Yusuf Dülger
Yusuf Dülger

Diyanet ve Ruhbaniyet (II)

Diyanet ve Ruhbaniyet (II)

Bu yazının 1. bölümünde verdiğimiz Tevbe: 9/31’i tekrar yazarak konumuza devam edelim.

“Hahamlarını ve rahiplerini Allah’tan ayrı Rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih’i de öyle. Oysa kendilerine yalnız tek bir Tanrı olan Allah’a ibâdet etmeleri emredilmişti. O’ndan başka Tanrı yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.”

Ayetteki hahamlarını ve rahiplerini kelimelerinin Karan Arapçasındaki ifadeleri; ahbar ve ruhbandır, her iki kelime de çoğul olup ahbar kelimesinin tekili Hıbr/Habr, ruhban kelimesinin tekili de Râhip’tir. Tefsirciler ahbar’ı Yahudi din bilginleri, ruhbanı da hahamlar Hıristiyan din âlimleri olarak açıklarlar. Kelime olarak güzel söz söyleyenler, ruhban korkanlar demek oluyor. [1]

Ayet Allah, Musevi ve Hıristiyanlar için; Ben onlara tek Allah’a ibadet edin demiştim ama dinlemediler. Ben onların bu yanlışlarını kabul etmiyorum, ben yüceyim, benim yanımda başka rab aramayın diyor, yanlışlarını söylüyor.

Konunun iyi anlaşılması için RAB kelimesinin anlam ve açıklamasına bakalım.

Rab; terbiye, çocuğu büyütmek, terbiye etmek, yetiştirmek” demektir. Bu manada çocuk büyüten, çocuk bakıcısı ve mürebbicisi olan kadınlara râhibe ve râbbe denir. Babalara da rabîb ve rab denir.. Rab, mâlik, sâhip, müdebbir, bir işi elinde ve önünde tutan, iyilik yapan demektir. Dini ve mücerret manada rabbın asıl manası büyütmek, yetiştirmek, terbiye etmek, malik, sahip, .. tır.

Bir mürebbi, nasıl küçüğü büyüttüğü, yetiştirip terbiye ettiği zaman, onunla inceden inceye alakadar olur, halini hareketlerini, bütün tavırlarını ve gelişmesini kontrol eder, uygun olmayanları ıslah edip düzenler, nasıl hareket edeceğini gösterir ve öğretirse, çocuğun yapacağı aykırı hareketlere ve söz dinlememezliğine karşılık mürebbi de baba gibi çok yumuşak ve merhametli davranır.

Kuran’da baba ve oğul sevgisini göz önüne alarak, Allah sevgisinin derecesi onunla ölçülmüş ve Allah’ı oğlundan ve babasından çok sevmeyenin zâlim ve fâsık olduğunu bildirmiştir (Tevbe: 23,24). Bir baba oğluna yaptığı bunca iyilikleri onu sevdiğinden yaptığı gibi, rabbın da insanlara olan bütün iyilik ve ihsanları onları sevmesine dayanır. Kuran, rab kelimesinin bu manasına dayanarak, insanlara tanıtmak istediği tanrının bu sıfatları haiz olduğunu ortaya koymak için ilk olarak rab sıfatını zikretmiştir..” [2]

Prof. Hüseyin Atay’ın bu tespit ve yorumları çok öğretici. Hatırlayalım, Kuran’ın ilk ayeti “Rabbinin adıyla oku”dur. İlk inen sûre olan Fatiha’da Allah kendini, “Âlemlerin Rabbi” diye tanıtıyor. Allah, bir ana yahut babanın çocuğuna olan sevgi ve desteğine dikkat çekmek için kendisini RAB adıyla tanıtıyor.

Şöyle bir düşünelim; çocuğunun her şeyini karşılayan bir anne-baba çocuğunu büyüttükten sonra, çocuğu hiç söz dinlemez, kendisine eziyet ve hakaret eder, kendini döver söver olsa; o anne-baba çocuğuna olan sevgi ve ilgiyi kesmeye, hatta hiç ilgilenmemeye başlar. Peki, Allah böyle bir kuluna ne yapar? O böyle yapmıyor; bir insan ne kadar isyancı olursa olsun, desteğini çekmiyor. “Bu kulum tamamen azıttı, ben de bunu bırakayım, yaşayamasın” demiyor; o kulunun organlarından birisini almıyor, güneşini, havasını kesmiyor, yaşayıp gidiyor. Gerçek RAB işte bu.

 

Bu Ayet İle İlgili Açıklamalar:

İnsanoğlunun sıkıntısı eksik olmaz. Böylesi durumlarda bir Musevi, bir Hıristiyan yahut bir Müslüman, sıkıntısını aşmak için haham, papaz, hoca, şeyh gibi kişilere dönerek; “Sen bana yardım et de, benim için Allah’a şefaatçi ol da Rab benim sıkıntımı çözsün” derse, yanlış yapar. Çünkü herkesi rab yaratıp büyüttü. Rab, her sesi duyar, herkesi bilir. Allah’ın yanında geçerli olan meslek ve kılık-kıyafet değildir; kişilerin inanış ve yakarışlarıdır. İslam dini kul ile Allah arasına bir yaratığın konmasına “şirk/ortaklık” der ve bunu en büyük günah sayar.

