Yusuf Dülger
Yusuf Dülger

İmamı Azam Ebû Hanife

İmamı Azam Ebû Hanife

“Kişi en iyi şekilde, erdemleri için cezalandırılır.”

F.Nıetzsche

 

İmamı Azam veya Ebû Hanîfe olarak bilinen büyük bilginin asıl adı Numan, babasının adı Sabit’tir. M. 699’da Kufe’de doğmuş, 767’de Bağdat’ta vefat etmiştir. Hicri tarihe göre doğumu 80, ölümü 150’dir. Ahmet Hamdi Akseki’ye göre Türk, Muhammed Ebû Zehra’ya göre Fârisî (İranlı)dir. [1]

İmamı Azam kumaş ticareti ile uğraşırken; zamanının bilgini Şabi ile karşılaşmış. Kendisinin zekasına hayran olan Şabi İmamı Azam’a ilimle de uğraşmasını önermiş. Öneriye uyan İmamı Azam ticareti de bırakmamıştır. Ortağının hakkını yememek için ortağı ile iş bölümü yapmış; ortağı satış işini, kendisi de muhasebe işini üstlenmiş, haftanın belli gün ve saatlerini ticarete ayırmıştır.

70 yıllık hayatının 52 yılı Emevilerle, 18 yılı Abbasilerle geçmiştir. En büyük hocası Hammad’a 18 yıl öğrencilik yapmış, Hammad’ın ölümünden sonra hocasının yerine geçmiş, 64.000 kadar fetva vermiş, 4.000 civarında öğrenci yetiştirmiştir. Öğrencilerinden 560’ı şöhret bulmuştur.[2]

İmamı Azam büyük bir İslam düşünürü ve hukukçusudur. Önceleri İslam dininin inanç yönleriyle uzun süre uğraşmış, İslam inancını bozmak için uğraşanlarla akli münakaşalar yapmış, İslam’ın inanç temellerini atmıştır. Daha sonra İslam’ın ibâdet ve muâmelâtına yönelmiştir. Bu yönüyle derin bilgiler kazanmış, meşhur dört ameli mezhepten (Şafii, Hanbeli, Maliki, Hanefi) biri olan Hanefiliğin kurucusu olmuştur. Bu dört mezhebin içinde en kolayı, en evrenseli Hanefiliktir. Büyük bilginin bu yönü kişiliğinden, yaşadığı muhitten ileri gelmektedir.

Bize çokça İmamı Azam’ın dindeki ibâdet ve muâmelâtına ilişkin düşünceleri anlatıldı; “İmamı Azam Hanefi Mezhebinin kurucusudur, biz amelde Hanefi mezhebindeniz” dendi, kendisinin kişiliği, yaşayışı, ahlakı pek anlatılmadı. Ben bu yazımda O’nun bilmediğimiz yönlerini kısaca anlatmaya çalışacağım.

İmamı Azam zeki bir insandı. İkna edici bir özelliği vardı. İmamı Mâlik İmamı Azam için der ki:

“Ebû Hanîfe’nin mantığı o kadar kuvvetlidir ki, eğer şu direk altındır derse onu ispat edebilir.” (Ahmet Hamdi Akseki a.g.e. s. 45)

 

İmamı Azam’ın Hocaları:

* Hammad b. Ebû Süleyman. En etkili ve en uzun ömürlü hocasıdır. Irak Fıkıh ekolünün kurucularındandır. Hammad, fıkıhta özgür düşüncenin yolunu açan kişidir.

* Zeyd bin Ali Zeynelabidin. 12 İmam’dandır. Ebû Hanîfe bu hocası için şöyle der: “Zamanında ondan daha fakîh, ondan daha bilgili, daha süratle cevap veren bir kimse görmedim.”

* Muhammed Bâkır. 12 imamdan biri ve Ali Zeynelâbidin’in oğludur.

* Ata bin Ebî Rebâh. Tefsircidir, sahabeden İbni Abbas’ın ekolündendir.

* Katâde. Hadis, tefsir ve fıkhın büyük isimlerdendir.

* Hişâm bin Urve. Sahabeden Zübeyr bin el-Avvam’ın torunudur. Dedesi ve babasının bilgilerini Ebû Hanîfe’ye aktarmıştır.

