Safter Tanık
Safter Tanık

KUR KRİZİ, FAİZ VE ENFLASYON

KUR KRİZİ, FAİZ VE ENFLASYON

“İktidarın ekonomi politikasının değişmesi, siyasi ve iktisadi
zorunluluğa dayanır.
Tasarruf sahibinin tedirgin, yerli sermayenin açık pozisyonu kapama
ya da rantiye amacıyla hareketlendiği, yabancı sermayenin önemli,
kur ve fiyatın serbest olduğu bir mali yapı-sistemde; faiz indirimine
gitmek, kur artışını getirir. Sistemin istismarı da kur krizi-fahiş fiyat
artışını doğurur.
Kontrollü kambiyo rejimi, faiz ve fiyat sınırlaması olmayan serbest
ekonomide; faizi indirmek, ancak ihtiyat fonunun bulunması ya da
borcu azaltmak ile olur.
Tasarruf ve sermaye birikimi yetersizliği, sorunun temel nedenidir.
Sorunun çözümünde, 40 yıldır söylenen bir çareye başvurulması ise
düşündürücüdür.
Enflasyonun; hem iç, hem de dış birbirini tetikleyen birçok ana-tali
nedeni vardır.
Kur ve fiyat artışında; asıl nedenler dışında, bir de manipülasyon
dikkati çekiyor.
Bizde “serbest ekonomi” denince, dini-ahlaki sorgulama-müeyyiden
yoksun vahşi bir piyasa anlaşılıyor. Bu; milleti milli bilinçten yoksun
kılan, varlığını tehdit eden çok tehlikeli bir şeydir.
“Serbest ekonomi var” diye piyasadaki disiplinsizliğe hiçbir hükümet
müsaade edemez, iktidarda da kalamaz.
Disiplini sağlamada; başta hükümet olmak üzere yargı organı, tüm
kamu kurumları, meslek odaları, kişi ve kuruluşlara düşen milli bir
görev vardır.”.

Kriz Süreci
23 Eylül
18 Mart 2021’de politika faizini % 17’den 19’a yükselten TC Merkez
Bankası, ilk faiz indirimine gitti. 100 baz puan indirimle politika faizini
% 19’dan 18’e düşürdü. Buna, enflasyon gerekçesi ile bir eleştiri geldi
ise de cılız kaldı.
Dolar/TL; 8.60’tan 8.90’a çıktı, BİST 100 endeksi; % 0.51 düşüşle 1.402
puandan kapadı, 2 yıllık tahvil faizi (gösterge faizi); % 17.81, CDS; 405
baz puan oldu.
Yani fazlaca değişen bir şey olmadı.
6 Ekim
TC Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun; 21 Ekim toplantısının
yaklaşmasıyla, faiz tartışması yeniden gündeme geldi.
Sermaye piyasasında; “TC Merkez Bankası’nın, 100 baz puanlık faiz
indirimine gideceği” görüşü, ağırlık kazandı.
Dolar/TL; 8.90’nın üzerine çıktı, BİST 100 endeksi; % 1.43 düşüş ile
1.371 puandan kapadı, 2 yıllık tahvil faizi; % 17.44, CDS 434 baz puan
oldu.
Dolar/TL’nin, 8.60-8.90 bandı üzerine çıkması dikkati çekti.
21 Ekim
TC Merkez Bankası, ikinci faiz indirimine gitti. Politika faizini; piyasa
beklentisi üstünde, 200 baz puan indirimle % 18’den 16’ya düşürdü.
Bu; muhalefet-büyük sermaye-çoğu ekonomi yorumcusu tarafından
tepki ile karşılandı, “enflasyonu düşürmeden, faiz indirimine gitmek
yanlıştır” dendi. İktidar ise; bunun “üretim-tasarruf-ihracata” dayalı

