Yabancılar biz Türkçüleri Pantürkist diye, ilkemiz Türkçülüğü ise Pantürkizm olarak adlandırmış-tanımlamışlardır. Doğrudur, bu yabancı sözcükleri bu günlerde biz de kullanıyoruz. Bilhassa bu sözcükleri düşmanlarımız bizi suçlu bulduklarında kullanmayı severler. Bir Rus veya bir Çinli bir Türkü “Pantürkist” diye suçluyorsa, mutlaka o Türkün öldürülmesine hüküm ederler. Türklük uğruna 1913 yılında “Birleşmek-Gelişmek” amacıyla İstanbul’da kurulan İttihat Terakki Cemiyeti önderlerinin 1920’li yıllarda, vatanlarından uzakta-yurt dışında öldürülmelerinin başlıca sebebi budur-Pantürkizm’e karşı cihanşümul düşmanlık. Elbette böyle bir düşmanlık karşısında, “Türküm” diyebilen herkes seyirci kalamaz, yanıt arayan konu şudur:
Dilimizdeki Türkçü-Türkçülük denilen sözcüklerin karşılığı olarak kullanıla gelen adımızı içine almış bu yabancı kökenli Pantürkist-Pantürkizm denilen sözcükler ne zaman, nereden, nasıl bir sebep ve süreçten geçerek bize kadar gelebilmiş, bizim sözlüğümüze nasıl mal olmuştur? Yabancılar bizim kimliğimizle, bizim ilkemizle ilgili sözcük üretecek kadar neden bizimle ilgilenmiştir? Bizim başka uluslardan ayrıcalığımız nedir? Bu soruların yanıtı hiç kuşkusuz coğrafyamızın-tarihimizin-karakterimizin derinliklerinde saklıdır.
Coğrafyamızın enginliği-tarihimizin uzunluğu-karakterimizin korkusuzluğu, ulusumuz uğruna olağanüstü özveriler çağrıştıran başlıca etkendir. Ulusumuzun ululuğu sadece yaradılışında değil, yaptıklarında saklıdır. Atalarımız 1000 yıllar öncesinden Avrasya’nın-Türkistan’ın egemen gücü olarak tarih yaratmış, tarihi ise- 04.08.2008 Pazartesi günkü Kaşgar Olayı gibi destansı bir tarihtir. Kaşgar Olayı-benzerine az rastlanan sadece Türk ulusuna has ulu bir kurtuluş savaşının örneğidir (Bak: KURBAN, “Kaşgar Olayı” yazısı).
“Türkistan, Asya’nın tam göbeğindedir. Yani tam anlamıyla Orta Asya’dır. Burada Türkistan’ın dört tarafının da denizden aynı uzaklıkta bulunduğunu ve dünyada denizden en uzak tek bölge olduğunu da söyleyebiliriz. Cengiz’in ve Timur’un, dünyanın ve tarihin en büyük fatihleri olabilmelerinin sırrı, Türkistan’ın Karalar Çağı’ndaki bu coğrafi konumunun sağladığı imkanlarda yatmaktadır. Uçsuz bucaksız Türkistan bozkırlarındaki ve dağlarındaki atlı insan, Türkistan’dan Avrupa-Asya karalar okyanusunun dört tarafına yayılan Cengiz ve Timur Ordusunun güç kaynağı olur. Kuzey Buz Denizi’nden Hint Okyanusu’na kadar, Büyük Okyanus’tan Atlantik Okyanusu’na kadar uzanan kervan yolları Türkistan üzerinden geçer. Türkistan’da yoğrulan bu Kuzey-Güney-Doğu ve Batı’nın ticari ve medeni değerleri Türkistan insanlarının hem maddi hem manevi kaynağı olur. Fakat çağ değişir, müspet bilimler gelişir. Moğolu ve Türkü coşturan atın hızı deniz kıyılarında kesilir. Avrupalılar gemi ve pusula ile okyanus ötesindeki bilinmeyen karalara gider. Karalar Çağı (Orta Çağ) kapanır, Deniz Çağı (Yeni Çağ) başlar. Karalar Çağı kapanınca, Türkistan da karalar okyanusundaki rolünü kaybetmeye başlar. Artık Türkün de karadaki fatihlik çağı yavaş yavaş kapanır. Dünyamız denizci yeni fatihler tarafından işgal edilir” (KURBAN 1995, s: 4). Artık Türk ulusu olarak, Türkçülüğe-Pantürkizm’e daha çok gereksinimin arttığı, giderek doğa bilimlerinin evrensel hükmüne muhtaç olduğumuz bir devirde yaşıyoruz; dünyamız güçlünün yaşayabileceği dünyadır.
