“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!..”
O sancak ki; devletimin şerefi, hâkimiyeti, bağımsızlığı ve de varlığının mührüdür.
O sancak ki; tarihinden aldığı şeref, ün ve gururla, küfrün damarlarını çatlatırcasına ilahi bir nefesle dalgalanması gerekirken; erk sahiplerinin acziyetleri yüzünden, üç beş çapulcu tarafından hakarete uğruyor, o pak alnına, korkaklık lekesi sürülüyor!..
Nasıl kahrolmayalım ki? Tam dört yüz on kahraman evladımızı, yiğit Mehmetçiklerimizi şehit verdiğimiz, kara toprağın bağrına bıraktığımız zalim Beytüşşebap’ta; ‘Devlet bayraktır’ inancımızı kırıp döken bir görüntü ile devletin aracına PKK çaputu asılırken, bir terörist leşi askeri lojmanın önünden geçerken saldırıya maruz kalırız korkusuyla; bayraklarımız asıldığı yerden indiriliyor.
Tamda gün bitti derken güya kaza(!) sonucu (her biri bayrak olan) yirmi beş askerimin şehit haberi geliyor. Bu nasıl bir tesadüf, nasıl bir tedbirsizlik.
Şimdi haykırıyoruz;
“Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!..”
Ama yüzüne bakmalara doyamadığımız nazlımız-al yıldızlı bayrağımız, bizlere küs!
Olup bitene, bir de ülkemin havasına bakıyorum herkes sus pus!
Milletimin sinirleri mi alındı, ne?
Acaba Türk Milleti duyma, görme konusunda sağlıksız bir durumda mı?
Yoksa “bırakın çocuklar biraz oynasınlar, nasılsa biz ayağa kalkınca otururlar” özgüvenini mi yaşıyor?
Ya da padişahına güvenmenin rehavetiyle ölüm uykusuna mı dalmış bulunuyor?
Olumlu düşünmeye çalışıyor; “konuşacağı günü iyi biliyor, zamanını kolluyor belki de, sabrının selametini beklemekte” diyorum sadece.
Tamam anladık. Türk Milleti’nin derdi başından aşkın. Öyle ya; iş, aş bulmak artık aslanın ağzında. Çoluk-çocuk, gelecek derken para-pul gerekli. Görünen o ki, sorun biraz ‘ben’ kaynaklı. Herkes derdine(!) düşmüş desem; yine de bütün bunlar, ülkenin içine düştüğü duruma kayıtsız kalmak için mazeret olamaz, olmamalı da.
Son saldırıların resmen bayrağa ve devlete; dolayısıyla da aziz Türk Milleti’ne olduğu ve de PKK’nın açık cephe oluşturarak bölge hâkimiyetini güçlendirmeye çalıştığı ortada.
Dağlar, taşlar, ardı arkası kesilmeyen şehitlerimiz tarafından kafamıza vuruluyor da, bizlerin dilinde hala ve sadece, birilerinin “hedef sadece güvenlik noktaları ve kazaydı” ninnisine uygun tempolarla; "Kahrolsun PKK… Kahrolsun PKK!"
Galiba ülkem insanına millet olmanın sorumluluğunu hissettirmek ve hatırlatmak zamanı geldi de geçiyor bile!
İnsan olgunlaşmasının toplum hayatındaki son durağı “millet” ve “devlet”tir. Ki Türkiye Cumhuriyeti son durağında: "Vatan Türk Vatanı; millet Türk Milleti, devlet de Türk Devleti"dir diyerek Anadolu topraklarına bir kez daha mührünü vurmuştu. Marifet bu mühürdeki emeği ayrıştırmadan, birleştirerek sahip çıkmak, Atsız Hoca’nın da dediği gibi; “Yıldırım Beyazıt veya Mehmet Akif kadar Türk olabilmektedir.”
Unutmayalım ki milli geleneğimiz de; “bayrak ve toprak” en kutsal değerlerimizdendir. Bir dönem, Millet olma bilincimizin şahlanışıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu o imkânsız şartlarda gerçekleştiren bizlerin, şimdi aynı ‘milli birlik’ şuuruyla "iri ve diri" olarak ayağa kalkmamız gerekmektedir.
‘Milli namusumuz ve şerefimiz’ için, bizi ‘insan yığını’ olarak görüp, millet olma olgumuzu yıkmak isteyen erk sahibi şer güçlere ve bu doğrultuda edepsizce hakaret etmekte ısrar eden çapulculara karşı; yeniden bir Milli Duruş sergileyip, bu hainlere gereken dersi hep beraber vermek zorundayız!
Bayrak, temsil ettiği milletin kıymeti ile ölçülür ki; yere düşürmemek, manevi haysiyetine dokunacak bir duruma sokmamak için, ölüm dâhil her türlü fedakârlığı göze alırsak işte o zaman yeniden başımız dik olur. “Kim bu cennet vatanının uğruna olmaz ki feda?”