“Korona virüsle mücadelemizde ilk kez bir hastamı kaybettim.”
Mart’ın 18’inde bu cümleyle başladı her şey… Öncesinde uzaktan gelen bir masal gibiydi. O gün Sayın Sağlık Bakanı olanca iyi niyetiyle, yüreğinden gelen duyguları seslendirmişti bence. Bir anda ısınmıştım ona. Onu dinlerken kurduğu cümleler nedeniyle ilk defa, iktidarın yönetim kademesinden birine bu kadar çok inandığımı, güvendiğimi düşünmüştüm.
Sonra turkuaz tablonun müdavimi olmuştuk ailecek. Koronayla ilgili her duyuruyu izliyor, tüm yasaklara uyuyor, her gün de bakanlık açıklamalarını takip ediyorduk. Ta ki Malatya Valisi’nin 1 Ağustos 2020’de yaptığı açıklamayı okuyuncaya kadar… Sayın Vali’nin “Özellikle son 2 gündür günlük 100’lü rakamları aşan hasta sayılarına ulaştık. Toplamda pozitif vaka sayımız 2 binin üzerine çıktı. Şu anda aktif olarak takip edilen bin civarında hastamız var. ” dediği gün, sağlık bakanlığının açıkladığı turkuaz tabloda tüm Türkiye’de 997 rakamını açıklanmıştı. Malatya’nın nüfusu 800 bin, Türkiye’nin nüfusu 80 milyon… Hasta sayısı 10 misli fark gösterirken nüfus 100 misli fark gösteriyordu.
Doluya koyuyorum olmuyor, boşa koyuyorum dolmuyordu. Bizim emekli öğretmene telefon ettim. “Bu ne demek oluyor?” diye sordum. Hay, sormaz olaydım. Pat diye “Turkuaz tablo yalan söylüyor.” dedi. Çok da inanmadım ama bu defa kuşkuyla izlemeye başladım açıklamaları. Tabip Odası, çok farklı rakamlardan söz ediyordu. Odanın bu rakamlarına Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Bahçeli’den rakamların yalan olduğunu kanıtlayan belgeler yerine “vatan hainleri” suçlamaları geliyordu.
Ve suçlananlar, suçlamaların yapıldığı saatlerde ülke çapında hastaları kurtarmak için fedakârca çalışmaya devam ediyorlardı. İşin doğrusu, bu kafamı daha çok karıştırdı. 30 Eylül’de Sağlık Bakanı Koca’dan, yeni tip Kovid-19 salgınına ilişkin, “Her vaka, hasta değildir. Çünkü testi pozitif çıktığı halde hiçbir semptom göstermeyenler var ve büyük çoğunluğu bunlar oluşturuyor.” açıklaması geldi. Daha önce de İstanbul İl sağlık Müdürü “Vaka sayısı farklı, hasta sayısı farklı!” diyerek ilk itirafı yapmıştı zaten.
Turkuaz tabloyu izlemeyi tamamen bıraktım. Artık oradaki rakamların gerçek olmadığını herkes söyler hale gelmişti çünkü.
Türkçeyi çok kötü kullandığı halde bakanı sevmiştim. Son günlerde açıklamaları coşkuyla değil zorla yaptığı izlenimini almama rağmen ona olan sempatim bitti.
Ben artık koronayı izlemek için başka bir yöntem kullanıyorum. Kendi gerçeklerime bakıyorum.
Ve işte kendi gerçeklerim….
Kuzenlerim, korona oldu.
2000 nüfuslu köyümüz karantinaya alındı. Üstelik kapalı ekonomisi olan bir yerdi burası ve onlarca hasta vardı.
Neredeyse her gün bir cenaze kaldırılan 25 bin nüfuslu ilçemizde bir günde üç kişi öldüğü bile oldu. Ve yakın arkadaşlarım dahil birçok tanıdığımı kaybettim.
Ne yazık ki tedirgin olduğum için kışı geçirmeyi planladığım ilçeme gidemiyorum. Sanki şimdi yaşadığım Mudanya çok farklı gibi… Düne kadar düşük riskli olan bu şirin ilçe şimdi orta riskli ve sitemizde neredeyse sekiz daireli bloklarımızın her birinden birer hasta çıktı.
Facebook hesabıma günde sadece 15-20 dakika zaman ayırıyorum. Bu nedenle paylaşımların çoğunu göremiyorum ama buna rağmen her gün bu kısa sürede birçok koronaya yakalanmış veya yakınlarını kaybetmiş arkadaşlarımın paylaşımlarını görüyorum.
Lütfen siz de kendi gerçeklerinize bakın. Aynı yöntemle… Eminim sizlerde de aynı tespitler söz konusu olacaktır.
Bizim emekli öğretmen geçen gün devleti yönetenlere açık mektup yazmış sosyal medyadan:
“Siz aylardan beri rakamları saklayıp istediğiniz kadar kendinizi dünyada bir numara ilan edin. Siz istediğiniz kadar kendi ülkenizde bedava dağıtacağınızı söyleyip de dağıtamadığınız maskeleri gelişmiş ülkeler de dahil dünyanın dört bir tarafına gönderdik diye öğünün. Hani İsveç’e ambulans uçak gönderip “Hastayı eve göndermişler. ” diyerek tesadüfen(!) kendi partiliniz bir hasta getirmiştiniz, hatırladınız mı? Sonunda siz de buradaki hastaları İsveç’teki gibi eve göndermeye başlarsınız. Hem de helikopterle, ambulansla, araçla falan değil; toplu taşımayla…
Sonra da sisteminizin artık tıkanmak üzere olduğunu itiraf etmek zorunda kalır ve önlemlere uymuyorsunuz diye suçu halkın üstüne atıverirsiniz.”
Öğretmenin bu mektubundan sonra ben artık sadece gerçeklere odaklanmak istiyorum. Son cümlem bu!
Ha bir de…
Malum önümüz kış, soğuklar geldi gelecek. Restoran, lokanta, pastane, kafe, kafeterya gibi yeme içme yerleri; sinema, tiyatro vb. yerler akşam 20:00’den sabah 10:00’a kadar kapalı olacak.
Çok merak ettiğim bir sorum var:
Bu tip yerler kapalı olunca sokağa kimler çıkacak da yasak ilan ettiniz?
Böylesine zekice bir önlemi benim gibi bir gariban anlamadığı için kusura bakmayın lütfen! Tıpkı sizin mitinglerinizde ve kongrelerinizde koronanın nasıl yayılmadığını anlamadığım gibi…
İç sesime neden mi sormadım?
İtiraf ediyorum, vereceği cevaptan korktum.
Yorumlar kapalı.