Türkçülük veya Pantürkizm, herkesin anlayabileceği kolay bir kavram, herkesin yapabileceği kolay bir eylem değildir. Türkçülüğün temelinde, Türklüğün cihanşümul bilimi, Türkün cihanşümul yazgısı yatmaktadır. Bu kavramı ve bu eylemi ancak, Türkün yazgısını yaşayan ve Türklük biliminden uzman olan ender bireyler anlar ve yapar. Gelişmiş, gerçeğe uygun-bilime yatkın kavramlar-duygular kendini dışarı vurmaz-belli etmez. Nasıl günümüz dünyasında “İngilizcilik” diye bir sözcük-kavram kullanışta olmamasına rağmen İngiliz duygusu-dili dünyaya egemendir. Çünkü, “Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir.” Büyük Atatürk’ün, Türk Tarih Kurumu’nu, Türk Dil Kurumu’nu kurup, tarihle, dille uğraşmasının izahı-adı açıklanmamış Türkçülüktür ki, bilimsel Türkçülük-bilimsel doktrin dediğimiz veya Atatürk Türkçülüğü dediğimiz budur. “İçtenliğin dili yoktur, açıklanamaz. O gözlerden ve alınlardan anlaşılabilir”.
Türk tarihinin gelmiş-geçmiş hükümdarları arasında bilim ve Türklüğe verdiği önemiyle ayrı bir konuma sahip olan Büyük Timur (1336-1405) hakkındaki şu samimi ve alçak gönüllü değerlendirme Mustafa Kemal Atatürk’e aittir : “Ben Timur’un zamanında gelseydim Onun yaptığı işleri başaramazdım. O benim zamanımda gelseydi yaptıklarımdan daha fazlasını yapabilirdi”.
Türkçülük, bilim-vatan ve ulusumuz uğruna, uzak tarihimiz boyunca Türk varlığının doğa ile bütünleşen göksel simgesi olan AY-YILDIZIMIZ uğruna, olağanüstü çalışma ve özveri gerektiren, gerekirse canını bile vermeyi göze alan büyük Türklerin uğraşı ki, bu uğraş uğruna ölen büyüklerimizin adı saymakla bitmez (KURBAN 2007, s: 182-183).
Çin tarafından İlkesi “Pantürkizm”, kendisi “Pantürkist” olarak suçlanmış Doğu Türkistan’ın önde gelen Türkçü aydınları Turgun Almas’ın (1924-2001), Abdurehim Ötkür’ün (1923-1995) kitaplarından alıntılar alarak ayrıntılara girmek istiyorum.
Turgun Almas 1989 yılında basılmış “UYGURLAR” adlı kitabının 574. Sayfasında şöyle diyor: “Kendi toprağına kendisinin sahip olduğu mutlu bir nesilden şüphesiz daha nice Yusuf Hashacipler ve daha nice Mahmut Kaşgarlılar doğmuş olurdu.”
Abdurehim Ötkür 1985 yılında basılmış “İZ” adlı kitabının 419. Sayfasında şöyle diyor : “Evet, diye tasdik etti Ahmetcan Kasimi, iki yanındaki dostlarını (Abdukerim Abbasi ile Supahun) omzundan kucaklayarak, eşitlik-özgürlük ve halka insanca yaşamayı öğretmek yolunda savaş veren halk kahramanlarımızın izleri hiçbir zaman silinmez. Bu silinmez izleri bize bırakan geçmiş tarihimizden hiç kimse bizi koparamaz. Tıpkı önümüzde dalgalanarak akan İli nehrinin suyunu kılıç ile ikiye parçalamak mümkün olmadığı gibi.”