ekonomik politikanın gereği olduğunu söyledi, devamının mesajını
verdi.
Dolar/TL; 9.57’yi gördü, BİST 100 endeksi; % 1.58 yükseliş ile 1.455
puandan kapadı, 2 yıllık tahvil faizi; % 17.81, CDS; 453 baz puan oldu.
Döviz ve hisse senedi piyasasına olan yöneliş dikkati çekti.
8 Kasım
Dolar/TL; banka ve şirketlerin alışı ile 9.60’tan başlayan bir yükseliş
trendine girdi, 17 Kasım’da da 10.61’i gördü.
18 Kasım
TC Merkez Bankası, üçüncü faiz indirimine gitti. Politika faizini, 100
baz puan indirimle % 16’dan 15’e düşürdü.
Dolar/TL; 10.83’e çıktı, BİST 100 endeksi; % 1.75 yükseliş ile 1.736
puandan kapadı, 2 yıllık tahvil faizi; % 17.68, CDS; 443 baz puan oldu.
2 Yıllık tahvil faizi (gösterge faizi), değişmedi.
Market zincirlerinin başlattığı, gıda piyasasına yayılan zamlar dikkati
çekti.
23 Kasım
Dolar/TL’nin 10’u aşması, daha yüksek bir kur beklentisini getirdi.
Dolar/TL 12.48 oldu, TC Merkez Bankası’nın müdahale beklentisi ile
gelen satışla 25 Kasım’da 11.96’ya düştü.
1 Aralık
Sıkı para politikasıyla tanınan Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan’ın
istifası, gevşek para politikasına geçiş ile ilgili düşünceyi güçlendirdi.

TC Merkez Bankası, 844 milyon dolar doğrudan satışla kura müdahale
etti. Dolar/TL, 13.39’dan 13.14’e düştü. Banka-şirketlerin döviz talebi
düşüşü engelledi.
15 Kasım’da % 16.99 olan 2 yıllık tahvil faizi, % 20.83’e çıktı.
Yabancı sermayenin, TL tahvil piyasasından-ülkeden çıkışı gözlendi.
3 Aralık
TC Merkez Bankası, 504 milyon dolarlık ikinci doğrudan satışla kura
müdahale etti. Dolar/TL, 13.71’den 13.54’e düştü.
Döviz pozisyonu güçlü özel bankaların; satışa geçmemesi, düşüşü
sınırlı kıldı.
10 Aralık
TC Merkez Bankası, 687 milyon dolarlık üçüncü doğrudan satışla kura
müdahale etti. Ancak; Dolar/TL 13.59’da kaldı, değişen bir şey olmadı.
Bu, piyasada karamsar bir hava estirdi. Sosyal medyada, Dolar/TL için
18 hatta 24 rakamları telaffuz edildi.
TL’den dövize geçenler olduğu gibi, fırsat bu deyip TL kredisi kullanıp
döviz alanlar oldu.
Bitcoin marifetiyle yurtdışına para transferi yapanlar olduğu söylendi.
Market zincirlerinin başlattığı, gıda piyasasına yayılan zamlar; diğer
işkollarına sıçradı, neden olarak “önümüzü göremiyoruz” sözü oldu.
Döviz pozisyonu güçlü, kurda belirleyici rolü olan 3-5 özel banka ise;
sanki bir marifet imiş gibi, her sabah döviz alış-satış makasını sonuna
kadar açtı, kur artışını tetikledi.
13 Aralık

TC Merkez Bankası, 3 milyar 120 milyon dolarlık dördüncü doğrudan
satışla kura müdahale etti.
Dolar/TL, düşeceği yerde; 13.81’den başlayan, 15 Aralık’ta 14.80’i
gören bir yükseliş gösterdi.
Döviz alış kervanına, küçük tasarruf sahibinin de katılması dikkati
çekti.
16 Aralık
TC Merkez Bankası, dördüncü faiz indirimine gitti. Politika faizini, 100
baz puan indirimle % 15’ten 14’e düşürdü.
Dolar/TL, 15.21 oldu.
7 Ekim’de 1.396 puan olan BİST 100 endeksi, 2.278 puan ile zirveyi
gördü.
Yerli yatırımcının hisse senedi alımı artarak devam eder iken, yabancı
çıkışı gözlendi. Öyle ki yabancı payı, % 44’ten 41’e düştü.
17 Aralık
TC Merkez Bankası, 2 milyar dolarlık beşinci doğrudan satışla kura
müdahale etti.
Dolar TL, 15.74’e yükseldi.
BİST 100 endeksi; % 8.52 değer kaybıyla, 2.084 puandan kapadı. İki
yıllık tahvil faizi % 22.36, CDS 533 baz puan oldu.
Borsa İstanbul, iki defa devre kesici uygulanmasına rağmen satışla
kapadı. Bu; “hisse senedinden çıkanlar, dövize mi yönelecek” diye
bir soruyu akla getirdi.
20 Aralık

