İnsanlık açısından eğitimin ne önemi ne de yeri tartışılamaz. Çok önemli ve anlamlı, hayatın olmazsa olmazıdır. İnsanın bugün ulaştığı zirvede en büyük katkı payı eğitimindir. Bu açıdan da, eğitim temel insan hakkı olarak kabul edilir. Her çocuğun iyi eğitim hakkı uluslararası insan hakları belgeleriyle güvence altındadır.
İnsanın en güzel özellikleri saygı, sevgi, şefkat, hoşgörü, bilgi ve bilinç ise güzel ve nitelikli eğitimin ürünüdür. İnsanı bu güzel özelliklerle donatılmış toplumların ise mutlu ve güvenli olmaları doğaldır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında, eğitim milliyetçi ve toplumcu esasa dayanıyor; bu sebeple, Türk ahlak ve toplum yapısına paralel doğrultuda, diğergâm, toplumun ve milletin dertleriyle dertlenen, onlara çözüm arayışına katkı sunan fertler yetiştiriliyordu.
1950’li yılların başından itibaren, Marshall Planı çerçevesinde ABD, gelişmekte olan ülkelerin iç mekanizmalarıyla oynamaya başlamış, bu hareketten Türkiye de nasibini almıştır. Türk Eğitim sistemi değiştirilmiş, milliyetçi ve toplumcu eğitimden vaz geçilerek pragmatist ve ferdiyetçi bir sistem uygulanmaya başlamıştır.
Bunun sonucu olarak fertler, sadece kendilerine fayda sağlayacak fiillere yönelmiş, toplumun meselelerinden uzak durmaya başlamışlardır.
1960’lı yılların sonuna doğru ortaya çıkan gençlik hareketleri, bu sisteme aykırı idi. Gerek Ülkücüler, gerekse Komünistler toplumun meselelerine kendi görüşleri doğrultusunda çözüm arayışına giriştiler. Burada Komünistlerin SSCB, Çin ve Arnavutluk’taki idari sistemleri Türkiye’de uygulamaya çalışmaları, Marx’ın felsefesi ile maddeci düşünmeleri onları Ülkücülerden ayırır. Ülkücüler, “Ne Amerika, ne Rusya ne Çin; her şey Türklük için” sloganı ile Milliyetçi Toplumcu düzenin savunucuları oldular. Marksizm, inanç sistemini de inkar ederek topluma ters düşerken; Ülkücüler, “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız” diyerek toplumun inanç sistemine de sahip çıktılar.
12 Eylül 1980 darbesi, sadece ülkedeki anarşi ve terörü önlemedi. O bir bahane idi. Türkiye için çırpınan bu gençleri, çeşitli işkencelerden geçirip senelerce cezaevlerinde tutarken, ABD’den getirilen uzmanların tavsiyeleri doğrultusunda, “gençleri apolitize etme” adına, pragmatist ve ferdiyetçi eğitim sistemini Türkiye’de iyice yerleştirdi.
“Önce can, sonra canan”, “Neme lazım”, “Adam sende”, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” türünde söylemler, pragmatist ve ferdiyetçi terbiyenin ürünüdür ve Türk toplum yapısına da, töreye de, ahlâk sistemine de tamamen aykırıdır.
MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin; “Önce Ülkem ve milletim, sonra partim, sonra ben” sözü Milliyetçi Toplumcu eğitimin temelidir ve hiçbir Türk, millet ve devleti için “Neme lazım” dememelidir. Çünkü bu milletin her bir ocağında mutlaka millet ve devlet için, vatan için, kutsal değerler için can veren bir şehit mutlaka vardır.
Öyle ise on senede on bir defa değiştirilen eğitim sistemi, mutlaka milliyetçi toplumcu insanlar yetiştirecek şekilde düzenlenmelidir.
Burada, ferdiyetçi ve faydacı sistemin toplumda açtığı derin yaralara bir örnek vermek isterim:
Askerliğini bitirmiş olan genç, askerliğini yaptığı şehirden ailesini aradı: -Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum.
-Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz, diye cevapladılar. Oğulları;
-Bilmeniz gereken bir şey var diye devam etti.
-Arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum.
-Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz.
-Hayır. Anne, baba onun bizimle yaşamasını istiyorum.
-Oğlum, dedi babası, bizden ne istediğini bilmiyorsun. Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. Bizim kendi hayatımız var, bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır.
Oğlu o anda telefonu kapattı. Ailesi ondan bir süre haber alamadı. Birkaç gün sonra, polisten bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler.
Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu. Üzüntü dolu anne-baba, oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler. Onu tanıdılar ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler: Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı.