Tarih boyunca milletler şeklinde örgütlenmiş veya milletleşme yolunda aşama kaydetmiş olan insan toplulukları değişik siyasal kimlikler etrafında örgütlenerek devletleşmişlerdir. Siyasal kimliğin belirlenmesinde tarihsel süreçte değişik coğrafya ve kültürlerde değişik unsurlar ön plana çıkmıştır. Roma İmparatorluğu’nda siyasal kimliği belirleyen Roma hukuku çerçevesinde yurttaş olmaktır. Bu hak başlangıçta sadece Roma kenti yurttaşlarına verilmiş, diğer İtalyan kentlerinden dahi esirgenmiştir. Zaman için önce İtalya’yı sonra diğer imparatorluk parçalarını kapsamıştır.
Ortaçağ’da dinin yönetici hanedan ile harmanlanması siyasal kimliği belirleyen husus olmuştur. Millet, hukuku, hanedan veya kurumsallaşmış din üst yapısının altında alt yapı olarak varlığını sürdürmüştür. 18. Yüzyılın sonu 19. Yüzyılın başından itibaren devletlerin alt yapısını oluşturan milletler, kimliklerini devletin siyasal kimliğine de damga olarak basmaya devam etmişlerdir. Diğer bir ifade ile millet kimliği aynı zamanda siyasal kimlik olmuştur. Tabii ki bu süreç kolay olmamış, eski kimlikler direnmeye çalışmıştır. Ancak sonuç, milli kimliğin aynı zamanda siyasal kimliğe dönüşmesi olmuştur. Yurttaşlık hukuku da bir dine, bir hanedana veya bir devlete bağlı olmaktan, bir millete bağlı olmak çerçevesinde şekillenmiştir.
20. Yüzyılın başında milletten kopan ve millet üstü bir yurttaşlığı hedefleyen üç büyük girişim gerçekleşmiştir. Bu modele milliyetsiz yurttaşlık diyebiliriz. Bunlardan en büyüğü Sovyetler Birliği’nin kurulması ile çıkan Sovyet yurttaşlığıdır. SSCB’nin kurucu ideolojisi, sadece toplumu ve insanı izah etme değil, evreni de izah etme iddiasını taşıyan kapsamlı bir ideolojidir. Bu ideoloji, Sovyet devleti çerçevesinde sadece yurttaşlarına Sovyet yurttaşı kimliği vermekle kalmamış, kapitalizm üzerinde nihai zaferden sonra sınıfsız bir dünya ve komünist bir toplum amacı etrafında birleştirmeyi hedeflemiştir.
SSCB ile aynı tarihlerde, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun parçalanması sonucunda kurulan Yugoslavya Krallığı, değişik din, mezhep ve dildeki birçok Balkan milletini, “Yugoslav” veya güney Slavlığı şeklinde özü itibarı ile ırki bir zeminde milletten bağımsız bir yurttaşlık kimliği etrafında örgütlemeyi hedeflemiştir. Keza, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra Çekler ve Slovakların kurduğu Çekoslovakya’da milletten arınmış bir siyasal kimlik oluşturmuştur. Milliyetten arındırılmış yurttaşlık modeli, bu üç devletin yok olması ile 1980-1990 arasındaki dönemde tamamen ortadan kalkmıştır. Anılan ülkelerin coğrafyalarında yaşayan milletler, yaşamaya devam ederken, Sovyet, Yugoslav ve Çekoslovak kimlikleri tarihte bir dipnot olarak kalmıştır.
Bu olağanüstü başarısız model, milliyetsiz yurttaşlık şimdi de yeni Anayasa yapımı sürecinde Türkiye’ye önerilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı Türk milleti siyasi kimliğinden kaynaklanan bir yurttaşlıktır. Türk milletine mensubiyet ise hukuki anlamda bu ülkenin yurttaşı olmak demektir. Türk milletinin % 96’sının esas olarak bu durum ile ilgili bir sorunu yoktur. Yapılan anketlerde % 85’in üzerinde bir çoğunluk kendisini “Türk” olarak tanımlamaktadır. Bütün bunlar, Türkiye’nin iddia edildiği gibi bir etnik mozaik değil, aksine bir granit parçası olduğunun sosyolojik olarak delilleridir.
Buna rağmen küçük bir çete/terör örgütü, Türkiye’yi, milliyetsiz yurttaşlık modeline sürüklemekte, zorlamaktadır. Yeni anayasanın yurttaşlığı Türk milleti kavramından koparması ve Kürtçe eğitime izin vermesi durumunda Türkiye millet ve toprak bütünlüğünü 20 sene bir arada tutamaz. Kimse aksini söyleyemez. İçinden geçtiğimiz süreçte bu konuda alınacak tavır ve atılacak adımlar, atanları, Allah, millet ve tarih önünde sorumlu bırakacaktır.