Yıl 1944 Kasım ayının 12. Günü Gulca’da kurulan Şarki Türkistan Cumhuriyeti’nden yansıyan Türkçü fikir akımının önde gelen temsilcisi Turgun Almas idi. O Çin yanlısı İsa Bey (1901-1995) gibi hainlere karşı “Satkunga Ölüm” (Haine Ölüm) şiirini yazdığı için Milliyetçi Çin tarafından tutuklanır (1947); Çin işgalcilerinin ölüm fermanı niteliğindeki “UYGURLAR” adlı tarih kitabını yazdığı için Komünist Çin tarafından gözaltına alınır (1989). O, Şarki Türkistan Cumhuriyeti’nin sözcüsü niteliğindeki “ALGA” (İLERİ) gazetesinin bir müddet yazarlığını da yapmıştır.
Çin’in, Turgun Almas’ın “UYGURLAR” adlı kitabına karşı yanıt olarak yazdığı, Ürümçi’de 2000 yılında basılmış, Uygurca çevirisi olan-Pantürkizmlik Medeniyet Üstide Tehlil- “Pantürkizm Medeniyeti Hakkında Araştırmalar” adlı kitabının sonuç olarak sunduğu şu ifadeler, biz Türkçüler için son drece dikkate değerdir! Çin diyor ki:
“Medeniyet Pantürkizm’i, siyasi Pantürkizm’in esasıdır. Bu esas, siyasi Pantürkizm’in yaşamı-gelişimi için kaynak ve Şin Cang’daki (Doğu Türkistan’daki) bölücülüğü nazari esasla-medeniyet arka görünümüyle besler. Aynı zamanda Batılı düşmanlarımızın devletimizi parçalamasına kolaylık sağlar. Bu sebeple Pantürkizm’e karşı savaş ve onun medeniyet alanındaki derin etkisini temizlemek, ideoloji sahamızdaki uzun vadeli vazifemizdir” (KURBAN 2007: 16). Düşmanlarımız bizi “Pantürkist” diye suçlamayı severler, sağ olsunlar, biz de bu suçlamadan dolayı gurur duyuyoruz.
Düşman ağzıyla Türkçülük ilkesinin bu şekilde değerlendirilmesinde de- tanımlanmasında da yalın bir şekilde anlaşılıyor ki, düşmanlarımız bizi topyekun-kökümüzden yok etmek istemekte ve bu ifadeler, “Çin’i ve Rus’u ezeli ve ebedi düşmanımız” derken, biz Türkçülerin tartışma götürmez haklılığını kanıtlamaktadır. Ben Türküm veya ben Türkçüyüm, diyebilmek için, her zaman Çin’in veya Rus’un öldürmesine karşı hazırlıklı olmak zorundayız. Evet bu ölüm kalım savaşında, bizim cihanşümul haklılığımızın kanıtı, düşmanlarımızın kimliğinde-kişiliğinde-amaçlarında saklıdır.
Benim dilimdeki “Tengri”-Tanrı, “menggü”-sonsuz denilen kavramlar, belki benim vatanımın soylu-görkemli doğasından doğmuştur. Onun içindir ki, bu dağlar adını Tanrı’dan almış, Tanrı Dağları… Bu Tanrı dağlarını bağrına basan, çok geniş ve zengin bir coğrafyayı vatan yapmış Türklerin ay yıldızlı bir bayrak altında toplanıp bir devlet kurmaları elbette kolay bir girişim değildi. İşte ulusal birlik gereksinimi-Pantürkizm, vatanımızın bu enginliğinden, stratejik konumundan kaynaklanmıştır. Adı geçen bu “girişim” ancak Cengiz Han (1155-1227) ve Büyük Timur döneminde gerçekleşmişti. Karalar Çağı’nın sona ermesi, Deniz Çağı’nın başlaması (XVI. Yüzyıl) gereği ve düşmanlarımızın olağanüstü çokluğu, Arapların-Çinlilerin-Rusların ortak güç kullanmaları sonucu, son zaman Türklerine bu haklı “girişim” nasip olmamıştır. Türkistan ve İdil-Ural coğrafyası Rus esiri-Çin esiri durumuna düşmüştür.
