Bir kaç üst düzey MİT yetkilisi hakkında Türk milletine, Türkiye Devletine ve Türkiye’nin bütünlüğüne karşı suç işlediği iddiasıyla savcı soruşturma açar. Vahim ve ciddi iddialarla muhatap olan Müsteşar Fidan kendilerini aklamak üzere savcıya ifade vermeye gideceği yerde Başbakan ve Cumhurbaşkanına gider. Başbakan anında talimat verir. AKP grubu MİT üst düzey yöneticileri hakkında soruşturmayı Başbakan’ın iznine bağlayan bir yasa tasarısı hazırlar. Sonunda suç işleyen üst düzey MİT mensupları hakkında soruşturmayı Başbakan’ın iznine bağlayan yasa, TBMM’den geçer. Cumhurbaşkanı da bunu jet hızıyla onaylar.
Savcının iddiaları ve soruşturma açmış olması, iktidarın tam anlamıyla bir panik havası yaşamasına neden olmuştur. Yandaş kesim bir anda ne yapacağını şaşırmış, ’devleti birlikte paylaşalım, her şeyi bir taraf üstüne geçirmesin’ söylemlerini dillendirmeye başlamışlardır. AKP medyasının ciddi delil ve hayati iddiaları olan bir soruşturma sürecini “seçilmiş-atanmış” mücadelesi olarak değerlendirmesi ilginç ötesi bir durumdur.
Bazı üst düzey kişilerin sorgulanmasını Başbakan’ın iznine bağlayan yasa tasarısının TBMM’de AKP oylarıyla geçmesini, Sabah gazetesi “Demokrasinin Zafer Gecesi” olarak nitelendirmiştir. Bu yandaş yayın organına göre “seçilmişler” i vesayet altına almak isteyen “atanmışlar” ın oyunu bu yasanın kabulüyle bozulmuştur.
İşin ilginç tarafı aynı gazetenin, Başbakan’ın “Hukuka güvendikçe demokrasi güçlenecek” sözlerini de manşete çekmiş olmasıdır. Halbuki yandaş ekip ’Başbakan’a güvendikçe demokrasi güçlenecektir’diyor. Yandaş köşe yazarları, hukukun gereğini yapmaya çalışan hukukçuları “atananlar” olarak niteleyerek, onların görevlerini yapmalarını “seçilmiş” Başbakan’ın iznine bağlayan yasayı “demokrasi zaferi” olarak nitelemişlerdir.
Bazı kişilerle ilgili olarak yargının görevini yapabilmesini yürütmenin iznine bağlayan bir olguyu “demokrasi zaferi” olarak görmek, demokrasi tacirliğidir.
AKP yandaşı medyanın, yargı mensuplarının hükümet tarafından atanmış olmalarını onların görevlerini yaparken kendilerini atayanların işlediği suçları sorgulamalarını yargı vesayeti olarak görmeleri de ilginçtir.
Bilindiği gibi, idarenin tasarruflarının hukuka tabi olduğu devletlere hukuk devleti denir. Hukukçuların yürütmenin icraatlarını sorgulayamadığı devletler, hukuk devleti olarak görülmezler.
Kuvvetlerin ayrılığı prensibi de yürütme, yasama ve yargının alanlarının ayrılığını anlatır. Suçla ilgili hususlar hakkında karar vermek yürütmenin başı olan Başbakan’ın değil yargının işidir. Kuvvetlerin ayrılığının olduğu bir yerde Başbakan’a, suçun soruşturulmasına izin verilip verilmemesiyle ilgili karar verme hakkı tanımak, kuvvetlerin ayrılığına aykırıdır.
Hukuk devletinde Başbakan dahil hiç kimseye suç işleme ve işletme özgürlüğü verilemez. Kaldı ki Başbakan’a adamlarını koruma hakkı veren bu yasa, rahatlıkla muhaliflere karşı kullanılabilir.
İktidar bu yasadan aldığı güçle, muhalefet partilerine ya da muhaliflerine yönelik operasyonlar yaptırabilir. Komplolar düzenleyebilir. Siyasi amaçlı yasa dışı dinleme, takip, tehdit ve şantaja başvurabilir.
Bu yasayla bazı insanlar, yasalara karşı bağışıklık kazanmış olmaktadır. Başbakan, çıkarılan bu yasayla bazı kamu görevlilerine yasa dışı işler yaptırtma imkânını elde etmiş olmaktadır. Bundan böyle görevliler, yasaların suç saydığı emirlerin soruşturulmasının Başbakan iznine bağlanması dolaysıyla, daha rahat hareket edebileceklerdir.
Başbakan da şimdilik, iktidar mücadelesinde rakipsiz olduğunu göstermiş olmaktadır. Başbakan’a, adamlarını koruma imkânı veren bu yasa sayesinde şimdilik kriz aşılmıştır. Ancak iddiaların vahameti Başbakan’ı da aşacaktır. Türkiye bu iddiaları eninde sonunda güncelleyecektir.