Dövize olan talep; gün içinde, artarak devam etti. Dolar/TL, 18.36 ile
tarihi zirveyi gördü. 16 ve üstündeki dolar alışının, 2.5 milyar olduğu
söylendi.
BİST 100 endeksi; % 1,35 değer kaybıyla, 2.056 puandan kapadı. İki
yıllık tahvil faizi % 24.68, CDS 604 baz puan oldu.
18.36 ile tarihi zirveyi gören dolar; Erdoğan’ın 21.45’te yaptığı halka
sesleniş konuşmasında ortaya koyduğu irade ve girişilen operasyon
ile önce 14.27’ye kadar düştü, 21 Aralık’ta 10.50’yi gördükten sonra
da 13’lerde dalgalandı.
Olayın Arka Planı
Ekonomi Politikasının Değişmesi
İktidarın ekonomi politikasının değişmesinin, 2016’ya giden bir
geçmişi vardır. 2021 Eylül-Aralık uygulaması, 2020 Haziran-Ekim
sonrasındaki ikinci önemli hamle oldu.
2002-2016 Ekonomi Politikası
İktidar; 2002’de IMF Programı ve küresel işbölümünü bağlı olarak,
inşaat-taahhüt sektörü ile altyapı yatırımların öne çıktığı, hizmetler
sektörüne (Turizm, inşaat-taahhüt, gemi inşaat, taşımacılık, transit
ticaret, perakende-toptan ticaret, bankacılık ve sigortacılık hizmetleri
vb) dayalı bir büyümeyi tercih etti. Tarım ve sanayi ise ikinci planda
kaldı.
Düşük kur, reel faiz politikasını benimsedi.
KİT’lerin (Kamu İktisadi Teşebbüsleri), hızla özelleştirilmesine girişti.
Tüketimi, bireysel krediler ile özendirdi.
Yani “tüketim-ithalat-borçlanma” endeksli bir ekonomi politikasını
uygulamaya koydu.

Bu ekonomi politikası; 2008 Mortgage Krizi’ne rağmen, 2013’e
kadar aksaksız işledi. Ancak; bu sağlıklı olmadığı gibi, istikrarlı
büyümeyi getirecek özellikte değildi. Zira ekonomi, dış kredi ve
yabancı sermaye bağımlısı oldu.
2013’te; milli gelir 951 milyar dolar, kişi başına gelir 12.480 dolar ile
tarihi zirveyi test etti. İşsizlik % 9.7’ye, enflasyon % 7.4’e kadar düştü.
İç tasarrufun milli gelire oranının % 14.1’e düşmesi, merkezi yönetim
iç borç stoğunun 403 milyar TL’ye, brüt dış borç stoğunun 394 milyar
dolara, cari açığın 65 milyar dolara yükselmesi ise dikkati çekti.
2013/Eylül’de 133.5 milyar dolar (21.7 milyar doları altın) olan TC
Merkez Bankası brüt rezervinin, 115 milyar dolara gerilemesi de öne
çıkan konu oldu.
2013 Mayıs’ta, IMF’ye olan borcumuzun son taksitini ödedik. Bu;
iktidara, ekonomide daha bağımsız hareket etme imkânını sağladı.
Değişikliğe İhtiyaç Duyulması
FED; 2015 Aralık’ta, ilk faiz artışına gitti. Bu, yabancı sermaye çıkışını
başlattı.
2016’da; dış kredi bulmadaki zorlanma-sermaye girdisinin durması,
büyüme hızının % 3.2’ye kadar düşmesini getirdi. Bu hem iktidar, hem
de muhalefet kanadında bir sistem tartışmasını doğurdu.
Sistem karşıtları; “Tüketim-ithalat-borçlanmaya dayalı bir büyüme
sürdürülemez. Üretim-tasarruf-ihracata dayalı büyümeye geçilmesi
gerekir. Zira tüketim-ithalat-borçlanmaya bağlı büyüme; özelleştirme,
yabancı sermaye girişi-dış kredi kolaylığına bağlıdır. Büyüme, bunun
varlığı ile oldu. Yokluğu ise; hem küçülmeyi getirdi, hem de ne denli
kırılgan mali-ekonomik yapıya sahip olduğumuzu gösterdi” derken,

