Şırnak Uludere’de 35 köylünün öldürüldüğü operasyon, ister kaçakçılıkla mücadele, ister terörle mücadele söz konusu olsun, bir ülkenin öncelikle kendi istihbarat ağına, kendi istihbarat araçlarına, kendi istihbarat teknolojisine sahip olmasının önemini bir kez daha ortaya koydu.
ABD’den gelen istihbarata, ABD ve İsrail’in teknolojisine bu denli bağımlı olmanın, sakıncalarını gösterdi. İster yanlış istihbarat deyin, ister eksik istihbarat deyin, ister hükümeti ya da orduyu zan altında bırakmak için kasten çarpıtılmış istihbarat deyin, sonuçta savunma ve güvenlik politikalarına bütüncül olarak bakmamanın, meseleye tek açıdan yaklaşmanın, sorumluluğu tek bir kuruma yüklemenin nelere yol açtığı görüldü.
Ülkenin anlık istihbarat, stratejik istihbarat ihtiyacını yabancı istihbarat örgütlerine havale etmek, yabancı istihbarat teknolojisine ihale etmek yanlıştı. Ve bu yanlış dışa olan bağımlılığı da artırdı.
Başkaları ise Türkiye’nin yaptığının tersini yaptılar, yapıyorlar. Gerilere gitmeye gerek yok. Örneğin, Malatya Kürecik’teki füze savunma radarı. İran füzelerine karşı İsrail’i korumak için yerleştirilen sistem, İsrail’in işi şansa bırakmadığını, bir değil, farklı coğrafyalara yerleştirilmiş birkaç radarla önlem aldığını kanıtladı. İsrail, kendi sistemlerinin yanında, bir de Kürecik’teki radar sistemiyle, İran’a karşı aldığı önlemleri pekiştirdi.
Türkiye ise İsrail’i korumak için gösterdiği heyecanı, kendi milli yazılımını yapmak için göstermedi. İran’la arasını açan bu radara, ABD istediği için “evet” dedi. Kendi ihtiyaçları için aynı tutumu almadı. “NATO projesi” olarak ülkemize pazarlanan, ama gerçekte İsrail’i koruyan, bizim de İran ve Rusya ile aramızı açan radar sistemi, NATO adına bir yetkili tarafından değil, ABD büyükelçisince imzalandı. Türkiye de gerginlik yaşadığı İsrail’in fedaisi oluverdi. Soğuk Savaş döneminde “NATO’nun ileri karakolu”, “ABD’nin jandarması” olarak nitelenen Türkiye, bu kez “İsrail’in koruması” oldu. Hem de “stratejik derinlik” adı altında.
ABD, füze savunma radarının elde ettiği bilgileri anında İsrail’le paylaşacağını açıkladı. Daha önce Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne yerleştirilmesi gündeme gelen, ama hem bu iki ülkenin hem de Moskova’nın direnciyle hayata geçirilemeyen projeye Türkiye talip olunca, ABD bir taşla çok kuş vurdu. Ermenistan’ı bölgedeki yalnızlıktan kurtarmak için Türkiye’ye Ermeni açılımını yaptıran ve protokolleri imzalatan Beyaz Saray, bu hamlesiyle kazandı. Bir zamanlar Suriye ile İsrail, ABD ile İran arasında arabuluculuğa soyunan Türkiye’ye ise Suriye, İran ve İsrail ile aynı anda gerginlik yaşarken, bölgesel düzlemde kaybetti.
Türkiye, toprak reformu yapmadan terörle mücadele edemez. Teröre uygun iklim yaratan toplumsal, siyasal, kültürel, iktisadi yapıyı tasfiye etmeden, akan kanı durduramaz. İnsanına iş, aş, eğitim, sağlık, bayındırlık hizmeti sunarken, terörü besleyen iktisadi kaynakları da kurutmalıdır Türkiye. Sorunun hem iç hem de dış dinamiklerce beslendiğini, ne yazık ki yıllar önce uluslararası bir soruna dönüştüğünü ve emperyalist güçlerin elinde bir koz olarak tutulduğunu görmelidir.
Terörle mücadelenin sadece silaha dayanarak yapılamayacağını da, hiç silah kullanmadan yapılamayacağını da kavramalıdır.
