Vallahi çıldıracağım!*
Bu kadar tecrübemiz olmasına rağmen bu kadar tek düze, çaresiz, içe kapanık bir ‘sığınmacı politikası’ gütmemiz ve başka bir ülkede yaşanan iç savaşın sosyal psikolojisini bünyemize almamız karşısında insan çıldırmasın da ne yapsın?
Ve hâlâ televizyon denen aptal kutusu ülkenin en akıllılarının arz-ı endam ettiği akademi zannedilsin, olacak iş değil…
O aptal kutusu, 500 bin peşmergenin nasıl misafir edildiğini araştırıp bulmuş ve tekrar konu uzmanlarını(!) ekranlarına taşımış bulunuyor…
Kurtcebe Alptemoçin ABD’li meslektaşıyla nasıl bölgeye gittiğini ve orada tetkikler yaptığını anlatıyor… İsimlerini de unutmamış. Çok önemli adamlar ya… Akademisyenler de konuşuyor habire… Yahu bu kadar kendi gerçeğinden habersiz bir ülke olabilir mi?
Yerinde gördüm
Geçen ay Konteyner Kent dedikleri Kilis ve Hatay’daki sığınmacı kamplarını ziyaret etmiştik bir gazeteci grubuyla… Türkiye üzerine düşeni yaptığı iddiasında.. Gerçekten de koca bir şehir kurulmuş handiyse… Beş mahallesi var. Mahallelerin adlarının seçimine de titizlik gösterilmiş. Atatürk, Mehmet Akif Ersoy, Cumhuriyet filan… Kentin yönetimi de iyi, donanımı da… Vali de diğerleri de yerel yönetici olarak üzerlerine düşeni yapmaya çalışıyor… Diyecek bir şey yok…
Sonrasında ne oldu, biz döndükten sonra…
Suriye’de savaş kızıştı, Özgür Suriye Ordusu’na Hatay’ı verdik. Olabilir. Kamplarda silahlı eğitim yapıyorlarmış diye CHP milletvekilleri kampa girmek istediler ve sokulmadılar… Diyelim ki, Türkiye Suriye’de haktan yana tavır alıyor… Bu mudur yapacağı, bu kadarcık ve bu kadar acemice?… Sonunun taraflardan hiçbirini memnun etmeyeceği ve kim iktidar olursa olsun yine de ABD veya Avrupa ile durumunu düzelteceği belli… Bugünden belli… El’an Batılı ülkeler Suriye ile çoklu ilişkilerini sürdürüyorlar.
Türkiye, sığınmacı baskısı karşısında sorumluluğu paylaşma adına yine dilenci pozisyonuna düşmek üzere…
500 bin peşmergeyi misafir ettiğimiz sıralarda gemiyle sadece 1500 Peşmerge İtalya’ya sığınmak istediğinde İtalyanlar onları denize dökmüşler ama yine de İtalya Kürt hamisi addedilmeğe devam etmiş, Türkiye Kürt düşmanı olmaktan kurtulamamıştı.
Evet, geçen yazımızda başkentin değişmesi gerekliliğini vurgulamıştım. Şimdi de yine Türkiye’yi içine düştüğü bataktan kurtaracak hatta Batı karşısında elindeki kozları artıracak bir teklifte bulunuyorum:
Mülteci kamplarını, Konteyner kentleri ya da benim tabirimle Konukkent’i Edirne’ye yani Avrupa sınırına taşıyalım.
Bunu yaparsak Avrupa, sorunun ne kadar can alıcı olduğunun farkına vardığı gibi, son konsey kararında belirttiği üzere, korktuğu tehlikenin kapısında olduğunu kavrar. Malûmâliniz, (yoksa kimse farkında değil mi) Avrupa Konseyi’nin son kararı iki tehlikeye işaret ediyor. Biri imigration, diğeri terör… Nostrodamus’tan beri asırlardır Avrupa ‘doğudan ve güneyden üç milyon kara adamın istilası’na uğramaktan korkuyor. Güvenlik stratejilerini hep bir tehdit algılaması ve yaratılan korku üstüne kuran Avrupa, bugün İslam ve göçmen sorununu terör algısının mihverine oturtuyor. Periferisinde alabildiğine bölünüklüğü teşvik ederken kendi içinde büyük birlik stratejisi geliştiriyor.
Gerçekte bizim Avrupa’ya karşı onları dize getirebilecek kozlarımızın haddi hesabı yok. Fakat bunun için önce onların bizim akademi, siyaset, iş ve medya dünyamıza ördüğü örümcek ağından kurtulmamız lâzım.
Hatay’dan Edirne’ye
Edirne’de Türkiye tarafı muhkem, Avrupa tarafı gevşek olan kampların Avrupa’yı nasıl dize getireceğini yazsam sayfalar tutar.
Hatta Türkiye’nin bütün borçlarını silerler; ‘ben ettim sen etme abi’ söylemi geliştirirler. Muhtemel Türkiye’nin üyeliği daha ciddî boyutlarla gündeme gelir.
Öteden beri her vesileyle öne sürdükleri gerekçeleri mesela Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu vesaireyi bir anda unutur ve şöyle der: “hepsinin köküne kibrit suyu…”
Ey şanlı devlet, lütfen biraz akıl tutulmasından kurtul ve inisiyatif kullan!
Konteyner kenti Avrupa sınırına taşı!
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini yeniden yaz!
İnsanın seyahat özgürlüğü önündeki engellerin hepsini kaldıralım!
Herkes dilediği ülkeye gidebilsin!
*) Ahmmet Hikmet Müftüoğlu’nun Çağlayanlar adlı başucu kitabımızdaki ‘Turhan Nasıl Çıldırdı’ adlı denemede de göz göre göre ülke topraklarının yitip gitmesi karşısında Turhan adlı milliyetçi genç çıldırıyordu. “Ey Yavuz! Milletimin selametini yalvaracaktım. Ayaklarına kapanmak için sana yükselmek istedim. Yarı yolda gözlerim karardı. Sendeledim ve düştüm. Allah günahımı affetsin!”