sistemi savunanlar ise “aksaklık; sistemden değil, zamanında doğru
kararın alınmamasından kaynaklandı” dedi.
İktidar, üretim-tasarruf-ihracat eksenli büyümede karar kıldı.
2017’de; Varlık Yönetim Fonu’nu kurarak, bu konudaki ilk adımı attı.
Açık olmasa da, yüksek kur-düşük faiz politikasını benimsedi. Ancak
iktidar içindeki sistem tartışması bitmedi.
5 Nisan 2018’de; 2007’den o güne kadar, ekonomi yönetiminde yer
alan, daha önce küresel banka-yatırım şirketlerinde görev almış olan
ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek istifa etti.
Döviz açığı; 2018 Nisan’dan itibaren, dış krediler ve sermaye girdisi ile
karşılanamadı, TC Merkez Bankası rezervine başvuruldu.
2018 Mayıs’ta TC Merkez Bankası’nın faizi sabit tutması; sıcak para
çıkışını getirdi, 300 baz puanlık faiz artışına gidilmek zorunda kalındı.
10-12 Temmuz’da Merrill Lynch’in yönettiği fonların, Garanti Bankası
ağırlıklı hisse senedi satışı dikkati çekti.
Merrill Lynch’in yönettiği fonların hisse satışlarının, ekonomiden
sorumlu Eski Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in olmadığı yeni
kabinenin açıklandığı gün-öncesinde olması ise “sermaye bunu doğru
bulmadı” şeklinde yorumlandı.
25 Temmuz 2018’de ABD Başkanı Trump’un Brunson dayatmasıyla
başlayan, yabancı sermaye çıkışı ile mali yapıyı sarsan Brunson Krizi;
13 Ağustos’ta iktidarın tasarruf-sermayeye güven vermesi, sermaye
piyasasına müdahalesi, şok faiz ve siyasi gelişmeyle son buldu. Ancak;
mali-ekonomik açıdan, olumsuz sonuçlar doğurdu.
Milli gelir; 789 milyar dolara, kişi başına gelir; 9.693 dolara düştü. TC
Merkez Bankası brüt rezervi, 91 milyar dolara kadar indi. İşsizlik %
12.3’e, enflasyon % 20.3’e çıktı.

Mali-ekonomik yapıdaki zayıflama; önce IMF tartışmasını, ardından
yerli ve yabancı sermaye çıkışı ile TL’den altın-dövize dönüşü getirdi.
Bunu; bazı büyük sermayenin nedeni anlaşılmaksızın başlattığı, birçok
şirketin konkordato tehdidiyle başvurduğu banka borçlarının yeniden
yapılanması talebi takip etti.
Bir kısım aydın-siyasetçi “IMF’ye başvuralım” derken, Cumhurbaşkanı
Erdoğan “Türkiye, IMF defterini yeniden açmayacak” dedi. Hazine ve
Maliye Bakanı Albayrak ise üretim ve ihracatın öne çıkacağını söyledi.
Kısaca; iktidarın ekonomi politikasının değişmesi, siyasi ve iktisadi
zorunluluğa dayanır.
2020 Haziran-Ekim Uygulaması
Olumsuz gelişmeler karşısında, BDDK; bankaların zayıflayan mali
yapısını güçlendirmek için kararlar aldı, TCMB; yurtiçi üreticilerden
olan altın alımını arttırdı, bankaların nakit ihtiyacını karşıladı, TCMB
varlığından 40 milyar TL’lık bir kaynak hazineye aktarıldı, Katar ve dış
ticarette büyük açık verdiğimiz Çin ile Swap anlaşması yapıldı.
2019’da, dış ödemeler bilançosu; 1.6 milyar dolar cari fazla verdi, TC
Merkez Bankası brüt rezervi; 91 milyar dolardan 104.8 milyar dolara
yükseldi (76.9 milyar dolar döviz+26.5 milyar dolar altın= 104.8 milyar
dolar), brüt dış borç stoku; 443,7 milyar dolardan 436.9 milyar dolara
düştü. Enflasyon da % 20.3’ten 11.5’e indi.
Bu durum; iktidarı cesaretlendirdi, önemli kararlar almasını getirdi.
Türkiye ekonomi tarihindeki en büyük parasal genişlemeye gidildi,
mali destek paketi açıklandı.
Kişi-kuruluşların, banka borç ödemesi ötelendi.
Bankaların karşılık oranları düşürüldü, kredi kaynağı yaratıldı.

