AKP, Türkiye’de on yıldır iktidardadır. AKP’nin genel başkanı ve Başbakan Erdoğan bu on yıllık süreç içinde Türkiye’de kendisini durduracak hiçbir güç bırakmamıştır. AKP, güç gösterisi ve meydan okuma bağlamında bir Genelkurmay Başkanını istifa ettirmiş, bir başkasını ise tutuklatmıştır. HSYK ve Anayasa Mahkemesi yeniden dizayn edilmiş, medyanın yüzde yüzü diz üstü çöktürülmüştür. Üniversiteler, STK’lar, devlet kurumları amaç değiştirmiş, iktidarın icraatlarının savunan aygıtlara dönüşmüştür. AKP iktidarı artık Türkiye’de hikmet-i hükümettir.
Bununla da yetinilmemiş Türkiye’de yürütme, yeniden dizayn edilmiş olan yargı ile el ele vererek muhalefet partisinden seçilmiş milletvekillerini içeride tutmaya devam etmişlerdir. Türkiye’de yargı adeta yürütmenin koltuk değneği haline gelmiştir.
Başbakan gazetecisinden iş adamına, sendikacısından bürokratına kadar herkesi “Taraf olmayan bertaraf olur” tehdidi ile bizzat sindirmiştir. Başbakan Erdoğan, Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nu bile “Artık aldığın nefes bile takip ediliyor” diyerek dolaylı bir biçimde tehdit etmiştir.
Bugün gazeteler, televizyonlar, belediyeler, sendikalar, bürokratlar, güvenlik güçleri, üniversiteler üzerinde AKP iktidarı tam bir hâkimiyet kurmuş bulunmaktadır.
Sonunda şartların yeterince olgunlaştığı kanaati hasıl olunca Başbakan Erdoğan, işi “Dindar bir gençlik yetiştireceğiz” diyecek bir noktaya taşımıştır. Aslında AKP’nin bu amacını herkes biliyordu ama kimse ifade etmiyordu. Başbakanın bunu resmen ortaya koymuş olması, malumu ilan anlamına gelmektedir.
Herkes bilmelidir ki, devletin bireysel ve toplumsal anlamda biçimlendirme, tek tipleştirme ve yönlendirme gibi bir görevi yoktur. Devlet vatandaşları için her türden özgürlüklerin önünü açar, imkânları ve şartları yaratır. Etnisite, bölge, inanç, mezhep yahut dindarlık, dinsizlik ve ideoloji yönünden devlet kördür. Kamu gücünü kullanarak bireyleri biçimlendirmeye kalkmanın siyaset bilimindeki adı “toplum mühendisliği” dir. Daha da ötesi jakobenliktir, elitistlik ve vesayetçiliktir.
Başbakan Erdoğan ve ekibinin devlete karşı eleştirilerini bir düşünün. AKP zihniyetliler devleti, Atatürkçü gençlik yetiştiren ideolojik aygıt olarak niteliyorlardı. Bugün AKP, mutlak güç haline gelince devleti kendi ideolojik amaçlarının aygıtı olarak kullanacağını pervasızca savunur hale gelmiştir.
AKP iktidarı, dönüştürmek istediği sisteme farkında olarak veya olmadan kendisi dönüşmüştür. Kapitalizmin karşısında gözü kamaşmayan; lüksün ve şatafatın önünde diz çökmeyen ve çömelmeyen yetkin AKP mensubu neredeyse kalmamış gibidir. Erdoğan’ın devletin başına getirdikleri, tek parti döneminden daha tepeden inmeci, daha hiyerarşik ve daha acımasızdır.
Aslında Başbakanın yetiştirmek istediği de “Dindar gençlik” değil muti gençliktir. Yumuşak başlı, evet demeye hazır ve güç karşısında eğilmeye müsait gençlik. Başbakan Erdoğan’ın dindar dediği gençlik gerçekte AKP gençliğidir.
Halbuki Başbakan, gençliğe “dindarlık” önermeden önce AKP’nin nüfuzlu, etkin ve devlet gücünü kullanan Karun gibi zengin adamlarına “dindar”lık önermelidir. İlk önce onlara “Mal sahibi mülkü sahibi…” diye başlayan söylemleri öğretmelidir. Onların ihaleleri, devletin saraylarını, lojmanlarını, uçaklarını, araçlarını, arazilerini, makamlarını har vurup harman savurmasını engellemelidir. Onlara dindarlık ile kindarlık arasındaki farkı kavratmalıdır.
Çünkü gerçekte dindar olanlar “Senin dinin sana benim dinim bana” diyebilenlerdir. Dindar insanlar dinde “zorlama” ve dayatma olmadığının farkında olanlardır.
Diğer yandan siyasi partiler, dindar nesiller değil ancak siyasi mürit yetiştirirler. Tarih boyunca kendi dini, siyasi ya da ideolojik anlayışlarını topluma dayatan devletleri biz bugün totaliter, ideolojik ve zorba devlet olarak tanımlıyoruz.