Türk halkının içinde bulunduğu ruhsal ve psikolojik hali anlamak için, sahada çok bulunmak ve tespitler yapmak gereklidir. Çeşitli toplum katmanlarının ve sosyal grupların içinde bulunmadan, halkın reflekslerini anlamak mümkün değildir. Bu nedenle değişik vesilelerle gittiğim yerlerde empati yaparak halkı anlamaya ve onların özlem ile beklentilerini kavramaya çalışıyorum.
Her bir ferdin ayrı bir dünya olduğunu kabul edersek, herkesin yaşamdan anladığı ile hedeflerinin büyük değişkenlikler gösterdiğini görürürüz.
Kimimiz için plazma bir televizyon almak çok önemlidir. Ya da küçük bir konut veya dört teker üzerinde dönen bir araba… Bunlara evlilik yapmak, çocukları üniversitede okutmak, yazlık almak, uçağa binmek, hac’ca ve umre’ye gitmek, yurt dışına çıkmak, hayal ettiğin yerleri örneğin Çanakkale Şehitliği, Anıtkabir, İstanbul, Edirne ve Bursa camileri, Uludağ, Abant’a gitmek gibi şeylerde eklenebilir.
Eğer fert; bunlardan birini veya yazmadığımız ama ferdin beklentisi içinde olan herhangi bir şeyi gerçekleştiriyorsa mutluluğu yakalamış olmaktadır. Bu açıdan bakılınca Türkiye’de yaşayan insanların özellikle; son 11 yıllık AKP iktidarı döneminde, bireysel mutluluğu yakaladıklarını gözlemliyoruz. Böyle olunca da, onları, kendilerini mutlu eden hadiseler dışındaki gelişmeler, pek ilgilendirmiyor.
Bu son 11 yıllık dönem, kanaatime göre halkımızın en az % 70’ni, beklentiler açısından tatmin ederek mutlu etmiştir. Tabii burada hemen hangi tavizler ve ihanet uğruna diyede eklemek isterim. AKP’nin seçimlerde yükselen oy grafiğinin, öncelikle bu nedenle olduğunu düşünüyorum.
Bütün hayali, Hac’ca ve Umre’ye gitmek olan bir vatandaşımız bunu gerçekleştirebilmişse ondan mutlu olanı yoktur. Anadolu’da bu durumda olan çok insanımız vardır. Hatırlarmısınız uçağa binmek, lüks ve pahalı bir işti. Şimdi ise sıradan, kaliteli ve ucuz bir hizmet haline geldi. Ya da bir ev sahibi olmak kimilerimiz için hayaldi. Bu da TOKİ sayesinde hal oldu. Sosyal yardımlar ve engelliye; Cumhuriyet tarihinde görülmemiş destekler, hep bu döneme rast geldi. Duble yollar, barajlar, şehircilikte gelişim, vakıf eserlerinde restarasyonlar bir çoğumuzun gönlünü okşadı. Küçük ve orta ölçekteki işletmelere verilen krediler, emeklinin ağzına çalınan bir parmak bal, küresel güçlerin izni ile ihracatın artması, okul kitaplarının bedava dağıtılması ve şimdi de öğrencilere tablet bilgisayar dağıtılacak olması, bunları yapmak isteyip te yapamayan tüm vatandaşlarımızı memnun etti. Hatta 2010 Anayasa Referandumu’na halkı öyle mutlu edecek değişiklikler yerleştirdiler ki; halkın gönlünden, tuzaklarıda görmesine rağmen, bu değişikliklere “hayır” diyesi gelmedi. Milli olduğunu zannettiğimiz insanlar bile “Yetmez Ama Evet” çığlıkları attılar. Bunlara susuz ve elektriksiz köylere dağıtılan çamaşır ve bulaşık makinaları ile buzdolapları da eklemek lazım diye düşünüyorum. “Analar ağlamasın” diye yürütülen sözde “demokratik çözüm” çalışmaları da, halkı memnun etme çabalarının zirvesini oluşturmaktadır.
Peki ne oldu da bu son 11 yıldır, dünya; önemli ekonomik krizler ve finansal piyasa çöküntüleri yaşarken biz bunları hissetmedik ve Türk halkını mutlu edecek gelişmeleri nasıl yakaladık?
Bunu anlamak için Türk Milletinin, menfaatlerinin temini yolu ile mutlu edilerek çekildiği sessizliğe bakmak gerekir. Türk Milleti, başbakanın ağzı ile 36 etnik parçaya indirgenmiş ve Türk bu 36 parçadan biri olarak gösterilmiştir. “Ne Mutlu Türküm Diyene” tabelaları gözönünden kaldırılmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerine büyük bir operasyon yapılmıştır. Türk ekonomisi ve finans sektörü, küresel şirketlerin işgaline uğramıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin milli kazanımları tek tek ve adeta cımbızla sökülmektedir. “Yeni Anayasa” çalışmaları ile Türk Milletinin hükümranlık hakkına son verilmek istenmektedir. Suriyeli mültecilerin ülkeye kabulü ile demografik ve kültürel değişiklikler hedeflenmektedir. Türk’e ait değerler iktidar sahipleri tarafından yerle bir edilmektedir.
Türk halkı bunları görmektedir. Ancak bireysel tatmin sebebiyle aynı zamanda mutludur. O yüzden kafası karışıktır. Bireysel mutluluk mu sürdürülsün yoksa toplumsal menfaatler mi korunsun ikilemi içinde kalmıştır. Bunların, kendisine karşı bir tuzak olduğu mualesef anlatılamamıştır. Anlatılmaya kalkıldığında da, o; karşılık olarak “hiç bir zaman yakalayamadığı tatmini bu dönemde yakaladığını” cevaben anlatmıştır.
Barzani’nin gelişi aslında, çarşambanın gelişinden perşembenin gelişi anlaşıldığı gibi bize herşeyi anlatmaktadır. Ancak ağzına damlatılan bir damla bal ile mutluluk sarhoşu olan Türk halkı, bunu görse bile nefsi yüzünden karşılık vermemektedir.
Barzani’nin ne halt olduğu, Türk Milletine karşı beslediği husumet ve Türkiye Cumhuriyeti’ne duyduğu düşmanlık izahtan varestedir. Hele onun Diyarbakır’da, Başbakan düzeyinde karşılanışı, Türk milleti ve devleti açısından asla kabul edilebilecek bir şey değildir. Ama bütün bunlara karşı Türk halkı sessizdir. Halbuki Türk Milletine karşı açık hakaret olan bu hadise, çok büyük bir şekilde protesto edilebilmeliydi. Ne yazık ki; Türk halkının derdi ev almak, tatile çıkmak, yut dışına gitmek, güzel bir yerde yemek yemek ve “beleş olursa canlı olarak mezara girmek” anlayışını bizatihi yaşamaktır.
Onun için kendisine karşı yapılan ve buna karşı kendisininde kendisine yaptığı kötülüklerin farkında değildir. Zaten onun bu zaafiyeti, düşmanlarınca keşfedildiğinden suni bir mutluluk ortamı yaratılıp, yurduna el konulmak ve esaret altına alınmak istenmektedir. Barzani’nin gelişi perşembeyi çok iyi anlatıyor ama anlayacak halk nerede? Hoşgeldin Barzani! Geç bile kaldın, biz seni bekliyeli çok oldu…