Birkaç gündür Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu’nun politika faizi kararını açıklamasını bekliyordum. Öyle ya Türkiye’yi 2022 yılına yeni bir ekonomi modeliyle sokan Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “faiz sebep, enflasyon neticedir.” tezi ve ”Neymiş efendim, faizleri düşürüyormuşuz. Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim.” cümlesi ortada dururken yeni ekonomi yönetimi bakalım ne yapacaktı?
Ben bunları düşünürken telefonum çaldı. Arayan çok eski bir dostum Kâzım Çetin’di. Zaman zaman ya Bursa’da ya da Mudanya’da buluşuyorduk. Biraz hoşbeşten sonra “Bayrama gidecek misin?” diye sordu.
“Sana söylemiştim ya dostum, unuttun mu?” dedim.
“Yok, aslında unutmadım da sözü bayrama getirmek istiyordum. Bayramın küslüklerin sona erdirilmesi, eşin dostun hatırlanması için en güzel sebep olduğuna, birlik ve beraberlik duygusunun doyasıya yaşandığı günlerin bayramla birlikte geldiğine dikkat çekmek istedim.” dedi.
“İyi de dostum, bunlar hep bilinen şeyler ama senin dilinin altında başka şeyler var. Anlat bakalım, çıkar dilinin altındaki baklayı.” dedim. “Çıkarayım.” dedi ve anlattı.
***
Biliyorsun ben Halk Eğitimi Müdürlüğü’nün düzenlediği kurslardan birinde öğretmenlik yapıyorum. Seçim öncesi kursun yapılıp yapılmayacağıyla ilgili olarak Halk Eğitimi ve kurs verdiğim okulun yetkilileri arasındaki iletişimsizlik yüzünden bir belirsizlik oluştu. Bu belirsizliğe bağlı olarak kursa sadece bir öğrenci geldi. Ben, onunla ders yapmaya hazırlanırken okuldaki idarecilerden biri sınıfımıza geldi. Bu idareci, ailece görüştüğümüz, manevi kızım olarak gördüğüm kızına kurs verdiğim, onun da aynı şekilde benim kızıma yardımcı olan bir arkadaştı.
Biraz bu kurs meselesini konuştuk. İletişimsizlikten söz ettik. Söz döndü dolaştı, ertesi gün kime oy vereceğimiz sorusuna takılıverdi.
“Yarın Reis’e oy vereceksin, değil mi?” diye sordu bana. Ben de “Hayır!” dedim ve gerekçemi söyledim. Bunun üzerine tartışmaya başladık ve arkadaşım bana “Sen PKK’lısın!” diyerek çekip gitti. Oysa o arkadaşım, bir subay olarak operasyon bölgelerinde o terör örgütüne karşı nasıl mücadele ettiğimi çok iyi biliyordu.
İçim acıdı. Hem de çok… Hafta boyu acıyı içimden atmaya çalıştım ama nafile…
Bu olaydan sonraki kurs günü gelip çattı. Bu defa öğrencilerin hepsi oradaydı. O gün orada olmayanlar, bir şeyler duymuş olacak ki “Hocam, geçen hafta neler oldu? Siz ders var dediniz, okul yönetimi yok dedi. Anlatır mısınız?” diye sordu. Ben de o gün kursa gelen arkadaşlarını işaret ederek “O anlatsın.” dedim. Asıl beni derinden sarsan şeyleri orada duydum.
