Türk; inancıyla, tarihiyle, sanatıyla, ülküsüyle, dün de, bugün de, yarın da “Türk”.
Türk Milleti son yıllarda, kendisine dayatılan suni vatandaşlık tanımına karşılık, “Türk” bütünlüğünü; maziden okuduğu ve de aldığı güçle, Türk vasfı ve kimliğine hiçbir açılım yapmadan ülküce, ışığına ve de aşığına(!) sımsıkı sarılarak muhafaza edecektir.
Bunu, şimdiye değin: Çin Sarayı’nda son nefesini verene kadar yalın kılıç dövüşen Kürşat, Malazgirt’te kefenini peşinen kuşanan Alparslan, vatan toprağının bir çakıl taşını dahi vermeyen Mete Kağan ve en sonunda Türk’ün ruh ve düşünce babası Mustafa Kemal’ler yani tarihi yazanlar ve yazdıranlar söyledi. ("Ey Türk; üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, senin ilini ve töreni kim bozabilir?..” Bilge Kağan)
“Cumhuriyetimizi kuran temel düşünce “Türk(lük)’tür gerçeğinin altı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından defalarca çizildiği halde bunu, kendini (atasını) inkar eden soy/unu…. bil(in)mezlere(!), H.Nihal Atsız’ın sözünü hatırlatmanın tam da zamanıdır: “Mesele Yıldırım Bayazıd veya Mehmed Akif kadar Türk olabilmektedir. Bir millette millî ruh yükseklerde olduğu zaman onların arasına karışan yabancıların hiçbir tesiri olmaz. Millî ruh, herhangi bir yabancılığı eritir. Fakat millî ruh arıklayınca, yabancılara karşı hayranlık başlayınca her şey allak-bullak olur. Milliyet inkâr edilir.”
Türk tarihinde, kimliğini inkâr edenlerin, daha sonra topraklarından ve bayraklarından da vazgeçişleriyle birlikte, ortaya çıkan hazin sonları iyi okumalıyız.
Batı, kendi birliği ve iriliği için milliyetçi çözümler üretirken, bu topraklarda, millete ve milliyetçiliğe düşmanlık projelerini desteklemesi, bunun için siyasetçi ve sözde aydın kesimle işbirliği içinde olması, 1911 yılının en karanlık dönemlerinde bile ‘Ömer Seyfettin’ tarafından üslubunca dile getirilmiş; tarafınca, aydınlar ikaz edilmişti: "…Ey insaniyet fikrinin gizli naşirleri, ey "Beynelmileliyet"ciler… Siz bu kendilerinden olmayan kavimleri yutmayı, ezmeyi, mahvetmeyi bir vazife bilen Avrupalıların emellerine hizmet ediyorsunuz. Onlar maddi ve iktisadi hücumlar yaparken siz manevi hücumlar yapıyor, birtakım zavallıların ruhundaki vatan aşkını, milliyet fikrini, ırki gururu katletmeye tasaddi ediyorsunuz. Yaldızlı kelimeleriniz, parlak nutuklarınız, fazilet boyalarıyla süslenmiş ahlak efsaneleriniz ancak budalaları aldatabiliyor."
Görüyoruz ki, gafil ve işbirlikçi insan profili her devirde rastlanan, her zamanın en tehlikeli insan modeli. Onlar, İslam ve Türk düşmanı olan Hıristiyan Avrupalılar’ın dili, eli olmuş ve işi Türk’e düşmanlığa kadar götürmüş zavallılardır.
Onlara Atatürk’ün diliyle şöyle sesleniyoruz:
-“Milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avı olacaklardır.”
-“Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve başka milletlerde su veya bu sebeple üstünlük olduğunu sanarak, kendini onlardan aşağı görmesinden doğmaktadır. Bu yanlış görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve tarihi ile tanımak ve tanıtmak şarttır."
Millet olmak; varlığının kanıtı olan kimliğine inanmak ve de o ada, sahip çıkmakla olur. Atsız Ata, “Bir millet, büyümek ve iş yapabilmek için kendisinin büyük bir millet olduğu inancını duymalıdır.”
Yine “Türk’ün” bu milli şuur’unu Atsız, “bir ışık, yurdu aydınlatan ve gizli köşelere sinmiş olan bütün akrepleri açığa çıkararak, karanlıkta iş görenlere engel olan.” diye tanımlar. “Milli şuur, bir milletin kendini duyması ve bilmesidir.”der.
Son olarak, Türk (yürekler)e inanmayan varsa buyurun bir de elin adamından okusun:
“Türklerden bahsediyorum… Düşmanına saldırırken amansız bir kasırgaya, korkunç bir denize ve insafsız bir yıldırıma benzeyen Türk; dost yanında ve silahsız düşman karşısında bir seher yelidir, berrak bir göldür. Gönül açan bu yeli yıldırma, göz kamaştıran bu gölü coşkun bir denize çevirmek tabiatı da inciten bir gaflet olur.” Tasso / İtalyan Şair.