Pazar araştırma şirketi Ipsos MORI'nin her yıl düzenlediği Cehalet Endeksi'nin 2017 sonuçlarına göre; 38 ülkeden 29 bin 133 kişiyle yapılan görüşme sonucunda en cahillerin bulunduğu ülke Güney Afrika olurken, Türkiye 9. sırada, listenin en sonunda ise İsveç yer alıyor.
Ülkemizde araştırmaya katılanların ancak yüzde 7'si “ülkeleriyle ilgili sorulara”, doğru cevaplar verebiliyor.
Duyarsızlık cehalettir!
Sokak röportajlarında insanlardan (diplomalılardan!) “tarih, coğrafya ya da ülkesini ilgilendiren sorularla ilgili” doğru cevaplar alınamamasından anlıyoruz ki, bilgi itibarsızlaştırıldıkça cehalet bir o kadar güçlenmiş.
Dünyanın her yanında, zorunlu eğitim, yeni öğrenme metotları, bilim, bilgi depolama ve yayma alanları geliştikçe cehaletin biteceğini zannedenler yanılıyorlar…
Cehalet hala dimdik ayakta!
Daniel R. DeNicola “Cehaleti Aramak” kitabında diyor ki, sanki insanlarımız kasıtlı olarak cahil kalıyor, huzursuz edici gerçeklere kulak asmaktansa yanlış bildiği şeyi tekrarlayıp durarak cehaletini bir bayrak gibi taşıyor.
Cahile göre gerçeği öğrenmek zordur, gerçeği kabul etmek ise daha zordur. Dolayısıyla bilmemek, duyarsızlık en iyisidir. Cehalet öyle ısrarcı ki, nesli tükenmeyecek kadar da üretken. Biz onu yenemedikçe de, o her gün bilgiyi yeniyor.
Çünkü cehalet kaba, bilgi ise nazik.
Böyle olunca cahil insanın sesi, bilge insandan daha çok ve daha yüksek çıkıyor. Cahilin sözü bilgeninkinden daha çok duyuluyor. Ve işte en tehlikelisi cehaletin, bilge insana hâkim olması, doğruların ortaya çıkmasını engellemesi oluyor.
Arap toplumunun İslam öncesi hali, doğru yolun unutulduğu “Cahiliye dönemi” gibi!
Cahilliğin bir yanında unutmak, inançsızlık, bir yanında, duyarsızlık, aslından uzaklaşmak, kendi olmaktan vazgeçmek vardır.
İşte mesele bu; “Asıl cehalet okuma-yazma bilmemek değil. Asıl cehalet; varlık nedenini, kültürünü ve onun ürünleri olan kavramları, doğruları, yanlışları, iyileri, kötüleri, velhasıl kendinizi bilmemektir”
Bu da neredeyse bütün acılarımızın kaynağı ve üzerimize yük oluyor.
Cehalet kültürü o kadar basit bir konu değil, bu kültürde insanı en çok korkutan cehaletin el üstünde tutulması, övülmesi hatta ideolojik bir bakış haline getirilmesi var.
Cehalet kültürü toplumu sarıp sarmaladıkça, siyasilerin ve aydın kimliklerin bile bu ideolojiye hizmet ettiğini, doğruların ve kitabı bilgilerin hor görülmeye başlandığını görürsünüz. Özellikle eğitime, tarihe ve toplum değerlerine karşı kuşkular beslenir…
Cehaletin çok eksikliği vardır ama öğrenmeyi engelleyen ve reddeden kısmı en tehlikeli olanıdır.
Bu türden cahile yetersizliğini ve yanlışını gösterirsiniz ama bu yetersizliğin kötü bir şey olduğunu anlatamazsınız.
Dolayısıyla cehalet yalnızca bilmeme durumu değil aynı zamanda bilmediğimizi de bilmemektir. Bu bakımdan başlıca mecburiyetimiz öğrenmek kadar öğretmekte olmalıdır.
Kafa karışıklıklarını ve korkuyu barındıran hatayı ve önyargı besleyen cehalet denen bataklıktan ancak, kolumuza girilmeden, kendi ayaklarımızla yürüyerek, ben kimim sorularına cevaplar arayarak, doğru bilgi ve düzgün eğitimle kurtulabiliriz.
“Kandırılmanın iki yolu vardır. İlki, kişinin doğru olmayana inanması; diğeri ise doğru olana inanmayı reddetmesi!..”/Soren Kierkegaard/
Şimdi, bütün kötülüklerin başı, şu talihsiz "toplumsal cehaletten" ve karanlığından kurtulmak adına; bilmenin, doğruları öğrenmenin ve kendimiz olmanın idrakine varalım.
Yoksa, diğer sorunlarımızın üstesinden gelemez, birinin koluna girmeden yürüyemeyiz.
Esen kalın.