Konut ve taşıt kredi faizleri, düşürüldü.
Kur, sabit tutuldu.
Döviz-altın alım-satımında; Banka Sigorta ve Muamele Vergisi, binde
2’den % 1’e çıkarıldı.
Lüks ithal otomobillerde, ÖTV arttırıldı.
800’den fazla İthal ürüne, ek gümrük vergisi getirildi.
Petrol-doğalgaz ithalatında, Azerbaycan’a ağırlık verildi.
Katar ve Çin ile yeni bir SWAP anlaşması yapıldı, Rusya ile ticarette
milli paraların kullanım limiti arttırıldı.
Özel teşebbüsün yatırım yapmaktan çekindiği alanlarda kamunun
devreye gireceği, stratejik şirketlerin batışına izin verilmeyeceği ve
gerekirse devletin bunlara ortak olacağı dile getirildi.
Alınan kararlarla; büyüme, iflas ve konkordatoların durdurulması,
bankaların mali yapısının güçlendirilmesi, ithalatın kısılması, üretim-
ihracatın artırılması, üretiminden vazgeçilen birçok ürünün üretilmesi,
tasarrufun altın-dövize dönüşünün engellenmesi hedeflendi.
Uygulama; 2020 ikinci çeyreğindeki % 9.9’luk daralmayı büyümeye
dönüştürdü ise de, kurun sabit-faizin düşük tutulması; sıcak para
çıkışıyla başlayan, TL kredisi kullanandan tasarruf sahibine varan bir
döviz talebini getirdi. Bu da; TC Merkez Bankası brüt rezervinin 104.8
milyar dolardan, 2020 Eylül’de 83.5 milyar dolara (42.5 milyar doları
altın) kadar olan bir azalışı doğurdu.
TC Merkez Bankası rezervinin azalışı, kurun yükselişini sürdürmesi;
önce TCMB Başkanı Murat Uysal’ın, ardından Hazine-Maliye Bakanı
Berat Albayrak’ın istifasını getirdi.

TCMB Başkanı Murat Uysal’ın yerine, geçmişte ekonomiden sorumlu
Mehmet Şimşek’in müsteşarlığını yapmış, Londra sermayesinin güven
duyabileceği bir isim olan eski Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın getirilmesi
ile de; iktidar, tekrar düşük kur-reel faiz politikasına döndü.
2021 Eylül hamlesi ile ne yapmak istedi?
İktidar; 2020 Kasım’dan itibaren, sıkı para politikasını uyguladı. TC
Merkez Bankası; son olarak, 18 Mart 2021’de politika faizini % 17’den
19’a çıkardı. Ancak; iktidarın, üretim-tasarruf-ihracata dayalı ekonomi
politikası değişmedi.
2021 Eylül’de, TC Merkez Bankası brüt rezervi; 121.3 milyar dolara
(38.5 milyar doları altın) yükseldi, 12 aylık cari açık; 18.4 milyar dolara
düştü, brüt dış borç stoku; 453.5 milyar dolarda kaldı. Dikkati çeken
ise; merkezi yönetim iç borç stoğunun, 906.5 milyar TL’ye çıkması
oldu. Bu ve üretimin daha düşük faizli kaynak ile finanse edilmesinin
istenmesi de faiz indirimini gerekli kıldı.
Merkez Bankası; bir miktar kur artışını göze alarak, faiz indirimi ve
yaratılan kaynakla tahvil-mevduat-kredi faizinin düşüşünü hedefledi.
Ancak; 2020’dekine benzer, ondan güçlü-yaygın bir engelle karşılaştı.
Bu; 2020’den farklı olarak, kur artışının yanı sıra bir de fiyat artışını
getirdi.
Neticede; 20 Aralık operasyonu ile düştü ise de, Dolar/TL; 8.60’tan
18.36’ya, iki yıllık tahvil faizi (gösterge faizi) % 17.81’den 24’e çıktı,
TC Merkez Bankası brüt rezervi de 121.3 milyar dolardan 110.9 milyar
dolara geriledi.
Hamlesini boşa çıkaran nedir?
Burada; tasarruf sahibi, yerli-yabancı sermaye olmak üzere üç grubun
hareket tarzı dikkati çekiyor.