* Cafer Sâdık. 12 İmamdan olup Muhammed Bâkır’ın oğludur. Ebû Hanîfe kendisi için: “Ondan daha fakih kimse görmedim” der.[3]

 

Kitapları:

İmamı Azam özel olarak kitap yazmamıştır. Öğrencileri O’nun anlattıklarını not tutmuş, o notlar sonra basılmıştır. İmamı Azam’ın eserleri Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocalarından Prof. Dr. Mustafa Öz tarafından dilimize çevrilmiştir. İmamı Azam’ın Beş Eseri adıyla çevrilen o kitapçıkların adları şöyledir: El Âlim ve’l Müteallim, el Fıkhu’l Ebsat, el Fıkhu’l Ekber, Risaletü Ebî Hanîfe, el Vasiye.[4]

 

Ebû Hanîfe’nin Kişisel Özellikleri:

Ebû Hanîfe son derece güvenilir biridir. Kadının biri kendine ipek kumaştan dikilmiş bir elbiseyi satmak için getirmiş. Kaç lira istediğini sormuş. Kadın yüz dirhem istemiş. “Yüzden fazla eder” deyince kadın yüzer yüzer 400’e kadar çıkmış. “Daha fazla eder” deyince kadın: “Benimle eğleniyor musun” demiş. Ebû Hanîfe: “Ne münasebet, senin elbisen daha fazla eder, git bir adam getir, ona fiat biçtirelim” demiş. Kadın bir adam getirmiş, adam 500 dirhem fiat biçmiş. Elbise 500 dinara satılıp alınmış.

Mağazasında kusurlu bir kumaş varmış. Ortağına: “Satarken bu kusuru söyle” demiş. Ortağı bunu unutmuş. Ebû Hanîfe bunu öğrenince kusurlu malı alan adamı araştırmışlar bulamamışlar. Ebû Hanife o gün yapılan satışın tüm parasını bağışlamış. (Muhammed Ebû Zehra a.g.e. s. 47-49)

Ebû Hanîfe çok nazik bir kişiliğe sahiptir. Münazara yaptığı kişilerden birisi kendisine: “Ey bid’atçı, ey zındık!” diye hakaret edip bağırınca cevabı vermiştir: “Allah seni affetsin, benim böyle olmadığımı Allah bilir…” Adam hatasını anlar, “Beni bağışla” diye yalvarır. (Muhammed Ebû Zehra a.g.e. 98)

Şu söz Ebû Hanife’nin: “Biz yaptığımızı Allah’ın dinini savunmak  için yaptık; birilerine yakın olmak veya dünyalık elde etmek gibi bir arzumuz yok.” Yaşar Nuri Öztürk a.g.e. s. 70)

Ebû Hanîfe yardım sever birisidir. Okuttuğu öğrencilerden herhangi bir para almadığı gibi fakir öğrencilerinin tüm gider ve ihtiyaçlarını kendisi karşılamıştır.

O’nun şu sözü uzunca düşünmeye değer:

“Eğer dünya ve ahrette Allah’ın velilerinden maksat bilginler değilse, Allah’ın velisi yok demektir. (Yaşar Nuri Öztürk a.g.e. s. 79)

 

Kadın Hakları Konusundaki Görüşleri:

Ebû Hanîfe’ye göre İslam dini erkeğe verdiği görev ve hakları kadına da vermiştir. (Muhammed Ebû Zehra a.g.e. 585-585)

Yaşar Nuri Öztürk, Ebû Hanife’nin kadınlar hakkındaki görüşünü şöyle özetler: “Kadının evlenmede kimsenin velâyet ve vesâyetine muhtaç olmadığını ilan edip kadın özgürlüğünün yolunu açtı; böylece geleneksel fıkhın temel kabullerinden birini yıktı.” (Yaşar Nuri Öztürk a.g.e. s. 21)

 

Hüküm Verirken Takip Ettiği Yol:

Amamı Azam fevte verirken önce Allah’ın kitabını, sonra Hz. Muhammed’in sağlam sözlerini esas almıştır. Kuran ve sünnette olmayan konulara takılıp kalmamış, aklını kullanmış, insan hayatını çıkmaza sokmamıştır.

