Demokrasi yolculuğumuzda bir seçimi daha geride bıraktık. Milletvekili seçimlerinden hiç söz etmeyeceğim. Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinde durmak istiyorum bu hafta, çünkü haftaya bu seçim için bir kez daha sandık başına gideceğiz.
Şimdi gelelim konumuza…
Yarışta üç aday bitiş çizgisine ulaşabilmek için uğraştı da uğraştı ve sonuçlar açıklandı:
Recep Tayyip Erdoğan: 27.133.837 oy ve oranı %49,52,
Kemal Kılıçdaroğlu: 24.594.932 oy ve oranı %44,88,
Sinan Oğan: 2.831.208 y ve oranı %5,17,
Bir de fiilî olarak yarıştan çekilen ama resmî olarak oy pusulasında yer alan Muharrem İnce’nin oyları var: 236.097 oy ve oranı %0,43.
Bu sonuçlardan sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın taraftarları havalara uçtu. Moraller tavan yaptı. Neden biliyor musunuz? İçten içe yenilgi çanlarının çaldığını kabullenmişlerdi. Küfür ve hakaretleri bir kenara bırakıyorum. “Türk milletinin ferasetine[1] güvenmeyi öğreneceksiniz!” şeklinde had bildiren bir cümle veya aynı cümlenin biraz daha kibarcası “Türk milletinin ferasetine güvenmeyi öğrenin” cümlesi en çok duyduğum cümleler oldu.
Şöyle bir düşünüyorum da “Eğer tüm adaylar da 14 televizyonda birden eşit süreli ortak yayın yapabildiyse, yazılı medyada tüm gazetelerde eşit yer alabildiyse, TRT televizyon ve radyolarında aynı şekilde yer alabildiyse” ben de seçim sonuçlarına “işte milletin feraseti” diye yorum yaparım.
Eğer böyle değilse, bu seçimdeki sonuca “milletin feraseti” olarak bir tespit yapmak mümkün müdür buna sizler karar verin. Bunun için uzun uzun araştırma yapmanıza da gerek yok. Bu yazıyı okuduğunuz gün TRT’nin televizyon ya da radyolarında ana haberi veya saat başı haberlerini dinleyin ve durumu görün. O zaman vicdanınıza danışıp karar verin.
Sonuçlar, seçimi kazanacaklarından emin olan Kemal Kılıçdaroğlu taraftarlarında büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Kızanlar, küsenler, rakipleri “feraset” bayrağını açmışken onların tam da istediği gibi “Bu millet anlamaz!” diye çığlık çığlığa haykıranlar doldurdu ortalığı.
Oysa yıl boyunca 365 günün 24 saati, yazılı ve görsel yayınların ezici çoğunluğunda, sürekli olarak belli yayınları izleyenlerin ve başka dünyadan haberi olmayanların “Bu millet anlamaz!” sıfatını hak ettiklerini düşünmek haksızlık olmaz mı? Örneğin, bir mitinge katıldınız. Orada “Bunlar Diyanet’i kapatacak, Apo’yu affedecek” gibi cümleleri duydunuz; üstüne bir de çakma video izlediniz. Burada dinlediklerinizin ve seyrettiklerinizin “yalan” olduğunu ne size söyleyen oldu ne de o itirazların size duyurulmasını sağlayan bir ortamda bulundunuz. Bu durumda oyunuz ne olurdu sizce?
İlk günlerin hemen herkeste gördüğümüz fotoğrafı buydu ama aslında bu seçimin kazananı da kaybedeni de yoktu çünkü seçim iki turluydu.
Durum böyle olunca konuya bakış açımızı değiştirmek zorundayız. İsterseniz gelin, size bu farklı pencereyi açayım:
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın oyu 27.133.837, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun oyu 24.594.932. Aralarındaki fark 2.538.905 oy.
Sadece Sinan Oğan’ın oyu 2.831.208 ve bu oyların Sayın Erdoğan’a gitme olasılığı çok zayıf. Dahası Sayın Muharrem İnce’ye verilen 236.097 oyun da Sayın Cumhurbaşkanı’na gitme olasılığı sıfıra yakın. Kullanılmayan 8.428.586 oyu da bu hesabın içine alırsanız 28 Mayıs’ta bitiş çizgisine kimin daha yakın olduğunu görürsünüz.
Çok güzel bir söz vardır: Umudunu yitirme, umudunu yitirdin mi her şeyini yitirirsin.
[1] Feraset: Anlayış, seziş, sezgi, zekâ