Yıllar yıllar önceydi. O zaman başbakandı. Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan 27 Mayıs 2014 Salı günkü grup konuşmasının son bölümünde Merkez Bankası’na uyguladığı faiz politikası nedeniyle bindirirken, iktisat bilim literatürü açısından garip karşılanacak bir de teori ortaya attı. Cumhurbaşkanı olduktan sonra da aynı teoriyi sonraki yıllarda defalarca dile getirdi: “ Faiz sebep enflasyon sonuçtur.”
Şimdi olmaz, git işine dememe rağmen, şu benim iç sesim bu konuya da burnunu soktu: Sayın Cumhurbaşkanımız bu defa Nobel almayı hedeflemiş galiba… 350-400 yıllık bir ekonomik, politik bilimsel literatür var. Bize düşen şuydu: Bunların hepsini, Adam Smith’in, Alfred Marshall’ın, Keynes’in ve diğerlerinin kitaplarını bir alana yığmak ve yakmak; sonra da Merkez Bankası Yasası’nı değiştirip faizleri sıfırlamak, bütün dünyaya bu teorinin doğruluğunu ispatlamak… Sonuçta Nobel’i ülkemize getirmek… “BEKA”mız işte böyle kurtulurdu.
“Git başımdan!” dedim iç sesime… Şimdi ciddi işlerim var.
“Gitmeden hatırlatayım…” dedi ve ekledi. “Bu tarihten sonraki değişiklere dikkat et! Merkez bankası ve TÜİK Başkanlarının değişikliklerine… Bu kıyağımı da unutma! Ben olmasam bunları sana kim hatırlatacak?”
“Dur bir bakayım şu densizin dediklerine, bakalım neler çıkacak?” dedim ve “Gel bakalım Google amca!” diye has yardımcımı çağırdım.
Merkez Bankası geleneğiyle seçilen ve uygulamaları tavizsiz uygulayan son başkan Durmuş Yılmaz’ın görev süresi dolunca yardımcısı Erdem Başçı 19 Nisan 2011 tarihinden itibaren 5 yıl geçerli olmak üzere Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanlığına atanmıştı. Sıkı markaj altında kalmasına rağmen faiz politikalarında başkanı olduğu kurumun politikalarından o da taviz vermemişti.
O zaman ne olmuş derseniz, cümle alemin Merkez Bankası’nın özerkliğine zarar vermeyin çığlıklarına rağmen, görevini 19 Nisan 2016’da yardımcısı Murat Çetinkaya’ya devretmiş doğal olarak. Ve Merkez Bankası aracı kurumların beklenti tahminlerini ters köşe yapan faiz kararlarına imza atmış “özerk özerk”!
TÜİK’te neler olmuş diye bir de ona baktım. Neler göreyim. Aynı parti, aynı iktidar 2003’ten 2016’ya tam dört tane başkan eskitmiş. Perde gerisinde neler olduğuna dair rivayet çok… Bir yazmaya başlasak sayfalar yetmez. Hem bana ne ya! Büyüklerimiz değiştirdiyse vardır bir sebebi. Ben başkaları gibi “Madem gerçek enflasyon düşmüyor, bir yolunu bulup değiştirin. Değiştiremiyorsanız da kaybolun!” ilkesi(!) hayata geçirilmiş diyerek ortalığı karıştırmam.
Kurumun başına 2016’da Mehmet Aktaş beyefendi gelmiş. Büyük değişiklik onun zamanında olmuş. Yok yok TÜİK’te değil, Türkiye’de… Bir “Yok yok!” daha… Tahmin ettiğiniz değişiklikten söz etmiyorum. Sistem değişikliği değil kastettiğim… “En kötüsü geride kaldı.” ana düşüncesine dayalı yepyeni vizyonuyla parayla ilgili her işin başına geçen Sayın Bakan’ın değişikliğinden söz ediyorum. Yaptığı ilk işlerden biri Mehmet Aktaş beyefendinin görevden alınmasını sağlamak olmuş. Kim bilir bu görevden alınma da onunla ilgili değildir. Tesadüf de olabilir. Neyse… 18 Nisan 2019 tarihinde Kurumun başına Başkan Vekili olarak Yinal Yağan getirilmiş. Enflasyon hesaplama sisteminin, işsizlik verilerinin sıkça değişimi de tesadüfen onunla başlamış. Ve RESMî ENFLASYON da hızla düşmeye başlamış.
Tabii fırsat kaçırılır mı? 06 Ekim 2019’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ağustosta yüzde 15,01 olan enflasyonun, eylülde yüzde 9,26’ya düşmesine ilişkin, “Ekonomide sağladığımız istikrar sayesinde enflasyonu yeniden tek haneli rakamlara indirmeyi başardık. Faiz indirilmek suretiyle enflasyonun da indiğini görüyoruz.” dedi ve bir kere daha “Faiz sebep, enflasyon neticedir.” diye konuştu. Erdoğan, vatandaşlara seslenerek, “Birikimlerinizi yabancı para yerine Türk Lirası bazlı finansal ürünlerde değerlendirmenizi istirham ediyorum.” demiş. Ona inanıp yabancı paradan TL’ye geçenler ne olmuş, benim sorunum değil; inananlar düşünsün.
Yeni Başkan Yağan da kim bilir neden(!) bir yıl bir ay sonra koltuğundan kayıvermiş. Tarih: 22 Mayıs 2020. Ve bu tarihten sonra da Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Başkanlığı’na, Başkan Yardımcısı Muhammed Cahit Şirin atanmış. Şimdilik gül gibi geçinip gidiyorlar…
Ne olacak geçinmeyip de…
Topu topu, işsizlik, enflasyon, milli gelir, güven endeksi, ithalat ihracat rakamları gibi konularda istendiği anda hesaplama yöntemlerini değiştirip istenilen sonucu alacaklar. İstenilen sonuç çıkmazsa da o alanı ulaşıma kapatacaklar.
Sormayın… Hep bunlar iç sesimin kabahati… Konuyu dağıttırdı. Oysa ben kısaca bizim “EKONOMİ NOBEL ÖDÜLÜ” alma projesi yattı galiba deyip gidecektim. Hani Merkez bankası son toplantısında “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur.” teorisi tutmayınca faizleri yükseltti de ondan diyorum: GİTTİ BİZİM NOBEL!
Durun, durun; merak etmeyin. Aklıma bir fikir geldi. Hala Nobel alma ihtimalimiz var. 2002’den bu yana aynı iktidar olmasına, üstelik ithalat her yıl bütçede ilan edilenden fazla gerçekleşmesine rağmen Sayın Ekonomi Bakanımız Berat ALBAYRAK dedi ki: BİRİLERİ BİR DÖNEM ÜLKEMİZİ İTHALAT CENNETİ YAPMAYA ÇALIŞTI. İhracatımız ithalata bağımlı” yaklaşımının temelsiz olduğu ortaya çıktı. OECD’nin ihracatın içindeki ithalat payı araştırmasına göre Türkiye %16.5 ile en iyi 20’de ve Almanya, Fransa, İtalya‘dan iyi durumda. Yerlileştirme ve üretim desteklerimizle bu oranı daha da düşüreceğiz.”
Şimdi hangi yerli üretim arttı ve artacak diye sorup da ortalığı karıştırmayın. Ben size NOBEL ÖDÜLÜNDEN söz ediyorum, NOBEL ÖDÜLÜNDEN…