Şehirler her gün insanlarıyla birlikte doğar, yine insanlarının nefes alışları ve mutluluklarıyla yarına dair umutlar beslerler… Biriktirdikleri sadece taş, tuğla, beton yığınları değildir asla. Her köşesinde başka yaşanmışlıklar, hatıralar vardır. Bunlar bir kentin hafızasında tek tek arşivlenir. İzleri camilerin kubbelerine, derelere, ağaç gölgelerine, kahve köşelerine, bağlara, bahçelere siner ve kalır. Gün gelir de sonraki nesiller kendini bilsin, özlediği yerlerden elleri boş dönmesin diye ebediyen saklanır, mayalanır, çoğalır…
Buralarda anıların insanlara güç veren dağları, tembel olmanıza asla müsaade etmeyen nehirleri ve de kahvenin renginde toprak var… Okumaya kalktığınız zaman hepsi, dağların eteklerinde zirve yapmış bir gönül zenginliğini anlatmaktadır size. Peki, bütün bu güzelliklerin bir baraj suyunda boğulacağını biliyor olsanız ne yapardınız?..
Bu hafta sonu yolum Yusufeli’ne düştü. Artvin iline bağlı olan Yusufeli ilçesi, kent merkezine 104 km uzaklıkta yer almakta. Yol boyunca gördüğüm güzellikleri, başı dumanlı dağlarının ihtişamını bir başka yazıya bırakıp, son zamanlarda Yusufeli’nde neler yaşanıyor, onu anlatayım istiyorum.
Kentte olup bitenlere ve belirsizliklere karşılık: “Kaybedeceklerimizi biliyoruz. Bunları konuşmak yerine, bütün olumsuz şartlara rağmen yeni bir hayatın örgütlenmesini nasıl yaparız onu konuşalım” diyordu Yusufeli Belediye Başkanı Eyüp Aytekin. Yusufeli’nde bugünlerde sorulan tek soru; Yeni Yusufeli’nde nasıl bir yaşam kurabiliriz?
Buralarda uzun zamandır yatırım yapma, istihdam alanları yaratma gibi bir çaba içinde olan yok. Kısacası Yusufeli önünü göremiyor, insanlar karanlıkta, naçar bir halde neler olacağını bekliyor. Bu kadar bilinmezlikte hala sakinliğini koruyan bu güzel insanların geleceğe dair bir beklentileri kalmamış.
Yusufeli’ne belki de memleketi olması hasebiyle en çok sahip çıkması gereken Çalışma ve Sosyal Güvelik Bakanı Faruk Çelik bile uzaktan uzağa türkü çağırıyor.
Dinlediklerimden ve gördüklerimden sonra, çok istediğim halde, belirsizlik içindeki Yusufeli halkına umut verip, "geleceğiniz çok güzel olacak" diye maalesef diyemedim. Aşklarına ilham kaynağı olan, sesiyle uyandıkları, nefesiyle hayat buldukları suları yoksa, üzümleri cevizleri artık sadece masal olarak anlatılıyorsa; bu insanlara umuttan bahsetmek büyük bir sahtelik olacaktı!..
Ben buradan işin teknik yönü hakkında ahkâm kesmek ve de bölgenin maden aramak için insansızlaştırılmaya çalışıldığından falan bahsetmek istemiyorum. Sadece toprak, su ve insan üçlüsünün yıllara dayanan dostluğunun bitirilip, vefasızlığa atılan bir sözde devlet adımından dertleniyorum.
Bu insanlar başka bir yerde dal budak verirler mi, belki veririler ama orası asla Yusufeli olmaz. Orada Yusufeli türküleri söylenmez. Oradan buralara Yusufeli’nin ruhu esmez…
Söylemem o ki, olay sadece bir kentin birikiminin sularla terbiyesi değil. Halka anlatılanlar türkü tadında: “Orada bir dağ-taş var uzakta, o taş sizin yurdunuzdur, bundan sonrası da sizin becerinizdir, orayı yaşanır hale getirin bakalım.” lafzından ibaret.
Yani Yusufeli’nde yaşananlar aslında tam bir imtihan; taşı toprak, o topraklardan aş, iş ;bağ bahçe yapanların, yani ekmeklerini taştan çıkaranların imtihanı.
Yusufeli’ne yaşatılanlar hiç adil değil. Devlet tarafından ortaya konulan sadece bir dağ ve bir inşaat alanı… Dört tane bina ile kentleşme olabilir mi? Ya da dört bina, bir kentin kimliğini oluşturulabilir mi?
Orada ki insanların birbirilerini bulacakları, kentin ruhunu yeniden yeşertebilecekleri, toprak ve suya ulaşacakları alanlar hani? Bütün bunlar için, “yeni kenti kurgulayacak bir ajansa, merkeze ihtiyaç var” diyen Yusufeli Kaymakamı Sayın Ömer Dereci’nin bu isteğine devlet bir an önce cevap vermek mecburiyetindedir.
Şimdiye dek yeterince dinlenmemiş, çalışmaların içine dâhil edilmemiş, kendilerini muhacir olarak görecek kadar karamsarlık içinde olan Yusufeli halkına tek tek söz hakkı verilmeli…
Yoksa Yusufeli sadece “Yeni Yusufeli” olarak anılırken; kimliksizliği ve kimsesizliği o dağlarda ilelebet yankılanır durur…