Bülbül güle sevdalıdır. Gül bülbüle. O hoş bahçeyi unutur gider şakırken bülbül. Gül nazlı, gül edalı, gül sevdalı olarak anlatılmıştır hep.
Gül’ün hafif bir solgunluğuna dahi dayanamaz bülbül. Bülbül şakımazsa, ne oluyor, neden sustu, neden şakımaktan vazgeçti diye içine kapanır, kahrolur gül!
Bülbül hercai değildir. Daldan dala konmaz. Güle kıyamaz, onun sevgisinden vazgeçemez. Vazgeçmeyi düşünemez. Aşkın yoluna düştüğü andan itibaren, aşka bağlı gibi görülen bütün tali yollardan vazgeçer. Adını bile anmaz.
Sevdiren, sev dediği için, sevdirdiği için sevdiğini bilir.
Gülün cefası yoktur. Nazı, sevdiğini üzmeyecek, incitmeyecek, kırmayacak kadardır. Bülbülün gözlerinden bilir, nazın dozunu!
Bülbül aşkını anlatır, ömrü yettiğince güle…
Sevdiren, gülün kalbine yerleştirmiştir sevgi denen duyguyu, gülü bülbüle aşık eden o duygu, sevdirenin güle ihsan ettiği baştanbaşa sevgi kesilen, o kalptir.
Ne gül, ne bülbül asla kalpsiz değildirler.
Aşk dilde değildir demiş büyüklerimiz. Diliyle aşk sözleri mırıldananlar, aşkın kenarından bile geçemeyenlerdir.
Aşk, ne ele gelir, ne dile!
Ne kendini sokakta, caddede reklam eder, ne bir afiş ya da bilbortta gelen geçen görsün diye yayınlatır.
Aşk, aşk arıyorum diye, kendini meydanlara da atmaz, tellal bağırtır gibi, aşk arıyormuş diye de duyuruda bulundurmaz!
Aşk kendini taşıtmaz, benim seveceğim insanın atı, katı, yatı olsun diye konuşanlardan hazzetmez!
Şu aşkı yazıyormuş, bu aşkın bütün yönlerini bir yerlerde yayınlatmış, çok aşıkmış, fena aşıkmış gibi sevgisiz söylemlerle işi olmaz!
Aşkı yazıyorum, aşkı yazdım, aşkın yazarı seçildim gibi söylemleri söyleyenler ve söyletenlere, aşkın “A” harfine yaklaşabildiniz mi diye sordurur, onların aşkı değilde kendilerini anlattığını ilan eder anlayanlara…
Aşkı para ile yanyana getirenlere eyvallah etmez aşk!
Şöhret basamaklarında aşka rastlayamazsınız!
Aşk pazarlarda haraç-mezat satılmaz!
Klişe haline getirilen “Seni seviyorum” cümlesinin olabildiğince uzağındadır.
Bu sözde samimiyetin, içtenliğin ve sevginin bulunmadığını bilir aşk!
Aşk nazar boncuğu gibi, kolye gibi taşınmaz da, takılmaz da…
Aşk, bülbül ve gülden ilham alınan bir güzelliktir.
Gül’ün her renginde ayrı ayrı gizlidir.
Şair, yazar, sevdalı, kalbine aşk yerleştirilmiş olan, gülün her rengine ayrı bir şeyler söyler.
Kendisi mi söyler, kendiliğinden mi söyler, söyletirler mi, bilinmez!
Bülbül’e o sesi veren, o güzel yanık nağmelerle şarkılar söyleten, gülü içlendiren, ağlatan, yandıran, aşık eden o sese ne diyeceksiniz?
Bülbül sesi yanık bir sestir!
Aşık ruhunun derinliklerine iner!
Aşık pervane misalidir. Hamsa pişmeye, piştiyse, yanmaya meyyaldir!
Zaten aşık olan, ben aşığım demez ki…
Sevdiği onun gözlerinden bilir, kalbinin çarpmasından bilir, aşık olduğunu ve o bakış yeter artar dünya durdukça!
Sahte aşıkların olabildiğince bol olduğu dünyamızda, onların ben aşığım, görün beni, duyun beni, fark edin beni diye attıkları çığlıkların ve kopardıkları yaygaraların arasında, gerçek aşıkları görmeye göz lazım!
Gerçek aşkı bilmeyen, gerçek aşkı tanımayan, bilse de, sahte aşkların ve aşıkların peşinden koşmaya dünden hevesli olanların ne gül, ne de bülbüle sevgisi vardır.
Dikeni gül diye, kargayı bülbül diye allayıp, pullayıp gül budur, bülbül budur diye anlatanları alkışladığımız ve desteklediğimiz müddetçe aşkı bulmak, aşkı fark etmek mümkün mü sanıyorsunuz?
Aşkı paramparça ettiklerini düşünenlerin, kendilerinin paramparça olduklarını bilmemeleri ve onların takipçilerinin bu durumu kavrayamamaları sizce de düşündürücü değil mi?