AKP iktidarı, ABD’nin işgali süreci ve sonrasında Irak’ta işlenen onca katliam ve tecavüze hiçbir ciddi itiraz getirmemiştir. ABD’nin Irak’ta attığı her adımı ve yaptığı her düzenlemeyi sadık bir müttefik olarak desteklemiştir. ABD istiyor diye Barzani yönetimini desteklemiş, Kerkük konusunda ABD tezine yakın durmuş, Türkmenleri ise kaderine terk etmiştir.
Başbakan Erdoğan, ABD’nin desteğini arkasına almış bölgesel lider olarak kendisine bir misyon biçmiştir. Bu bağlamda Büyük Orta Doğu Projesi’nin “eş başkanı” olarak Türkiye’nin seksen yıldır izlediği bölge ülkelerinin iç işlerine karışmama prensibini ABD lehine bozmuştur. Irak’ta; İran Şiilerden, Suudi Arabistan Sünnilerden, ABD Kürtlerden yana tavır koyarken Türkiye tavrını ABD’den yana koymuştur.
“Arap Baharı” sürecinde Türkiye, ABD’nin peşine takılarak Tunus, Libya ve Mısır rejimlerine karşı eleştiri geliştirirken İran bölgede boş durmamıştır. İran özellikle Irak ve Suriye’deki Şii yapı üzerinde etkisini giderek güçlendirmiştir. Türkiye, ABD’nin Malatya’da “Füze Kalkanı” kurmasına izin vermesi ve Suriye’yi hem tehdit hem de “iç işi” olarak nitelendirmesi bu ülkelerin hem rejimlerini hem de Şii grupları Türkiye aleyhine döndürmüştür.
Türkiye’nin komşusu Suriye’deki Beşşar Esat rejiminin değiştirilmesini kendisi için görev edinmesi İran, Irak ve Suriye eksenindeki Şii İslam’ı bütünleştirmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin Suriye’ye uyguladığı ekonomik ambargoya karşı Irak’taki Maliki rejiminin de Türkiye’ye karşı benzer bir ambargo uygulamasına neden olmuştur. Türkiye’nin Suriye’den Irak’a kaydırmak istediği nakliye yoluna Maliki izin vermemiştir.
Suriye ve Irak’ın Türkiye’ye karşı tavrının Tahran merkezli olarak şekillendiğini yaşanan gelişmeler ortaya çıkarmıştır. ABD’nin Irak’tan çekilmesiyle birlikte Maliki, Irak’ta Türkiye’nin iyi ilişkiler içinde bulunduğu grupları devre dışı bırakan bir politika izlemiştir. Bu bağlamda Maliki, Sünni Haşimi’yle ilgili tutuklama kararı çıkartarak yönetim dışı bırakmıştır. İran ise ABD işgal gücünü Irak’tan çektikten sonra Türkiye ve Suudi Arabistan’a bölgede nüfuz alanı vermeyeceğini açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır.
Başbakan Erdoğan bunun üzerine bir yandan ABD ile diğer yandan Tahran ile temasa geçmiştir. Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Davutoğlu İran’a gitmiştir.
Bakan Davutoğlu Tahran yolunda şunları söylüyor: “İran’ın tek refleksi mezhep refleksi olmaz. Coğrafyanın belirleyici bir faktörü vardır. Oradaki bütün din ve mezhep faktörlerini göz önüne alır…/… Türkiye – İran ilişkilerini Şii-Sünni rekabetine dayandırmak doğru değil…/…Karşılıklı gücümüzü de, zaafımızı da biliriz. Ama iletişimi hiç koparmayız. Farklı düşünsek de bunu açıkça belirtiriz..”
Davutoğlu, Tahran’daki ziyareti sırasında İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi ile yaptığı basın toplantısında da şunları söylüyor: “NATO Füze Kalkanı projesinde tehdit olarak İran’a özel bir vurgu yapılmadı…/… Biz İran’ı tehdit olarak görmüyoruz…./… Onlar da kurulacak radarları kendilerine tehdit görmemeli.”
Sarkozy’nin “Füze Kalkanı” ile ilgili olarak “biz kediye kedi deriz” sözü orta yerde dururken Davutoğlu’nun söylediklerine muhatapları inanabilir mi? Hele hele bu ülke sürekli olarak ABD’den ve Batı’dan tehdit alan İran gibi bir ülke ise teselli ve nezaket bağlamında kendilerine söylenen bu sözleri, kendileriyle alay etmek olarak algılarlar.
Başbakan Erdoğan ise bu arada ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile Irak’taki son gelişmeleri görüşmüştür. Erdoğan görüşmede Joe Biden’e “Başbakan Maliki’nin uygulamaları kaygı verici. Irak uçuruma gidiyor. Elinizi taşın altına koyun” diyor. Bunun üzerine Joe Biden şu cevabı veriyor: “Maliki’nin alternatifi yok!”
Füze Kalkanı üzerinden Tahran’la, ABD üzerinden de Malikiyle konuşmak böyle olur.