Tasarruf sahibi, birikimini eriten bir devalüasyon tecrübesine sahip.
Bu da; O’nu tedirgin, savunmada bilinçsiz şekilde dövize yönelen bir
kişi yapıyor.
Yerli sermayenin; ya kur riski-açık pozisyondan, ya da rantiye amacı
ile hareket etmesinden kaynaklanan bir döviz talebi ortaya çıkıyor.
Yabancı sermayenin (Sıcak para); 2002-2016 döneminden gelen,
reel faiz-yüksek kar alışkanlığı var. Faiz artırımında; geliyor, faiz
indiriminde ise çıkıp-gidiyor. Bazen; siyasi amaçla, mali yapıyı maniple
etmek için de kullanılıyor.
2017’den itibaren öne çıkan, döviz kıtlığına çare olan yüksek risk-
yüksek getiri fonları ise; hızlı giriş-çıkışı ile faydadan çok zarar verdi.
Bir de; dövizin alış-satışı ve ülkeye giriş-çıkışı, kur-faiz-fiyatın serbest
olduğu “serbest ekonomi” denilen bir sistemimiz var.
Kısaca; tasarruf sahibinin tedirgin, yerli sermayenin açık pozisyonu
kapama ya da rantiye amacıyla hareketlendiği, yabancı sermayenin
önemli, kur ve fiyatın serbest olduğu bir mali yapı-sistemde; faiz
indirimine gitmek, kur artışını getirir. Sistemin istismarı da kur krizi-
fahiş fiyat artışını doğurur.
Kontrollü kambiyo rejimi, faiz ve fiyat sınırlaması olmayan serbest
ekonomide; faizi indirmek, ancak ihtiyat fonunun bulunması ya da
borcu azaltmak ile olur.
Yabancı sermaye çıkışının nedeni reel faiz mi?
Yabancı sermaye girişini; biri doğrudan sermaye, diğeri de sıcak para
olmak üzere iki kısımda ele almak gerekir.
Doğrudan yabancı sermaye girişi özelleştirmeyle arttı, özelleştirilecek
varlıkların büyük bir kısmının satışı ile de en düşük seviyeye indi. Yani

nedeni siyasidir. Bir de uyruğu olduğu ülkenin yönlendirme-garantisi
ile gelir.
Örneğin; Alman ya da başka bir yabancı müteşebbis, Türkiye’de sabit
yatırım yapacak ise bu O ülke hükümetinin yönlendirmesi ve garantisi
ile olur. Bunun için; yatırım yaptığı ülkede, demokratik ya da otoriter
bir yönetimin olması da fazlaca önem arz etmez.
Sıcak para girişi; düşük kur-yüksek reel faiz politikasıyla, 2013’te en
yüksek seviyeye ulaştı. 2014-2016 döneminde, azalan bir seyir izledi.
2017’den itibaren de giriş, çıkışa dönüştü.
Nedeni ise, yabancı sermayenin, 2017’den itibaren önce hızlı kur
artışı, ardından negatif faiz uygulamasıyla zarar etmesi ve devletin
sermaye piyasasına olan müdahalesidir. Zira sıcak para için esas olan,
kar ve istenildiği gibi girip-çıkmadır.
Reel faiz veren ülke var mı?
Dünya’da; fiyatı 2020’de dibe vuran temel malların (buğday, mısır,
şeker, yağ, demir, bakır, kauçuk, doğalgaz, petrol vb) fiyatlarında, %
50’den-400’e varan bir artış var. Bunun; enflasyonu, getirmemesi
mümkün değil. Haliyle her ülke açıklananın üstünde bir enflasyonu
yaşıyor. Daha düşük açıklanması ise milli çıkara dayanır.
Buna karşılık; merkez bankaların politika faizi, ABD’de % 0.25, Euro
Bölgesinde % 0, İngiltere’de % 0.5, Japonya’da % – 0.1’dir. Bu; 2008 ve
2020 krizlerinde gittikleri parasal genişleme ile rezerve para olmanın
avantajından kaynaklansa da, açıklanan resmi enflasyonun altındadır.
Gelişmiş ülkeleri bir tarafta bırakırsak; bu, Rusya Merkez Bankası’nın
ambargo nedeniyle politika faizini % 9.5’ten 20’ye çıkarması dışında,
Brezilya-Meksika-Güney Afrika-Hindistan-Endonezya-Malezya için de
geçerlidir. Yani bizim kulvarda yer alan bir ülkede de reel faiz tatbiki
yoktur, ancak istisnai halde söz konusudur.

