Ben gerilim istiyorum” diye kükredi. Kimse “yahu bu nasıl milli birlik, AKP ve yandaşları dışında herkes düşman” demedi. İnşallah terör artarak devam etmez.