Türk eğitim sisteminin en önemli sorunlarından birini mevcut 3 bin 896 dershane olarak göstermek bir adettir. Birçoğumuz üzerinde hiç düşünmeden bunu yaparız. Oysa, dershaneler bir neden değil, bir sonuçtur. Üstelik sistemin başarısızlığının da sonucu değildir. Sistem başarısızdır ama dershaneler bu başarısızlığın nedeni de değildir sonucu da değildir. Dershaneler kitle eğitimi yapılan bir toplumda rekabete dayalı eğitimin bir sonucudur. Üstelik sistemin yanlış şekilde kurulması ve işlemesi, rekabetin tek bir sınav üzerinden, sonucun da nasıl biteceğinin belli olması, dershane sistemini teşvik etmektedir.
Bizim eğitim sürecinde gerçekleşen rekabetin çok daha serti başka toplumlarda da yaşanmaktadır. Örneğin Japonya’da eğitimde rekabet, Türkiye’de gerçekleşen rekabetten çok daha sert ve acımasızdır. Japon anne babalar, Tokyo Üniversitesi Hukuk Fakültesine giren çocuklarının önlerinin başbakanlığa kadar açık olduğunun bilinci içinde çocuklarını “3”,yanlış okumadınız yazı ile de “üç” yaşından itibaren hazırlamaya başlarlar. Hem de öyle bir hazırlanma ki çocuklar üzerinde oluşan gerilim Tokyo Üniversitesi Tıp Fakültesinde, dünyanın en küçük ülser hastaları, yani 4-6 yaş grubu için ülser hastalıkları bölümünün açılmasına neden olmuştur.
Japonya’da olduğu gibi vahşi bir rekabeti çocuklarımızın hak ettiğini düşünmüyorum. Ancak rekabetin sadece milletler arasında değil, fertler arasında da kaçınılmaz olduğu gerçeğini kabul etmemiz lazım. Üstelik bir milletin fertlerinin kendi aralarındaki rekabeti ne kadar etkili ve iyi sonuçlar ortaya koyar ise o milletin diğer milletler ile rekabetinde de ortaya o kadar iyi sonuçlar koyması kaçınılmazdır. Bundan dolayı sadece sporda değil, eğitimde de rekabeti teşvik etmeliyiz.
Yanlış olan ise sistemin rekabeti tek bir sınava indirgemesidir. Oysa rekabet bütün bir eğitim sürecine yayılır, bir gün lise notlarına göre üniversiteye girmek mümkün olur ise o zaman en iyi rekabet zeminini oluşturmuş oluruz. Bu durumda da modern sanayi toplumunun gereği olarak rekabet devam edecek, bu rekabette önde olmak isteyenler “destek” alacaklardır. Yani dershaneler varlıklarını değişik dersler geliştirerek sürdüreceklerdir. Ancak o zaman gelene kadar, dershanelerin rekabeti demokratikleştirici bir işlevi de olmaktadır. Ankara’da, İstanbul’da özel okullarda üniversite sınavına hazırlanan, ayrıca okul sonrasında dershaneye giden veya özel ders alan bir genç ile Adıyaman veya Sinop’ta devlet okuluna giden, özel okula verecek parası olmayan ancak Anadolu’da yıllık ücreti 750-1500 TL arasında olan ucuz dershane ücretini karşılayacak öğrenci arasında bir şekilde şekilsel düzeyde kalsa da demokratik bir eşitlik sağlamaktadır.
Ayrıca dershaneler, devletin iş vermediği, Eğitim Bakanı’nın “başka iş yapsınlar” dediği genç öğretmenler için en önemli istihdam alanıdır. Dershaneleri kapattığınız zaman bu gençler nasıl yaşama tutunacaklardır. Üstelik dershanelerde hocalık, bu gençleri gerçek öğretmenliğe hazırlayan büyük bir deneyim olmaktadır.
Öte yandan dershaneler kaldırılır ise ekonomik durumu yerinde olan aileler evlerde çocuklarına özel dersler aldıracaklardır. Böylece yeni bir vergilendirme ve kontrol dışı sektör kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır. Tabii aklınıza başka bir husus gelebilir. Diyebilirsiniz ki, “dershanelerin büyük bir bölümü Gülen cemaatine yakın. Başbakan Erdoğan cemaate karşı bir saldırı başlattı ve bu saldırının bir parçası olarak kadro savaşının yanında ekonomik savaş sürdürüyor. Dershanelerin kapatılması da bu savaşın bir parçası.” Bu söylenenler doğru olabilir. Ancak benim bildiğim, özel okul kurmak konusunda dünya çapında deneyimi olan bir yapı, dershaneleri bir günde liseye dönüştürebilir.
Sonuç olarak, mesele siyasal güç mücadeleleri zihniyeti ile değil, geleceğimizi inşa edecek ve dünya ile rekabet edecek gençlerimizi nasıl yetiştirmemiz gerektiği ile ilgili bir konudur. Biraz daha uzlaşarak çalışmayı ve yaşamayı öğrenmeliyiz. Bizi bu coğrafyada boğazlamak isteyen zaten yeterince var.