Şu sözlerine bakın:

“Ben bulduğum vakit Kitabullah’tan alırım. Onda bulamadıklarımı Peygamber’in sünnetinden ve mevsuk (delili/sağlam) kimselerin elinde bulunan O’nun sahih eserlerinden alırım. Allah’ın kitabında ve Peygamber’in sünnetinde bulamadığım takdirde ashaptan tercih ettiklerimin sözlerini alırım, dilediğimin sözünü terk ederim… İş İbrahim Nehai, Şabi, Hasan (Basri) İbn-i Sirin, Said b.Müseyyib ve emsaline gelince, onlar nasıl içtihat ettilerse ben de öyle içtihat ederim.” (Osman Keskioğlu a.g.e. s. 90)

Kendisi hakkında yapılan şu tespit çok önemli:

“İmamı Azam, öncelikle Kuran’a bakıyordu. Aradığını orada bulamayınca sünnete gidiyordu. Aradığını orada da bulamayınca sahabenin sözlerine başvuruyordu. Bu sözler içinden tercih yapıyordu.. Eğer aradığını sahabenin herhangi birinde de bulamaz ise o zaman tabiunun (yani kendi neslinin) sözlerine bağlı kalmıyor, gerekli içtihadını yaparak hükmü kendi veriyordu.”(Heytemî, el-Hayrâtü’l-Hisân, 62)” (Yaşar Nuri Öztürk a.g.e. s. 320)

Ebû Hanîfe’yi “İMAMI AZAM” yapan metot işte budur. Hz. Muhammed döneminden sonra, İslam’ı anlama ve doğru yorumlamak için İmam-ı Azam kadar ilkeli ve cesur birisi çıkmamıştır. Peygamber’den sonra, 12 asra yakın bir süredir akıl, bilgi ve cesaretini öne çıkaran böylesi bir Müslüman hukukçu çok azdır. İslam dünyasının düşünce tembelleri İmamı Azam ve benzeri dehaları hep: “Zındık, kafir”, daha sonraları “mezhepsiz” diye suçlamışlar, İslam dünyası bu yüzden geri kalmıştır.

Konuya kendi yurt ve tarihimiz üzerinden bakalım. Osmanlı’nın 600, Türkiye’nin 100 yıla yaklaşan İslam geleneği hep: “Falan Efendi şunu yazmış, filan zata göre”lerle (taklitlerle) doludur. Yeri gelmişken Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin emekli hocalarından Prof. Dr. Hüseyin Atay gibilerini ayırmak gerekiyor. Atay Hoca, İslam düşüncesindeki duraklamayı taklit sözüyle açıklamaya çalışır; taklidin: “Boyuna tasma takma” anlamına geldiğini, kurbanlık hayvanların boyunlarına tasma takıldığını yazdıktan sonra mukallitlerin (taklitçilerin) zihinleri tasmalı/kilitli olduğu için kurbanlık hayvanlardan daha kötü olduklarını belirtir.[5]

İslam dünyasında bugüne kadar çok sayıda dirayet sahibi bilgin çıkmış, kitaplar yazmış, taklitçilikle mücadele etmiştir. Bu bir yazının boyutunu aşan, başlı başına bir kitap konusudur. Türkiye’de gelenekler ağır bastığı için halkımız dirayet sahibi kişilerden yeterince yararlanamıyor.

Şu sözler İmamı Azamın:

“Kuran-ı Kerim’in hilafına, Hz. Peygamber’den hadis nakleden herhangi bir kimseyi reddetmek, Hz. Peygamber’i reddetmek demek değildir. Bilakis Hz. Peygamber adına bâtılı rivâyet eden kimseyi reddetmek demektir.” (Mustafa Öztürk s. 25 El Âlim ve’l-Müteallim’den)

“Peygamber dışında kimse masum değildir. Hiç kimse eleştiri üstü olamaz. Sahabe içinde en büyük saygıyı duyduğum, hakları için canımı verdiğim Ali bile tartışma üstü tutulamaz, tutulursa bu şirk olur.” (Yaşar Nuri Öztürk a.g.e. s. 77)

Ebû Hanîfe eleştirileceğini bildiği halde böylesi düşünceleri dile getirmekten çekinmemiştir. Ayrıca Ebû Hanîfe sırf zamanının hastalığını teşhis etmekle kalmamış; bugünlere de ışık tutmuştur. Dikkat ederseniz bugün ülkemizde Kuran’a ters düşen hadisleri yayan çok hoca var. Bu hocalar Kuran’a ters düşen “hadisleri” reddettikleri için: “Peygambersiz din olmaz, bunlar hadisi inkâr ediyorlar” diye, bilerek bozgunculuk yapıyorlar, İslam’ı yozlaştırıyorlar.