Pantürkizm’in “birlik” denilen düşüncesi, “dayanışma” denilen eylemi, ilk defa 1755 yılında İdil-Ural Bölgesinde patlak vermişti. Bu ayaklanmanın lideri Batır Şah lakabıyla bilinen Abdulla Gali adlı kişidir. Adını ve düşünce-eylemlerini tüm Rus mahkumu Türki halklara duyurabilmiş bu aydın insanın çağrısı “Birlik ve dayanışmadır”, yani “Pantürkizm’dir”. Ne yazık ki, tüm İdil-Ural ülkesini titreten bu dayanışma Ruslar tarafından kanlı bir şekilde bastırılır, Batır Şah 1762 yılında öldürülür (Kurban 1998, s: 94).
Rusların İdil-Ural ülkesini çiğneyip, Çin işbirliğiyle yaptığı Türkistan sahasındaki Türk düşmanlığı ne ise, Hitler’in (1889-1945) “YIRTICI” olarak tanımladığı Slavların Avrupa’daki Alman düşmanlığı da o dur.
Pantürkizm-Türkçülük ilkesi ile ilgili bu yazımı kaleme alırken, bu ilkenin doğup büyüdüğü zamanda bu ilke ile yan yana 100 yıla yakın beraber yaşamış Burhan Şehidi’nin (1894-1989) anılarından bilgi edindim. Berlin’deki yüksek tahsilini altın madalya ile bitirmiş (1929-1933) bu bilginin, Çin-Rus ortak siyasetinin kurbanı olarak 16 yıl (1938-1944 ve 1966-1976) hapis yatmış bu devlet adamının kalemi hiç kuşkusuz bilgi verme niteliğindedir. Fakat burada uyarılması gereken husus şudur: Burhan Bey’in “Şincangning 50 Yili” (Şarki Türkistan’ın 50 Yılı) adlı 800 sayfalık Uygurca yazılan bu anılar kitabının Çin sansüründen geçirilerek Pekin’de 1986 yılında basılmış olmasıdır. Kitapta, Çin Komünistlerine-Mao Zedung’a yönelik övgüler yer almaktadır. Umarım, bu “övgüler” sahtedir-yalandır. Burhan Bey’in ömrünün sonunda-yaşlandığı devrinde yazdığı bu kitabı, Şarki Türkistan’ın Yakın Çağ Tarihi’ne özgü Türklük açısından bilinmesi gereken önemli bir bilgi kaynağıdır. Ben Pekin’den aldırttığım bu kitabı 1987’de ve 2016’da olmak üzere iki kez okudum, edindiğim bilgileri bilim seviyesine yükseltmeye çalıştım. Bu kitapta “Pantürkist-Pantürkizm” sözcükleri 31 yerde, şu sayfalarda geçiyor: 175-215-272-293-308-416-417-420-482-483-484-485-486-488-489-490-491-492-493-494-495-500-502-503-685-702-703-704-707-734-738.
Burhan Şehidi’nin anılarında “Pantürkist-Pantürkizm” kavramlarının bu kadar sık kullanılmasından da anlaşılıyor ki, Şarki Türkistan bu ilkeye en çok muhtaç olan bir Türk ülkesidir. Burhan Şehidi anılar kitabının 685. Sayfasında,
“Mesut Pantürkist idi. Pantürkizm Türkiye’de meydana gelmiştir” diyor. Doğrudur, fakat bir dereceye kadar eksik anlatımdır. Burhan Bey’in kitabında, kitabını kabartan gereksiz birçok bilgilerin dışında, Şarki Türkistan Cumhuriyeti’ne özgü çarpıcı bilgiler de vardır, örneğin,
Burhan Şehidi anılar kitabının 614. Sayfasında şunları yazıyor:
“Ürümçi şehrindeki bu telaşlı halden yaklaşık bir ay önce,14.08.1945 günü. “Çin-Sovyet Dostluk, Müttefik Anlaşması” Moskova’da imzalanmıştı. Bu anlaşma gereğince, Çin hükümeti, Moğolistan’ın bağımsızlığını itiraf etmiş. Sovyetler ise Şarki Türkistan’daki olaylar hakkında, Çin’in iç işlerine karışma niyetinin yokluğunu belirtmiştir. Gerçekte ise, bu Çin-Sovyet Anlaşmasının esas konusu-Şarki Türkistan Cumhuriyeti konusu-Yalta Konferansı açılmadan önce, Sovyet-Amerika-İngiltere başkanlarının görüşmelerinde gündeme getirilmiş ve Amerika aracılığıyla Stalin-Cang Ci Şı bu konuda çoktan anlaşmışlarmış.”
