22 Mart sabahı mutlulukla uyandım. Balkona çıktım. Temiz havayı ciğerlerime çektim. Güzel bir kahvaltı yaptım; okudum, yazdım. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Güzel Türkiye’mizde neler oluyor diyerek televizyonun kumandasını elime aldım ve bir haber kanalına tıkladım.
Canlı yayın… Lebaleb dolu bir salon… Onlarca lebalep kongreden sonraki en büyük, en kalabalık lebalep kongre…. İçerisi başka lebalep, dışarısı başka…
Ve kürsüde Sayın Cumhurbaşkanımız: “Hiç kimseyi dışlamadan, hiç kimseyi ötekileştirmeden, hiçbir sebeple kimseyi ayırmadan, ayrıştırmadan 84 milyonun birlik ve beraberliği için bu millete efendi olmaya değil, hizmetkar olmaya geldiğimizi tekrar ortaya koyacağız.”
Ne güzel değil mi? İşte özlenen cumhurbaşkanı konuşması… Birlik var, beraberlik var, ötekileştirme yok, dışlama yok, ayırma yok… Üstelik efendiliğe değil, hizmetkârlığa talip bir Cumhurbaşkanı var. Tüylerim diken diken oldu. Şu anda o kürsüde ben olsam, ben de böyle konuşurdum dedim.
Hay demez olaydım, iç sesim kulağımı tuttu ve fısıldadı:
İyi de 300 kişiden çok katılımcısı olan kongrelerin hepsi yasak, apartman toplantıları yasak, oda kongreleri yasak, kalabalık düğünler yasak, konserler, tiyatrolar yasak… Aklına ne gelirse yasak. Siz bile sitede toplantı yapamadınız yasak diye! Burada bazılarına ayrımcılık yok mu sence?
Sen de zaten iki tatlı laftan etkilenirsin. O sözlerden tüylerin diken diken oldu da Sayın Cumhurbaşkanı’nın aynı konuşmadaki şu cümlesine ne diyeceksin merak ediyorum:
“Şunu unutmayalım, Cumhur İttifakı bir masa başı ittifak değil, gönül mutabakatıdır. Dolayısıyla bir yerlere çekip çevirmeye çalışanlar boşuna uğraşıyorlar. Zillet ittifakı içerisinde olanlar yollarına devam etsinler ama Cumhur İttifakı’nın onların tanımına girecek hiçbir yanı yoktur.”
Sence bu cümlede ayrıştırma yok mu?
***
Doğru söze ne diyeyim şimdi. Neyse buraya takılıp kalmayayım. Hem de Cumhurbaşkanımız, ekonomiden söz ederken… Cumhurbaşkanı, makroekonomide satın alma gücü paritesine göre milli gelirde Türkiye’yi dünyada 17’nci sıradan 13’üncü sıraya yükselttiklerini söyledi.
Hemen doğru mu diye Emekli Öğretmen’i aradım. O da bana iktisat uzmanı, akademisyen eski bir öğrencisinin telefonunu verdi. Hemen aradım. Sağ olsun bana benim anlayacağım bir dille açıkladı: “Satın Alma Gücü Paritesi kuru’ hesabı ABD dolarına karşı her ülkenin kendi para birimi için hesaplanıyor. SAGP kuru, 1 ABD dolarının ABD’de satın aldığı ürün veya hizmetin, diğer ülkenin para birimiyle diğer ülkede kaça alınabildiğini gösteriyor. Bu gösterge ülkenin ekonomi durumuyla ilgili bir bilgi vermez.” Peki ben neye bakayım diye sordum. “Milli gelir sıralamasına bak.” dedi.
Peki dedim, “Dünyayı kasıp kavuran salgına rağmen geçtiğimiz yıl yüzde 1,8 büyümeyle, G20 ülkeleri arasında ikinci sırada yer aldık.” cümlesine ne dersin diye sordum. “Son 20 ayda dört defa TÜİK başkanı değiştirsem ben daha büyük oranlara ulaşırdım.” dedi.
O, bunları anlatırken ben de Google’a giriş yaptım ve yazdım: Kişi başına nominal GSYİH değerlerine göre ülkeler listesi yazdım ve karşıma çıkan “https://tr.wikipedia.org” adresini tıkladım. 2019’da Türkiye 9,043 dolarla 61. sıradayken, 2020’de 7,715 dolarla 73. sırada görünüyor.
Bu sonuçları kendisine okudum. Bunları mı söylüyorsun dedim. “Benden bu kadar, gerisini sen ve okurların düşünsün.” dedi ve telefonu kapatıverdi.
Dondum kaldım…
Derken Sayın Cumhurbaşkanı coşkuyla sordu: “Türkiye için güven ve istikrar diyor muyuz?”
Lebaleb dolu salon haykırdı: “Eveetttt!”
Bu defa Emekli Öğretmen’i aramadan kendi kendime düşündüm: “Ey Yazar, geriye yaslan ve düşün…
Bir ülkede son beş senede 12 ekonomik paket açıklandıysa, 2002’den bu yana Milli Eğitimde sistem 16 kez, ihale yasası tamı tamına 191 kez değiştiyse; Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçildikten sonra, 4. TÜİK Başkanı iş başındaysa, 4. Merkez Bankası Başkanıyla çalışılıyorsa…
Bu ülkede istikrardan söz edilir mi?
Dahası böyle bir yönetime güven duyulur mu?
Sonra “Kendine gel!” dedim kendi kendime… “Sen de iç sesinle Emekli Öğretmen’e döndün. Sana ne böyle sorulardan. Bırak biraz da okuyanlar düşünsün.!”
Kaynak: Günboyu