Öğrenci, önce bana sonra arkadaşlarına bakarak “Şimdi anlatacaklarımın bir kısmını Hoca’mız da ilk defa duyacak.” dedi ve konuşmaya başladı. Önce sınıfta yaşadıklarımızı anlattı ve sonra seçimden sonraki gün okulda yaşadıklarını:
“Salı günü beni müdür odasına çağırdılar. Odada Okul Müdürü’müz ve yardımcısı vardı. Bana önce sözlü olarak ‘Cumartesi günü kurs öğretmeniniz, devlete küfretti mi?’ diye sordular, sonra ‘Orada yaşananları ve duyduklarını buraya yaz ve altını imzala.’ dediler. ‘Ama Hocam, öğretmenimizin ağzından hakaret veya küfür çıkmadı ki nasıl yazayım?’ diye cevap verdim. ‘İyi düşün, Müdür Yardımcım senin duyduğunu söyledi. Hatırla ve yaz!’ diye ısrar etti. Ben küfür yaptığı iddiasını yine reddettim, yaşadıklarımı yazdım. Ertesi günü Müdür Yardımcısı yazdıklarımı yetersiz görmüş olacak ki ‘Kâzım Hoca’nın devlete küfrettiğini hatırlamıyor olamazsın!’ dedi ısrarla. Ben yine sadece olanları söyledim.”
Şoke olmuştum. İçim öyle acıdı ki geçen hafta yaşadığım acı bunun yanında hiçbir şey…
Bu kadar kolay mıydı iftira atmak? Hem de ekmeğini yediğin, yedirdiğin birine…
Kararımı hemen verdim. Kurslara artık girmeyeceğimi ilgili mercilere duyurdum. Yaşadıklarımızdan sonra arkamdan hüngür hüngür ağlayan kızlarımın acısını yüreğimde yaşayarak…
***
Oturup şöyle bir düşündüm. Böyle bir suçlamayla karşı karşıya kalan yalnız ben miydim? Suçlamayı yapan da yalnızca bir zamanlar arkadaşım olan o kişi miydi?
Yoksa Sayın Cumhurbaşkanı’na oy vermeyenleri terörist olarak gören, hatta Müslüman olmadıklarını iddia eden ve sosyal medyayı küfür ve hakaretlerle dolduranlar, sadece sıradan seçmenler miydi?
Koskoca bir hayır! Gazete manşetleri, YouTube videoları Google’da bir tıklamayla araştırmak isteyenin karşısına gelir.
Bu ülkede yaşayanların %99’unun Müslüman olduğunu söyleyip Reis’e oy vermeyenleri Müslüman saymayanlar…
Türk milletinin seçilmiş, kahraman bir millet olduğunu, Türkiye’de Türk milletinin yaşadığını iddia edip aynı milletin %48,5’ini vatan haini görenler…
O kadar çok ki…
Şimdi ben merak ediyorum. Bu bahsettiklerim, daha birkaç hafta önce hakaret ettikleri, küfrettikleri, iftirada bulundukları pek çok insanın evine bayramda nasıl gidecek veya onlara hangi yüzle bayram mesajı atacak ya da telefon edecek?
Ve Diyanet İşleri Başkanlığı hutbelerde hangi yüzle bayramda iyilik, güzellik, yardım, barış mesajları verdirecek?
Camide hâlâ çifte tabancasıyla esip gürleyen imamın ağzından mı, yoksa parti propagandası yapmasına karşı çıkan cemaati camiden kovan imam, kendisine gönderilen hutbeyi okurken mi?
***
Arkadaşım bunları anlattı. Bu defa ben donup kaldım.
Sizler bu yazıyı okurken bayrama birkaç gün kalmış olacak, bir dahaki yazımı -bir aksilik olmazsa- okuduğunuzda bayram bitmiş olacak. Yani hayat devam ediyor ve edecek.
Daha dün eski bir öğrencim Metin Eroğlu vefat etti. Cenaze namazı çok ama çok kalabalıktı. İstisnasız tüm siyasiler oradaydı. Kim bilir diğer yerleşim birimlerinde ne canlar için cenaze namazları kılınmıştır.
Şimdi, bayrama girerken geçtiğimiz süreçte kendi düşündüğü siyasi parti ya da ittifaka oy vermeyenlere küfreden, hakaret eden, vatan haini olarak gören herkese soruyorum:
Değdi mi o küfürlere, hakaretlere?