Laf arasında fırtına gibi başladı derler. Fırtına gibi bir giriş yaptı derler. Fırtına kavramı övgüdür, ayrıcalıktır, fırtına yerine göre bir lakaptır. Yakıştırmadır. Lakin, öyle bir fırtınaya yakalandık ki. Önünde durulacak gibi değil. Kaçmak zor, kurtulmak zor. Kaçacak yer yok. Aslında fırtına adım adım geliyorum dedi. Sözüm ona hiç kimse bilemedi. Daha doğrusu dinlemedi. Gelir geçer dediler, geçmedi… Eser gider dediler, gitmedi… Ne mi yaptı? Yıktı geçti…
Ülkemiz fırtınaların tehdidi altında. Fırtınalarla boğuşuyor. Şehirlerimiz saatteki hızı yüz kilometre ve üzerinde olan fırtınalar karşısında can kayıplarına, çatı uçmalarına neden olan facialar yaşadı.
Denizlerimiz fırtınalı. Dalgalar sahillerde ayakta ne varsa karşısına kim çıkarsa alıp denize götürdü. İnsanlar, araçlar, iskeleler kayboldu dalgaların arasında…
İç bölgelerimiz fırtınalı. Fırtına ağaçları söktü. Çatıları söktü. İnsanlar uçan çatıların altında hayattan koptu.
Fırtınanın bilinen ve görünen yüzü tam anlamıyla bir doğal afetti.
İnsanımız sel dahil, hortum dahil her şeyi yaşadı. Fırtınayla imtihan olduk adeta. Fırtınanın salladığı, sarsıntısını hissettirdiği bölgelerimiz Kasım ayının son günlerini oldukça sıkıntılı geçirdi.
Üç tarafı denizlerle çevrili, bildik bileli fırtınalara açık bir coğrafyadayız. Bu coğrafya her yönüyle, her açıdan fırtınalı bir coğrafya.
Şair Adil Turan, “Türkiye’m” adlı şiirinde diyor ki; “Vurulmuşum toprağına taşına, / Yerde gezen, gökte uçan kuşuna. / Baharına, yazına, karakışına / Vurulmuşum.”
Biz bu coğrafyayı her haliyle kabullenmişiz.
Sevmişiz!
Hem de öyle bir sevmek ki…
Söze sığmayan, sözle anlatılamayan bir sevgiyle…
*****
Fırtına deyince, bir de mecazi fırtına var!
O fırtınanın içinde yaşadığımız başka fırtınalar var.
Doğal afet dediğimiz fırtınalar, ateş düştüğü yeri yakar misali…Yaralarını sarmak kolay değil…
Lakin mecazen kavramına dahil olan fırtınaları değil atlatmak içinden çıkmak mümkün gözükmüyor.
Bu fırtına çeşitlilik arz eden bir fırtına…
İçinde; enflasyon var, işsizlik var, emekliler var, asgari ücretliler var, işçiler var, köylüler var, tarım var, hayvancılık var, ekonomi var, kadın cinayetleri var, seller var, depremler var, deprem bölgeleri var, yangınlar var, trafik kazaları var, çıkmazlar var, açmazlar var.
Çare kavramının halimize bakıp biçare kaldığı bir fırtına…
Fırtına öncesi bir sessizlik vardı…
Fırtına sonrasında da…
Çünkü bu fırtına dur durak bilmiyor…
Dinmiyor…
Eksilmiyor…
Etkisini sürdürmeye devam ediyor…
*****
Bildiğimiz fırtınalar nasıl ağaçları kökleyip atıyorsa, bu fırtınalarda bizleri kökleyip atıyor.
O fırtına nasıl çatıları alıp uçuruyorsa, bu fırtınada, çatısı altına sığındık dediğimiz, dağ gibi dediğimiz insanlarımızı, yerden yere savuruyor. Yok olmasına, dibe vurmasına, bu dünyadan kopmasına sebep oluyor.
Bu fırtınayı durduramadığımız bir yıl yaşıyoruz.
Ve bu fırtınalı yılın son ayı olan aralık ayı bugün başladı.
Bir ay sonrasında, yeni bir yılda belki de çok daha fırtınalı bir süreç bizi bekliyor.
Önümüzde mahalli seçimler var.
Önümüzde bir türlü aşamadığımız oldukça değişik, baş edemediğimiz, çeşitliği her geçen gün daha da artan fırtınalar var.
Savrulanın beli kırılıyor.
Yıkılanın kolu kanadı…
Yere yapışan bir daha kalkamıyor.
Fırtına öyle bir savuruyor ki, savrulanın neye çarpacağı, ne olacağı, hangi yöne yitip gideceği meçhul.
*****
Laf arasında fırtına gibi başladı derler. Fırtına gibi bir giriş yaptı derler. Fırtına kavramı övgüdür, ayrıcalıktır, fırtına yerine göre bir lakaptır. Yakıştırmadır.
Lakin, öyle bir fırtınaya yakalandık ki. Önünde durulacak gibi değil. Kaçmak zor, kurtulmak zor. Kaçacak yer yok. Aslında fırtına adım adım geliyorum dedi. Sözüm ona hiç kimse bilemedi. Daha doğrusu dinlemedi.
Gelir geçer dediler, geçmedi…
Eser gider dediler, gitmedi…
Ne mi yaptı?
Yıktı geçti…
Pandemi fırtına gibi daldı hayatımıza…
Virüs dedi, varyant dedi, karantina dedi, entübe dedi…
Giden gitti, kalanlar kendine aylarca gelemedi.
Enflasyon ve pahalılık fırtınası karşısında durabilen oldu mu?
Bu fırtınanın önünde durmak tahmin edilenden daha da zordu.
Bu fırtına öncelikle dar gelirliyi bunalttı, perişan etti, fena yordu.
Cebinden, cüzdanından vurdu.
Paranın alım gücünü paramparça etti, fırlattı attı.
“-Ecek” ve “-acakla” biten ve bolca tekrarlanan laflar, üfürükten teyyare babından söylendi geçti.
Fırtına o eski fırtınalardan değildi.
Eğilmeyen ne varsa iki büklüm eğildi.
Öyle yaman esti ki, sesimiz soluğumuz kesildi.
*****
Ne mi dedi insanlar?
Parası olanın parası fırladı, olmayanın anası ağladı.
Fırtına dizginlenemiyor, durdurulamıyor.
Amma velakin;
Tuzu kuru olana göre hava hoş…
Emeklide, asgari ücretlide cüzdanlar boş.
Cebindeki paraya göre, hiçbir şey alamayanlar ne yapar?
Yokluğa mı alışır?
Hiç de layık olmadığı bu duruma mı?
Açlığa mı?
Çaresizliğe mi?
Yoksulluğa mı?
Evine eli boş dönmeye mi?
Bu nasıl bir fırtınadır?
Var mı bilen, dur diyen, durdurduk diyen!