ABD’nin, Türkiye’ye karşı terör örgütü PKK’yı, İran’a karşı ise PJAK’ı kullandığını, onları yönettiğini, yönlendirdiğini, silah ve malzeme sağladığını, siyasi ve diplomatik olarak kolladığını görmek gerekir. Dahası ABD, Kandil’de devriye gezerek Türkiye’nin PKK’ya karşı bir harekât yapmasını engellemiştir. Türkiye’ye, eğer Kandil’e girerse, karşısında PKK teröristlerini değil ABD askerlerini bulacağını söylemiştir. Bunları yaparken de terör örgütünün siyasal uzantılarının sırtını sıvazlamış, TBMM’ye girip yemin etmelerini sağlamıştır. 2011 yılı sonunda Irak’tan askerlerini çeken ABD, PKK, Irak’ın kuzeyindeki Kürt Bölgesel Yönetiminin Başkanı Barzani ve Irak Cumhurbaşkanı Talabani’nin kendi aralarında çatışmalarına izin vermez. Çünkü her üçü de ABD’nin güdümündedir ve her üçü de ABD açısından farklı boyutlarda, farklı alanlarda işlevseldir. El altında bulundurulmaları gerekir. Kaldı ki Talabani, Barzani ve PKK da birbirleriyle ters düşmek istemezler. Birbirlerini ürkütmekten kaçınırlar. Talabani ve Barzani, PKK’nın her zaman için Türkiye’ye karşı kullanabilecek bir araç olduğunu bilirler. Ayrıca iki Kürt lider, gün gelip yeniden kendi aralarında ters düşerlerse, birbirlerine karşı PKK’dan yardım isteyeceklerinin de düşünürler. Hele de Irak’ta İran etkisinin doruğa çıktığı, Irak Başbakanı Maliki’nin, İran ve Suriye’nin Batıya karşı direncini içten içe sevinçle karşıladığı bir dönemde. Tahran ve Şam’ın direnişi, ABD’ye karşı Bağdat’ta Maliki Hükümeti’nin elini güçlendirmiştir. Talabani, Barzani ve PKK’yı ise tedirgin etmiştir. ABD’nin Tahran ve Şam’ı ele geçirememesi, Bağdat’ta Başbakan Maliki’nin önünü açmış, manevra sahasını genişletmiştir. Ayrıca, Rusya ve Çin’in daha cesur tavır almalarını, ABD’ye karşı daha dik durmalarını sağlamıştır.
Uludere’de ölenler ister kaçakçı olsun, ister terörist, ister kasıt denilsin, ister “yanlış istihbarat”, şu gerçekleri bir kez daha göstermiştir: Bir ülkenin istihbaratı, yabancı ülkelere, milli olmayan teknolojilere bırakılamaz. Türkiye, bölgesel gelişmelerden etkilendiği ölçüde, bölgeyi etkileyebilen bir ülke değildir. Zira “komşularla sıfır sorun” politikası çökmüştür ve bu süreçte ABD’nin kuryesi olarak algılanır olmuştur. Sadece bölgesel ölçekte değil, küresel ölçekte de ABD’nin peşinden gitmesi, Irak’ın bölünmesine destek vermesi, Suriye ve İran’a yönelik tutumu, Türkiye’nin bölünmesinin de önünü açmıştır. Bu gidişle Türkiye, teröre karşı güvenlik önlemi almakta zorlanan, komşularının içişlerine Batı adına müdahale eden ve bu nedenle de bölgede dışlanan bir ülke haline gelecektir. Kimileri, terör örgütünde şahinler ve güvercinler olmak üzere iki kanat, iki kutup olduğunu belirterek, terör örgütü lideri Öcalan’ı “barış elçisi” olarak sunmakta, pazarlamaktadırlar. Onlara göre İmralı güvencin olmuştur, Kandil ise şahindir, savaştan yanadır. Yine onlara göre Öcalan barış istemekte, Kandil ise savaş lordlarıyla, uyuşturucu ve silah baronlarıyla, Ergenekoncularla beraber hareket etmektedir. Amaç genel affın gündeme gelmesi, Öcalan’ın serbest kalmasıdır.
Terör örgütü yumuşak gücünü sert gücüyle desteklediği, görüşmeleri terör eylemleriyle beslediği için inisiyatif sahibi olmuştur. Partisi, medyası, mütareke basınındaki yandaşları, sivil toplum kuruluşları, üniversitelerdeki, sendikalardaki, meslek odalarındaki yandaş ve militanlarıyla güçlü bir örgütlenme, lobi ve propaganda ağına sahiptir. Uyuşturucu başta olmak üzere her türlü yasa dışı ve yasal gelir kaynaklarıyla bu büyük ağı beslemekte, terörü, müzakere masasında etkili bir kaldıraç olarak kullanmaktadır. Türkiye, hem ülke içinde gerekli adımları atmalı, terörün parasal kaynaklarını kurutmalı, hem de bölge ülkeleriyle ittifak yapmalıdır. Türkiye, Suriye ve İran’ın istikrarsızlaştırılmasına karşı tavır alsa, hem itibarı artar, hem de etkinliği. Terörle mücadelesini her platformda daha net, daha yüksek sesle anlatır. Arkasına komşularının ve bölge ülkelerinin desteğini alması, Türkiye’nin terörle mücadele ederken diplomatik alanda da elini güçlendirir.