(“Dünya sessiz, insanlık suskun, Müslümanlar umursuz, ülkem derin uykuda!
Ağlamaya bile gücüm yok.
Zulme-zulme razı olanlara-zulme razı olanlara rıza gösterenlere, yazıklar olsun lanet olsun diye haykırmak istiyorum.”)
Asya ülkelerinden Burma’da (Myanmar) bir söylenti üzerine Müslümanlara karşı başlatılan katliamın sürdürüldüğünü, öldürülen insan sayısının binlere ulaştığını günler sonra öğreniyoruz. 3 Haziranda başlayan vahşetin akıl almaz boyutlara ulaştığı, insanların canlı canlı yakıldığı, insanlık dışı olaylardan haberdar oluşumuz, sosyal paylaşım siteleri sayesinde gerçekleşiyor.
İnanamıyorsunuz. Böylesi bir hunharlık yazılı görsel hiçbir yerde yok, hiçbir yetkili açıklama yok, bir yanlışlık olmalı, doğru olamaz diyorsunuz.
Katledilen insanların topluca fotoğraflarında, bir taraftan görünenin gerçekliğine bakıp irkilirken, diğer yandan insanlığın gerçekliğini sorgular buluyorsunuz kendinizi. Vahşiliğin korkunçluğuna, birde dikkate alınmayışının çürümüşlüğünü katık ediyorsunuz da insanlığınızdan utanıyorsunuz.
Ağlamaya bile gücüm kalmadığını hissediyorum.
Aslında dünya haberdarmış çok önce, İran Birleşmiş Milletlere taşımış konuyu yeni öğreniyoruz. Dünya bildiği halde ilgisiz, ülkemde ise bilgilendirmeden bile mahrum tutulmuşuz.
Dünya sessiz, insanlık suskun, Müslümanlar umursuz, ülkem derin uykuda!
Birden aklınıza Irak-Afganistan geliyor. Çok uzaklardan bu topraklara “özgürlük” getirmek için her türlü insanlık dışı girişimi uygulayan dünya güçleri geliyor gözlerinizin önüne.
Hani şu bizimde övündüğümüz “eş bilmem nesiyiz ya”
Sahi; Suriye’ye gösterilen/oluşturulan yüksek ilgi, Burma’da olan vahşete kayıtsızlık nasıl izah edilebilir.
İnsanlık vahşeti başlatıldıktan 18 gün sonra “büyük ve necip” yazılı ve görsel medyamız ürkek olduğu kadar utanmaz bir girişle konuya dâhil oluyor. Efendim! “sosyal paylaşım sitelerinin en önemli konusu binlerle müslümanın katledilmesi oldu!”
Belli ki ardından meselenin ağırlığından kaçılamayışın sonucu birkaç günlük cılız gündem maddesi görebileceğiz.
Zulme, zulme razı olanlara, zulme razı olanlara rıza gösterenlere yazıklar olsun, lanet olsun diye haykırmak istiyorum.
*** Mübarek ramazan ayının 2. günü bugün. Muhteşem iftar çadırlarımız, tırlarımız, beş yıldızlı otel iftarlarımız revaçta. Bizleri çok farklı “manevi iklimlere” taşıyormuş bu faaliyetler. Hele de bu yıl muhakkak en kalabalık iftar rekorunu muhakkak kırarmışız, öyle diyorlar.
Yine havai fişekler var, karanlığımı aydınlatıyor, yoksa içimdeki umudumu karartıyor bilemedim. Geçen günde şehidimizin ebediyete intikal ettiği gün naşının yakınında patlatılmıştı havai fişekler. Düğün mü varmış ne!
Emekli imam TV de “dini sorulara” cevap verme telaşında. İftar açılırken cinsel ilişki caiz’mi imiş? Tüm haber kanallarında ramazanın baş tacı konusu bu sorunun cevabı.
Muhterem bakanımız iftarda Suriye’yi hatırlıyor yine, bize de hatırlatıyor doğal olarak.
Her şey var, Müslümanların günlerdir hunharca yok edilmesi, yok..
Irakta milyonlar öldürülüp, kadınlara tecavüz yaşanırken yaptığımız ne ise aynısını yapıyoruz.
Sırtımızı dönüyoruz.
Tela fer-Kerkük-Karabağ vahşetlerinde yaptığımız gibi.
Yakaladığımız istikrar önemli diyenler bu konuları kastediyor herhalde diyorum, kendi kendime.
Gazze için nede güzel ağlama seansları yapmıştık aslında günlerce seyretmeye, anlatmaya doyamamıştık. Dünyaya da hani bir ayrı kükremiştik. Her şey bizden sorulacaktı artık.
Kızmaya görelim hemen bu bizim işimiz der olmuştuk.
Tüm İslam alemi bize bakar olmuştu artık. Lider ülke oluyorduk galiba!
Daha dindar yaşıyorduk, her alanda duvarlar yıkılıyor dindar insanlarımız söz sahibi oluyor ve güçleniyordu. Büyük sermaye sahibi-medya kuruluşları- sivil toplum kuruluşları-kurumlar artık “inanan insanları” etkili olduğu alanlardı.
Hal böyle iken yaşadıklarımıza bakınca,
– Afrika da katledilen; Müslümanlar/insanlar
– Türkiyemin bağrında katledilen ise; vahşete ilgisiz kalarak, şen şakrak dindarlık oyununda, insanlık ve onuru…
– Dünyanın sessizliğinin katlettiği ne gelince; adalet, umut ve gelecek..
Cenabı-Hak Kur’an-ı Kerim de buyuruyor ki;
كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ أَن تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ
إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِهِ صَفًّا كَأَنَّهُم بُنيَانٌ مَّرْصُوصٌ
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir. Hiç şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.”
*** Andolsun ki; “Allah ise nurunu tamamlayıcıdır”
Kendimize yabancılaşıp, kendimizdekinden uzaklaştığımız, bencilliğimizin girdabında düştüğümüz bataklığın bizleri iliklerimize kadar çürüttüğü dönemdeyiz. Şekil ve şekilciliğin yegâne öncelik olduğu, batıl’ın hakkaniyete galebe çaldığı günümüzde müracaat kapımız evvelden ebediyete illaki bellidir.
Müracaatımız idrak ettiğimiz mübarek Ramazanın feyz ve bereketine sığınıp, sonsuzluk kapısına, rahmet kapısınadır…
Cenab-ı Mevlam Kur’an-ı Kerimde buyuruyor ki;.
يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
“Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler, Allah ise nurunu tamamlayıcıdır. Velev ki, kâfirler hoşlanmasınlar. O, o (Mabûd-u Kerîm) dir ki Peygamberini Kur’an ile ve hak din ile gönderdi. Onu her din üzerine yükseltmek için. Velev ki müşriklerin hoşuna gitmesin.”
Vesselam!..