Bir fotoğraf geldi bir okurumdan… Küskün Göl sanki küskün bir gölün kenarında, “İşte benim anlattığım bu!” diye çığlık atıyor. Çok duygulandım.
Kitabın çıktığı günden bu yana sürpriz üstüne sürpriz yaşadığım günleri hatırladım.
Yok yok, burada kitabımı değerlendiren, köşesinde yer veren hocalarımı, eleştirmenleri, yazarları, şairleri anlatmayacağım.
Ben dostlarımdan, arkadaşlarımdan, öğrencilerimden gelen mesajlardan söz edeceğim. Tabii ki ancak birazından…
Bir dostumun satırları beni çok etkilemişti. “Şiir gibi derler ya ondan fazlası var. Yaşananlar yıllar sonra bu kadar canlı, mükemmel, özgün nasıl anlatılır? Betimlemeler, özellikle de Zehra’nın odası… Her açıdan harikaydı… Sonunda senin başına gelen benim de başıma geldi… Binnur ve Birgül’den başlayıp en üste seni koyup emeği geçenlere ‘İnsan olmak’ın bu güzel örneğini özellikle yeni kuşağa anlatma fırsatını verdiği için teşekkürler ediyorum. Tekrar tekrar kutluyorum, iyi ki yazmışsın, iyi ki varsın can dostum!”
Ve bir başka okurumdan sımsıcak satırlar… Eee, satırların sahibinin hem öğretmeni, hem meslektaşı olunca satırlar doğal olarak sımsıcak oluyor. “Daha yeni ulaştım kitabınıza, alıp tatilde okurum diye bugünleri bekledim. Kargo paketini açtım. Şöyle bir göz atayım dedim. Akşam yemeğini ne ara yedim, onu bile hatırlamıyorum. Gün ışıyordu kitap bittiğinde! Hani ben bu kitabı tatilde okuyacaktım? Bu ara kitabı okumak için geç kaldığıma çok üzülüyorum şimdi. Eğer erken alsaydım “Tadı Hâlâ Damağımda” öykünüzü bütün öğrencilerime ödev olarak vermiştim bile… Bu kadar mı güzel anlatılır okuma aşkı, canım öğretmenim?”
Bir de yayınevinin açtığı imzalı kitap kampanyası vardı. Oradan gelen listeye baktığımda çok etkilenmiştim. Birçok dostum, meslektaşım, öğrencim çoklu sipariş vermişler. Ya yurt dışından gelen çoklu siparişe ne dersiniz?.. Belli ki mutluluğumu paylaşıyorlar, hem de çoğaltarak…
Yılların içinden damıtılarak gelen duyguların bir kitapta ete kemiğe bürünmesi ve ülkenin dört bir köşesine dağılması, hatta yurt dışından yankılarının hissedilmesi müthiş bir şey tabii…
Ama bu satırları yazmama neden olan bunlar değildi. Bu satırları bana iki şey yazdırdı. İlki başta yazdığım fotoğraf… İkincisi de önce öğrencim, sonra meslektaşım olan bir dosttan gelen şu satırlar:
“Keşke dünyanın her tarafından duyulabilen bir sesim olsa da haykırabilsem: Ercan Çalışkan’ın tüm öğrencileri bu tatilde, “Küskün Göl”ü okusun ve herkese gururla “Küskün Göl”ün yazarı benim öğretmenim desin…”