“Pantürkist-Pantürkizm” kavramları ne zaman, nasıl ortaya çıkmıştır? Bu kavram ile adlandırılan ilk Türkçülerimiz kimlerdir? Bu konuda Türk tarihinin derinliklerinde ne var?
Yıllar geçecek, devirler değişecek, tarih elbette yargısız kalmayacaktır… XIX. Yüzyılın sonu, XX. Yüzyılın başları, insanlık tarihinin bambaşka devirleridir. İmparatorluklar çökmekte, ulusal devletler yenden doğmaktadır. Avrupa’da cereyan eden insanlığa karşı Slav düşmanlığı Alman ulusal devletini rahatsız etmektedir. Tarihin ve kaderin kara cilvesi, Orta Çağda kurduğu devletleri ve oynadığı rollerle, Türk dünyasının en medeniyetlisi olarak tarihe geçen bu iki kolu: Doğuda Uygurlar, Batıda Tatarlar bugün devletsiz kalmışlardır. İşte bu Türk gerçeği Almanların dikkatinden kaçmaz. Göze çarpan Türk düşmanı, yanı sıra Almanların da düşmanı olan Slavlardır. İşte bu ortak düşmana karşı ortak dayanışmanın adı: Pantürkizmdir-Türkçülüktür.
Atilla (400-453) devrinden kalma Hun-Cermen dostluğu-işbirliği devam edecektir. Türk-Alman dostluğunun kökü tarihimizin derinliklerinde saklı kalarak günümüze kadar gelecektir. Türkçülüğe yatkın İttihat Terakki Cemiyeti’nin kurucularından olan Enver Paşa, Cemal Paşa, Talat Paşaların girişimiyle 1913 yılında Osmanlı Devleti Türkçülüğe doğru adım atacaktır. Bu işbirliği, Birinci Dünya Savaşı’nda (1914-1918) Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanlar safında yer almasıyla kendisini iyice hissettirecektir. Enver Paşa’nın Almanlarla olan samimi bir dostluğu vardır. Almanların Ruslara karşı savaşında Rus mahkumu Türklerin müttefik olacağı kuşkusuzdur. Bu müttefikin baş temsilcisi kuşkusuz Enver Paşa’dır. İşte Alman-Türk işbirliğinin temelini oluşturan etken-Türkçülüktür. Bu Türkçülük kavramı, Almanların diliyle “Pantürkist-Pantürkizm” şekliyle Almanya’da doğacak, Enver Paşa bu sözcüğü Türkiye’ye getirecektir. Yani, “Pantürkist-Pantürkizm” sözcüğünün anayurdu Almanya’dır. Bu sözcüğü Türkçülük uğruna sahiplenip Türkiye’ye getiren kişi ise Enver Paşa’dır.
Pantürkizm kavramı, Fars kökenli “Turancılık” sözcüğüyle eş anlamlıdır. Turan, Farsça Türkistan demektir. Yani Turancılık-Türkistancılık demektir (AXİS 2000, Turancılık maddesi). İnsanların, yaşadığı coğrafyalarının gereği, ırklar olarak türemesi ne kadar doğal ise, bu ırklar üzerine oturtulmuş “ırkçılık” olarak tanımlanan Pantürkizm-Turancılık da o kadar doğal ve gereklidir. Irklar var olduğu müddetçe, ırkçılık da var olacaktır. Yani Pantürkizm-Turancılık, daha gelişmiş-genişlemiş ulusçuluktur. Ulusçuluğunu inkar eden ulus, ulus olarak yaşama hakkını kaybetmiş ulustur. Türkler en zor günlerinde bile ulusçuluğuna sarılmış ulu bir ulustur. Türk ulusunun ululuğu, ulusçuluğunda-Türkçülüğünde saklanmıştır.