Türkiye’de uydurma sözleri hadis diye kutsallaştıran birçok din tahripçinin yanında bir de, Kuran ve hadisleri ikinci plana iten, sözde “maneviyat ehli” denen cahillerin söz ve kitapçıklarını kutsallaştıran, kara cahil çok sayıda beyinsiz var. İslam adına İslam’ın esaslarına zarar veren sözde din adamları ve dini kesimleri susturmak her Müslüman’ın görevidir.

 

Hz. Ali Soyuna İlgisi, İlk Hapsi, Mekke Hayatı

Peygamber’in torunlarından İmam Zeyd b. Ali Zeynelâbidin ve oğlu Yahya, Yahya’nın oğlu Abdullah Emevilere karşı oldukları için haksızca öldürülmüşlerdi. Zeyd b. Ali’nin’ Ebû Hanîfe nezdinde büyük mevkii vardı (Muhammed Ebû Zehra a.g.e. s. 53). Ebû Hanîfe Zeyd’i destekliyordu. Son Emevi halifesi Mervan b. Muhammed bunu bildiği için Ebû Hanîfe’yi takibe aldı. Mervan, Kufe Valisi Yahya b. Ömer b. Hübeyre aracılığı ile Ebû Hanîfe’yi kadı yahut hazine memuru yapmak istedi. Amacı, bu resmi görevle Ebû Hanîfe’yi yanına çekmekti. Ebû Hanîfe bu görevi kabul etmeyince hapse attılar, her gün dövdürdüler.

Dostlarının da yarımıyla, bir ara formül ile Ebû Hanîfe geçici olarak hapisten çıkarıldı. Bunu fırsat bilen İmam Mekke’ye kaçtı, 6 yıl Mekke’de kaldı (H. 130-136). Kabe’nin çevresinde ilim meclisleri kurdu, büyük bir çevre ve itibar kazandı. Emeviler yıkılma sürecine girince Küfe’ye geri geldi. Küfe uleması kendisini saygı ile karşıladı, ilmi çalışmalarını sürdürdü.

 

Dürüstlüğü ve Haktan Yana Oluşu

Abbasi halifesi Mansur eşlerinden birisi ile yaşadığı bir sorunda Ebû Hanîfe’yi hakem yapmak istedi. Ebû Hanîfe konunun ayrıntısını öğrendikten sonra Halife’nin eşini haklı buldu. Mansur’un eşi, hizmetlisiyle Ebû Hanîfe’ye bol miktarda para, elbise ve cariye gönderince kabul etmedi, hizmetliye dedi ki:

“Ona selam söyle ve de ki: Ben dini vazifemi yaptım. Hakkı savundum. Bunu Allah için yaptım. Dünyalık da arzu etmedim…” (Muhammed Ebû Zehra a.g.e. s. 63)

Emeviler döneminde haksızlık gören Hz. Ali’nin torunları Abbasiler döneminde de aynı sonucu yaşamaya başladılar. Ali soyuna içten bir sevgi besleyen Ebû Hanîfe bu kez Abbasilerden huzursuz olmaya başladı. Mansur Ebû Hanîfe’yi Bağdat Kadısı yaparak kontrolüne almak istedi. Bağdat kadılığı’nı kabul etmeyen Ebû Hanîfe, zorlamalarla Bağdat’a getirildi, yanlışlıkları eleştirmekten geri durmadı, bir taraftan da Bağdat Kadısı İbn-i Leyla’yı yanlış fetvalarından dolayı eleştirdi. Kadı İmam’ı Halifeye şikâyet etti.

Ebû Hanîfe’nin Bağdat kadılığını kabul etmeyişinin nedeni, Halife Mansur’un yanlışlarına alet olmamaktı. Mansur, “sus payı” olarak Ebû Hanîfe’ye hediyeler gönderiyor ama Ebû Hanîfe hediyeleri “kamu/kul hakkı” diye kabul etmiyordu. Bu ilkeli dik duruşlar Halife Mansur’u çok rahatsız etti. Bir gün çağırtıp sordu:

“Sen benim hediyelerimi neden kabul etmiyorsun? Cevap:

“Sen o hediyeleri kendi malından değil, beyt’ül maldan (milletin bütçesi) gönderiyorsun. Benim millet malını yeme hakkım yok. Ben cephede savaşmadım. Ben savaşçıların çocuğu değilim. Ben kimsesiz bir yavru, yoksul birisi de değilim. Hediyeleri kendi malından verseydin alırdım…” (Muhammed Ebû Zehra a.g.e. s. 82)