Sermayenin, emtia ve menkul kıymetler borsasına yönelmesi de bu
nedene dayanır.
FED’in faiz artışına gitmesinin etkisi ne olur?
ABD Merkez Bankası’nın (FED) bilanço büyüklüğü; 2008 Mortgage
Krizi öncesinde 900 milyar dolar iken, bugün 8.7 trilyon dolar. Yani o
günden; bu güne, yaklaşık 10 kat bir parasal genişlemeye gitti.
Bu, Avrupa Merkez Bankası (ECB) için de geçerlidir.
Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB); 2008 Mortgage Krizi öncesinde
bilanço büyüklüğü 800 milyar avro iken, bugün 9 trilyon avro (9.9
trilyon dolar).
Bunu, İngiltere Merkez Bankası (BoE) ve 2017’den itibaren parasal
genişlemeye giden Japonya Merkez Bankası’nda (BoJ) da görüyoruz.
Japonya Merkez Bankası’nın (BoJ) bilanço büyüklüğü 719 trilyon yene
(6.4 trilyon dolar), İngiltere Merkez Bankası’nın bilanço büyüklüğü de
1 trilyon sterline (1.4 trilyon dolar) ulaştı.
Yani dünyada; gelişmiş ülkelerin pompaladığı, anormal bir para arzı
var. Temel malların fiyatının yükselişi-enflasyonun, tek nedeni değil
ise de bir nedeni de bu.
Bir de; bu ülkelerin, anormal bir kamu borcu var.
Japonya; milli gelirine oranla, kamu borcu en yüksek olan ülkedir.
Ancak; bu, halkına olan borcudur. Net uluslararası yatırım pozisyonu
ise 2.7 triyon dolardır. Yani ülke olarak alacaklı konumdadır. Ancak;
bunu, başta ABD ve İngiltere olmak üzere Fransa-İtalya gibi gelişmiş
ülkeler için söyleyemeyiz.
ABD’nin kamu borcu; 30 trilyon dolara, hane halkı borcu da 15.6
trilyon dolara ulaştı. Haliyle hem devlet, hem de halk olarak en çok
borçlu bir ülke konumundadır.

Kısaca; FED, faiz artırımı ve parasal daralmaya gidebilir. Bu; sermaye
piyasasında, kısa süren bir dalgayı da getirebilir. Ancak; 1980’lerde
olduğu gibi, petrol üretici ülkelerin iflasına, SSCB ve eski doğu bloku
ülkelerin çöküşüne neden olan aşırı bir faiz artışına gitmesi mümkün
görülmüyor. Zira ne ABD 80’lerin ABD’si, ne de dünya 80’lerin
dünyası değildir.
Yabancı sermayenin, fayda ve zararı ne oldu?
Bunu, doğrudan yabancı sermaye ve sıcak para şeklinde ele almak
gerekir.
Doğrudan yabancı sermaye girişi, daha ziyade kurulu banka ve
şirketlerin satın alınması şeklinde oldu. Yeni üretim tesisi yatırımı ise
sınırlı seviyede kaldı.
Üretim-ihracat-teknoloji-kaynak açısından fayda sağlamasına karşılık;
bankacılık-telekomünikasyon ve bazı stratejik üretim alanlarında öne
çıkması, mali-ekonomik risk ve kayıpları getirdi.
Sıcak para; girişiyle döviz bolluğunu, çıkışıyla döviz kıtlığını getirdi. Bir
de; siyasi amaçla, mali yapıyı maniple etmek için kullanıldı.
Kar-zarar analizi yapmak istediğimizde; yabancı sermaye girişinin en
çok olduğu, 2002-2013 dönemi makro verilerine bakmak doğru olur.
Bu dönemde, milli gelir; 238 milyar dolardan 951 milyar dolara, TC
Merkez Bankası brüt rezervi; 26.7 milyar dolardan 115 milyar dolara
yükseldi.
Enflasyon % 29.8’den 7.4’e düşerken, işsizlik; % 10’dan 9.8’e geriledi.
Buna karşılık; brüt dış borç stoku; 129.6 milyar dolardan 394.7 milyar
dolara çıkarken, 2002-2013 dönemi cari açık toplamı da 407.2 milyar
dolar oldu.