Enver Paşa aracılığıyla Türkiye’ye getirilen “Pantürkist-Pantürkizm” denilen bu kavramı, son dönem Osmanlı aydınlarından olan Ziya Gökalp (1876-1924) ilgiyle-saygıyla kabul eder ve hemen yaşama geçirmenin yollarını arar. Ahmet Kemal İlkul adlı bir Türkçü aydın eğitimci olarak 1913 yılında Şarki Türkistan’a gönderilir. İlkul Ürümçi’de Burhan Şehidi ile görüştüğünü ve Onun ilgi gösterdiğini anılarında yazmaktadır. Fakat Çin bu girişimin karşısına çıkar, İlkul Kaşgar’da hapsedilir.
Rusların da, Çinlilerin de şiddetle karşı çıktığı, beynelmilel sahada “Pantürkizm” olarak adlandırılan bu dünya görüşünü doğal olarak Araplar da hoş karşılamaz. İttihat Terakki Cemiyetinin önderliğinde ayakta kalmaya çırpınan Osmanlı İmparatorluğu Araplar tarafından arkadan hançerlenir-Osmanlının Almanlar safında Birinci Dünya Savaşı’nın sonucu çökmesini kolaylaştırır. Yurt dışına kaçmak zorunda kalan İttihat Terakki Cemiyeti’nin önderleri Talat Paşa (Edirne 1874-Berlin 1921) Cemal Paşa (Midilli 1872-Gürcistan 1922) ve Enver Paşalar (İstanbul 1881-Türkistan 1922) ülkelerinden uzakta Türk düşmanları tarafından vurularak öldürülür. Türkistan’daki Döşenbe şehri yakınında gömülen Enver Paşa’nın kemikleri 1996 yılında İstanbul’a getirilir ve Talat Paşanın mezarının yanına gömülür. Talat Paşa 1921 yılında Berlin’de bir Ermeni militanı tarafından öldürülür. Kemikleri 1943 yılında Türkiye’ye getirilerek, İstanbul Şişli’deki Abidei Hürriyet Tepesi’nde toprağa verilir. Talat Paşa’nın Anıları yayınlanır. Yazar Süreyya Aydemir’in (1897-1976) yazdığı destansı bir ömrün öyküsü olan üç ciltlik ENVER PAŞA kitabı, Enver Paşa’yı ölümsüzleştirirken, Pantürkizm-Türkçülük ilkesi düşmanlarımızın korkulu rüyası olmaya devam edecektir.
Türkçülük Günü olarak tarihe geçen-3 Mayıs 1944 Davası-Zeki Velidi Togan (1890-1970) ve Nihal Atsızlar (1905-1975) başta olmak üzere Türkçülerin yargılanması ve aklanması, Pantürkizmin ölümsüzlüğünün kanıtıdır. Pantürkizm-Türkçülük, Türk tarihine damgasını vurmuş olan bilimsel bir terimdir. Bu terim, Yakın Çağ Türk Tarihi’nin simgesidir.
Atsız Bey diyor ki: “Türkçülük bir ülküdür. Ülküler, milletlerin manevi gıdasıdır. Ülküler, gerçekle hayalin karışmasından doğmuş olan, düne bakarak yarını arayan, milletlere hız veren ve uğrunda ölünen büyük dileklerdir.” (YILDIRIM, 2013, s: 208).
İlkesi uğruna ölümü irkilmeden göze alan, Rus’un-Çin’in-Arap’ın “Pantürkist” diye öldürdüğü ünlü Türkçülerden bazıları, liste öldürülme yılına göre sıralanmıştır:
1. Devlet adamı Batır Şah, Ruslar öldürmüştür, yıl 1762.
2. Devlet adamı Enver Paşa, Ruslar öldürmüştür, yıl 1922
3. Şair Hekimzade Niyazi, dinciler öldürmüştür, yıl 1929.
4. Şair Çulpan, Ruslar öldürmüştür, yıl 1938.
5. Şair Magcan Cumabay, Ruslar öldürmüştür, yıl 1938.
6. Tarihçi Gaziz Gubeydullin, Ruslar öldürmüştür, yıl 1938.
7. Devlet adamı Mirseyit Sultangaliyev, Ruslar öldürmüştür, yıl 1940.
8. Şair Lutfulla Mütellip, Çinliler öldürmüştür, yıl 1945.