Ebû Hanîfe’nin bu onurlu duruşuna tahammül edemeyen Halife Mansur kendisine zindana attırdı, ayrıca her gün 10 (bazı anlatımlara göre 110) kırbaç vurdurttu. (Muhammed Ebû Zehra a.g.e. s. 87)

Mansur bir gün İmamı Azam’ı huzuruna getirtti, şerbet takdim etti. Ebû Hanîfe şerbetin zehirlenmiş olduğunu anladı, içmek istemedi. Mansur şerbeti zorla içirdi. Ebû Hanîfe kalkıp giderken Mansur nereye gittiğini sordu. Cevap: ‘Senin beni göndermek istediğin yere gidiyorum.’ Doğruca hapishaneye gitti ve kısa bir süre sonra hapishanede öldü.”  İmamı Azam öleceğini hissedince secdeye gitti, secdede iken ruhunu teslim etti. (Yaşar Nuri Öztürk a.g.e. s. 217, Aliyy’ül Kari a.g.e. s. 15)

 

İmamı Azam’ın Örnekliği

İmamı Azam öğrenci, öğretmen, esnaf, Müslüman, hoca, müftü, Diyanet İşleri Başkanı kim olursa olsun herkes için örnek insandır. O, çalışkan bir öğrenci, iyi bir öğretmen, dürüst bir esnaf, minnetsiz kahramandır.

İmamı Azam bilgisini satmamıştı; İslamiyet’i paraya dönüştürmemiş, makam ve mevki peşinde koşmamış, “minnet altında kalmayayım, kamu malı yemeyeyim” diye hediye bile kabul etmemişti.

İmamı Azam İslam’ı tüm çağ ve mekanların dini yapmış, bilim ve teknolojinin gerisinde kalmamıştı. O’nun büyüklük ve başarısı “Ben de insanım, benim de aklım var” demesindedir.

İmamı Azam politikacıların önünde eğilmemiş, makam-mevki düşkünü olmamış, yanlışlara göz yummamış, haksızlıklara hep karşı çıkmıştır.

Bugünkü Diyanet mensupları İmamı Azam gibi değiller; İslam’dan İslam’ı zırh ve kalkan olarak kullanıyorlar, günün politikacılarına göre hutbe okuyorlar. Politikacılar AB hatırı yahut hesabına domuz eti, zina, oğlancılık gibi rezalete yasal statü kazandırırlarken biz “İmam, Başkan” sıfat ve cübbeliler susuyorlar.

Bizim Cumhuriyet ve uygarlık düşmanı politikacılar nankörlük ederlerken, din görevlilerimizin çok büyük bir oranı o nankörlere destek veriyorlar.

Diyanet ve dini oluşumlar İmamı Azam’ın hayatını, ilmini ve dirayetini halkımıza öğretmiyorlar. Çünkü bunlarda İmamı Azam’ın huyu yok, politikacıların korkusu var. Öyle ise biz kendimiz İmamı Azam’ı öğrenelim.

Allah İmamı Azam’dan razı olsun, nur içinde yatsın.

 

 

[1] Ahmet Hamdi Akseki İslam Dini İtikat, İbâdet ve Ahlâk s. 44. Diyanet İşleri Başkanlığı Yy Ankara 1976. Osman Keskioğlu Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku s. 89. Diyanet İşleri Başkanlığı Yy. Ankara Tarihsiz Prof. Muhammed Ebû Zehra Ebû Hanife (Ter. Osman Keskioğlu) 5. Baskı s. 21, 29. Üçdal Neşriyat, İstanbul tarihsiz.

[2] Osman Keskioğlu Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku.  89-90.

[3] Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk İmamı Azam Ebû Hanife s. 51-57 Yeni Boyut Yy. İstanbul 2009.

[4] İmamı Azam, İmamı Azam’ın Beş Eseri (Ter. Prof. Dr. Mustafa Öz) M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yay. İstanbul 2008. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk biraz sonra adını vereceğim İmamı Azam Ebû Hanife adındaki incelemesinde Ebû Hanîfe’ye ait Kasîdetü’n-Numaniyye adlı bir ant kitabından söz etmektedir. (s. 73)

[5] Prof. Dr. Hüseyin Atay Kuran’a Göre Araştırmalar V s. 26-27 Ankara 1995.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!