Hz. Muhammed hayatta iken Hâtem Tâî adındaki adamın Adiy adında bir oğlu varmış. Hıristiyan olan Adiy Peygamber’in yanına gelmiş. Bu arada Peygamberin Tevbe: 9/31’i okuduğunu duymuş. Kafasına; “Hahamlarını ve rahiplerini Allah’tan ayrı Rab edindiler..” cümlesine takılmış. Peygamber’e, “Biz onlara tapmayız” demiş.

Peygamber: Siz onların haram yaptığını haram, helal yaptığını helal kılmaz mıydınız? İşte bu onlara tapmaktır buyurmuş. (Süleyman Ateş, a.g.e. s.70) Hamdi Yazır bu ayetin açıklamasında aynı anlama gelen farklı bir ifade kullanır. Peygamber Adiy’e sormuş: “Allah’ın helal kıldığına haram derler, siz de haram tanımaz mıydınız? Allah’ın haram kıldığına helal derler, siz helal saymaz mıydınız?” demiş. Adiy “evet” deyince Peygamber, “İşte bu onlara ibadettir” diyor. (M. Hamdi Yazır, a.g.e. s. 318)

 

Haram ve Helal Sayma Hakkı:

Herhangi bir şeyi  din adına haram yahut helal kılma hakkı Allah’ındır. Allah bu hakkı hiç kimseye vermemiştir. Şu ayetleri düşünelim:

“Allah’ın kulları için yarattığı süs ve temiz rızkları haram kılan kimdir? Bunlar dünya hayatında iman edenlerindir, kıyamet günü de yalnız onlar içindir de. Bilen kimseler için ayetlerimizi böylece uzun uzadıya açıklıyoruz. Deki: Rabbim ancak utanç verici açık ve gizli işleri, günahkâr olmayı, haksız yere saldırmayı ve hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah’a ortak koşmanızı, Allah’a karşı bilmediğiniz şeyi söylemenizi haram kılmıştı.” (Araf: 7/32-33)

“Diliniz yalana alışmış olduğu için, her şeye, ‘şu haram, bu helal ‘ demeyin. Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah’a karşı yalan uyduranlar şüphesiz mutluluğa erişemezler.” (Nahl: 6/116)

“.. Size haram kıldığı şeyleri genişçe anlatmıştır..” (Enam: 6/119)

Bu açık ayetlere rağmen Türkiye’deki bir kısım hocalar, Kuran’da olmadığı halde: “Şu haram, bu haram” diyerek haramları çoğaltıyorlar, insanları boğuyorlar. Böylelerinin Allah’ın kötülediği o rahip ve papazlardan ne farkı kalır? Halkımız böylesi sorumsuz ve kişilere inanmamalı, onlara soru bile sormamalılar. Kuran’ı açıp okuduğumuzda Allah’ın neleri haram, neleri helal kıldığını kendimiz öğreniriz. Allah herkese akıl vermiş; bu akılla helalı ve haramı öğrenmeye başlayalım. Bunu yapmazsak, Musevi ve Hıristiyanlardan farkımız kalmaz. Allah Kuran’ı sırf hocalara göndermemiş, hepimize göndermiş. Kuran sırf hocaları muhatap almıyor, herkesi muhatap alıyor. Kuran yalnız hocaların değil, hepimizin kitabıdır.

Böylesi durumlarda Diyanet’e çok görev düşüyor. Diyanet: “Kuran’nın haram kıldığı şeyler bellidir. Bunların dışındakiler helal” deyip çıkacak ama böyle yapamıyor. Çünkü Diyanet’te aklına ve bilgisine güvenemeyen, çevrenin ve hurafeci kesimlerin baskısından kurtulamayan, kafasını rivayetlerle dolduran bir sürü insan var. Halkımızın araştırıcı olmayan yapısı ile Diyanet’in temelsizleşen yapısı bir araya gelince; Türkiye haram olmayan “haramlar” ile dolup kalıyor. Daha yeni, kendisini “büyük hoca” sanan birisi birkaç gün önce, “dövme yaptırmak haram mı” sorusuna: “Bana göre haram” dedi çıktı. Haramın sana göresi, bana göresi olmaz. Haram, Allah’ın bildirdiğine göre haramdır.

Türkiye’de İslamiyet, Musevilik ve Hıristiyanlığın yaşadıklarını yaşarsa; sunun baş sorumlusu Diyanet olacaktır.

 

Devamı var

[1] Elmalılı M. Hamdi Yazır Hak Dini Kuran Dili, c.4, s. 317. Feza Gazetecilik İstanbul Tarihsiz,

Prof. Dr. Süleyman Ateş, Yüce Kuran’ın Çağdaş Tefsiri, c.4, s. 70. Yeni Ufuklar Yy. İstanbul 1989.

[2] Dr. Hüseyin Atay, Kuran’a Göre İman Esasları s. 23-24, Ankara Tarihsiz.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!