9. Devlet adamı Ahmetcan Kasimi, Rus-Çin işbirliğiyle öldürülmüştür, yıl 1949.
10. Devlet adamı Abdurehim İsa, Çinliler öldürmüştür, yıl 1957.
Yıl 1955, 4 Kasım Cuma günü, akşam saat 8 sularında, Şarki Türkistan’ın Gulca şehrinde, 4 polis eşliğinde, “Karşı Devrimci-Pantürkist” diye, beni de yakalamışlardı. Bu hapis yaşamım 1979 yılına kadar 24 yıl sürmüştür.
Adı geçen Türkçülerin devlet anlayışı : “Devletin yoksa, sen de bu dünyada yoksun !!!” (KURBAN 2007, s: 172)
Adı geçen Türkçülerin istikbal anlayışı: “Batan güneş, daima tekrar yükselecektir !!!” (KURBAN 2007, s: 196)
Türklüğe-Türk coğrafyasına karşı, üç düşmanın gerçekleştirdiği üç büyük işgal devri:
- Maveraünnehir’e (Amuderya ile Sırderya Arası’na) yönelik 651-751 yıllarını kapsayan 100 yıllık Arap işgali devri. Bu devir hakkında Turgun Almas şunları yazıyor:
“Arapların Orta Asya halklarını diz çöktürme ve bölgeyi işgal eylemi tam 100 yıl (651-751) sürdü. Türki halkların yenilgisi Arapların güçlülüğünden değil, belki Orta Asya halklarının sınır komşularının güvensizliğinden ve kendi aralarındaki ittifaksızlıktan ileri geldi. Daha açık söylemek gerekirse, Araplar Orta Asya’ya saldırdığında Doğu ve Batı Türk Hakanlığı zor durumdaydı. Ülke, içinde cereyan eden huzursuzluklar dışarıdan Tang Sülalesi tarafından sürekli körüklenmekteydi. Çinlilerin Türk halklarına karşı yüzyıllar boyunca yürüttüğü eylemleri sonucunu vermekteydi. Böylece iki cephe arasında kalan Doğu ve Batı Türklüğü Araplara karşı ciddi çaba gösterememişlerdir” (Almas 1989, s: 411).
- İdil-Ural Ülkesine yönelik 1552 yılından başlayan ve günümüze kadar devam ede gelen Rus işgali devri. Bu Rus işgal gücünü tanımlarken Hitler şöyle diyor : “Yırtıcı Slav Irkı…”
- Türkistan’ın işgaline yönelik 1755 yılından başlayan Çin-Rus işbirliği devri. Bu birleşik işbirliği işgal devrini Abdurehim İsa (ölümü 1957) şöyle tanımlıyordu: “Çinlilerin Muhtar Bölgesi olmaktansa, İngilizlerin sömürgesi olmak daha iyidir” (Kurban 1992, s: 93).
Dünya çapında ve insanlık tarihi boyunca kötü güçler her zaman büyük ve ürkütücü olarak ortaya çıkmıştır. Bu sebeple halkın olağanüstü akıl ve sezgi gücünün ürünü olan destanlardaki ve masallardaki tüm kötü güçler, ne kadar büyük ve korkunç olsalar bile adalet karşısında hep yenilmişlerdir (KURBAN 2007, s: 239).
Tarihin ve yaşamın insanlığa aşıladığı-öğrettiği ders-mantık şu ki: Zulüm geçici, insanlık kalıcıdır. Yalanlar er geç yok olup gidecek; gerçekler ise enkazların altından yeniden doğacaktır (Kurban 2007, s: 251).
Düşmanları tarafından “Pantürkist” olarak suçlanmış-Türk ulusunun büyük oğlu Mirseyit Sultangaliyev’in insanlık uğruna düşündüğü:
“Âlem ne kadar güzel… Doğa ne kadar mükemmel… Şu alem, şu doğa koynunda yaşayan insan toplumu ve insanlar neden mükemmel olmasın?!…” (KURBAN 2014, s: 106).