Yani üretim-istihdam-ihracata fazlaca katkısı olmaz iken, kazanan
yabancı sermaye oldu.
Krizin, temel nedeni nedir?
Krizin temel nedeni, tasarruf ve sermaye birikimi yetersizliğidir.
Bu da; tüketim, israf, yanlış-verimsiz, üretim-ihracat dışı yatırım, kriz-
enflasyon, sistem dışında kalan tasarruf, yurtdışına olan yerli-yabancı
kar-sermaye transferi gibi birçok nedene dayanır.
Sorunun çözümünde, 40 yıldır söylenen bir çareye başvurulması ise
düşündürücüdür.
Kur-Faiz-Enflasyon İlişkisi
Enflasyonun; hem iç, hem de dış birbirini tetikleyen birçok ana-tali
nedeni vardır.
Bütçe-cari açık, yüksek borçlanma, para arzı, kur-faizin yükselmesi;
birbirini tetikleyen ana ve tali iç nedenleridir.
Temel malların küresel piyasadaki fiyat artışının, ülkemize yansıması
da dış nedenidir.
Temel malların küresel piyasalardaki fiyat artışını doğuran ise gelişmiş
ülkelerin sürekli para arzıyla ortaya çıkan para bolluğu, üretim-tedarik
zincirinin bozulması ve birden bire ortaya çıkan talep artışıdır.
Denk bütçe, cari fazla, tasarruf, borcu azaltma, sistem dışı tasarrufu
sisteme kazandırma, yurtiçi yerleşiklerin kaynak transferi, doğrudan
yabancı sermaye girişi, tüketim ve üretimde dışa daha az bağımlı hale
gelme de enflasyonun çözümüdür. Tabi ki bu, bunu hedefleyen mali-
ekonomik-parasal politikalar ile olur.
Kur Krizi’nde; dikkati çeken bir şey de, sistemin istismarından doğan
fahiş fiyat artışı oldu.

Serbest ekonomide, mal ve hizmet fiyatları serbesttir. Fiyat, arz-talep
kanununa göre belirlenir.
Tabi ki bu tam rekabet piyasasında geçerlidir.
Serbest ekonomi geleneğinin oluştuğu Batı’da, kişisel ve kurumsal
ahlaki kurallar vardır. Kişi; aldığı eğitim gereğince buna başvuramaz,
meslekte dışlanmaktan ve müeyyideden çok korkar. Fiyatı maniple
etmek, stokçuluk ciddi bir suçtur. Anti tröst ve kartel yasaları vardır.
Hele kur veya fiyatı maniple etmek, akla bile gelmeyecek bir şeydir.
Zira kur veya fiyatla oynamaya kalkan kişinin; meslekte meninden,
varlığına el konulması, hapse varan bir cezayı göze alması demektir.
Bizde; “serbest ekonomi” denince, dini-ahlaki kural ve müeyyiden
yoksun vahşi bir piyasa akla geliyor. Bu; milleti milli bilinçten yoksun
kılan, varlığını tehdit eden çok tehlikeli bir şeydir.
Öyle ki kur artışı bahanesiyle bunu fırsat kabul eden, dini-ahlaki bir
sorgulamaya gitmeksizin, malının fiyatını gerekli-gereksiz-kafaya göre
akla gelmedik şekilde artırdı. Bunun, mali ve ekonomik bir açıklaması
olamaz. Zira bu piyasadaki disiplinsizliği, milletin varlığını tehdit eden
kültürel yozlaşmayı gösterir.
Bir de bizde rekabetçi değil, tekelci piyasa var.
KİT’lerin (Kamu İktisadi Teşebbüsleri) özelleştirilmesinden sonra, en
hayati işkollarında bile tekelci bir piyasa oluştu.
Çarşı pazarda, nereye gidilirse gidilsin; rekabetçi değil, sanki birileri
fiyatı belirlemiş gibi, maliyetin 2 hatta 3 katı bir fiyat var, kulak asan
yok! Herkes; bir diğerine, fatura çıkarma peşinde.
“Serbest ekonomi var” diye, piyasadaki disiplinsizliğe hiçbir iktidar
müsaade edemez. Piyasada disiplini sağlamada da, başta hükümet

olmak üzere yargı organı, tüm kamu kurumları, meslek odaları, kişi
ve kuruluşlara düşen milli bir görev vardır.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!