Yazımı, anılarımdan bir alıntı ile bitiriyorum:
“Tatar devrimcisi Mullanur Vahitov (1885-1918) için, Enver Paşa için ağıtlar yazmış ve
“Gülen başkalarıdır,
Ağlayan benim”.
satırlarının sahibi Özbek Türkçü şairi Çulpan’ın (1897-1938) sınıf arkadaşı olan Hemit Seidi’yi Darülfunun’dayken görmüştüm. Sararmış yüzünden ve öksürüklerinden akciğer hastalığıyla boğuştuğu belliydi. Fakat kendisiyle konuşmak nasip olmamıştı. O, Batı Türkistan’dan Doğu Türkistan’a, Çulpan’dan esin ve “ASRIN HİSSİ” kavramından (bu kavram, Türkçülük hissi veya Pantürkizm hissi, Türkün bu siyasi ilkesi XX. Yüzyıl başında doğmuş ve tüm yüzyıl boyunca Rus-Çin işgali karşısında güçlü manevi güç olarak rol oynamıştır) esintiler getiren Türkçü aydınlardan olduğu için uzun yıllar Ürümçi’de hapsedilmiştir. Biliminden yararlanmak için, belki denemek için, Onu hapishaneden çıkarıp, edebiyat sınıfına öğretmen yapmışlar. Yurtta kalıyor, öğrenci yemekhanesinden yemek yiyordu. Gulca’da kurulan “ASRIN HİSSİ” teşkilatının manevi kaynağının da bu kişi olduğuna özgü belirtiler vardı. Ben Darülfunun’dan ayrılırken, orada hayattaydı. Sonradan duyduğuma göre, hastalığı ilerleyince Gulca’daki ailesine dönmüş ve çok geçmeden ölmüştür” (KURBAN 2007, s: 60- 61).
Türkçülük, XX. Yüzyılda “Asrın Hissi” olmuşsa; Türkçülük, XXI. Yüzyılda “Asrın Galibi” olmaya adaydır. Yeter ki, Türkçülüğe egemen güç-evrensel egemen güç olan bilim olsun. Bilimi inkar eden hiçbir ideoloji-hiçbir güç kalıcı değildir. Yaşasın bilim-Yaşasın Evrim yasaları! Türk ulusunun ulu bilgini Ulug Bey’e (1394-1449), İngiliz ulusunun ulu bilgini Charles Darwin’e (1809-1882) şan ve şerefler olsun!!!
Türkçülüğün bilimsel bir doktrin-öğreti olduğunu, XV. Yüzyılda doğmuş Timurlular Devleti’nin Rönesansı ile, XX. Yüzyılda doğmuş Mustafa Kemal Atatürk Devleti’nin ilke ve devrimleriyle kalıcı olarak tarih onaylamıştır. Kalıcı zaferler daima tarihin onayı ile kalıcıdır. Aralarında 500 yıl zaman geçmesine rağmen, yukarıda tanımı geçen iki Türk devletini birleştirebilen güç-devlet yönetimine egemen olan laikliktir.
Emir Timur diyor ki:
“Biz ki, Melik-i Turan;
Emir-i Türkistan’ız.
Biz ki, Türkoğlu Türk’üz.
Biz ki, Milletlerin en kadimi ve en ulusu Türk’ün başbuğuyuz”
Kaynakça:
- Almas, Turgun, Uygurlar, Ürümçi, 1989.
- AXİS 2000, İttihat Tarakki Maddesi.
- AXİS 2000, Turancılık Maddesi,
- BRİNTON, Crane, 1453’ten Bugüne Dünya Tarihi ve Çağdaş Uygarlık (Çeviren Mete Tuncay), İstanbul 1982.
- İLKUL, Ahmet Kemal, Türkistan ve Çin Yollarında Unutulmayan Hatıralar, İstanbul 1955.
- KURBAN, İklil, Şarki Türkistan Cumhuriyeti (1944-1949), Ankara 1992.
- KURBAN, İklil, Doğu Türkistan İçin Savaş, Ankara 1995.
- KURBAN, İklil, Gerçekler ve Yalanlar (Anılar-Yansımalar: 1943-2007), Ankara 2007.
- KURBAN, İklil, Yaşlı Tarihin Yankısı, (Bulgar-Tatar Tarihi ve Medeniyeti) 2. Baskı, İstanbul 2014.
- KURBAN, Ulu bir kurtuluş savaşı olan destansı-“Kaşgar Olayı” yazısı.
- ŞEHİDİ, Burhan, Şincang’ning 50 Yili, Pekin 1986.
- ÖTKÜR, Abdurehim, İZ (Tarihi Roman), Ürümçi 1985.
- YILDIRIM, Hayri, Son Türkçü Atsız, İstanbul 2013.