Geçtiğimiz hafta Millî Görüş’ün mimarı Necmettin Erbakan vefat etti. “Her nefis ölümü tadacaktır” emri ilahisi gereği o da, bütün faniler gibi ebedi aleme göçtü. Türkiye’de ortalama ömür yaşına bakılınca normal bir şey. Arkasından timsah gözyaşları döküldü, seven sevmeyen herkes ne büyük adam olduğundan, dehasından, hizmetlerinden ve büyük liderliğinden bahsetti. Hatta, asi talebelerinden biri “O bir genel başkan değil, bir liderdi” dedi.
Erbakan neyin, kimin lideriydi? Başbakan olur olmaz, çiçeği burnunda bir çok Türk devleti varken ve Türkiye’den ilgi beklerken İran, Ürdün ve Libya’yı ziyaret ederek, Bedevi çadırında Türk devleti ve Türklüğe hakareti içine sindirebilmişti. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlığına kadar yükselmiş bir zat, kırk iki yıllık siyaset hayatında bir defa bile “Türk Milleti” dememiş, sürekli olarak “milletimiz” demiş, “Türk Milleti” dememiş olması, Başbakan olduğunda mecliste ANAP Milletvekili olarak bulunan Sadi Somuncuoğlu tarafından yazılı olarak kendisine sorulmuş ama asla cevap vermemişti.
Hoca, 1969 yılında NP ile siyasete başladığında, Cumhuriyeti,n temel prensiplerine aykırı bir parti tüzüğü hazırlanmış, bundan dolayı MNP (Millî Nizam Partisi) kapatılmıştı. MNP kapatılınca MSP, o kapatılınca RP, o da kapatılınca Fazilet Partisi’ni kurmuş, Fazilet Partisi’nin de kapatılması üzerine Saadet Partisi’ni kurmuş, kendisi yasaklı olduğu için başına Recai Kutan’ı getirmişti. Ama en önemlisi sadık ve Türkiye siyasetini iyi bilen talebelerini Liberal söylemi olan, AB ve ABD’ye teşne, kendisine asi ama amaçlarına sadık bir parti kurmak üzere görevlendirmiş, AKP zuhur etmişti. AKP, kim ne derse desin, Erbakan Hoca’nın hedefine ulaşmak için kurdurduğu bir siyasi partidir. Erbakan, millet yerine ümmet kavramını ön planda tutmuş, doktrinine “Millî Görüş” adını vermekle beraber millî olan her şeyi elinin tersiyle itmiş; kendi partisine muarız olanları, 1973 yılında çıkardığı “Beyaz Kitap” ile tekfir etmiş, Rahmetli Alparslan Türkeş, Bülent Ecevit ve Allah selamet versin Süleyman Demirel için nasıl Müslüman olmadıklarını anlatmak için demediğini bırakmamıştı. Daha sonra oy karşılığı cennetten arsalar dağıtmış, Refah Partisi’ne oy vermeyenin Müslüman olmayacağını beyan etmiş, Fazilet Partisi’ne oy vermeyenlerin “Patates Dini”nden olduğunu söylemişti.
Şu hadiseyi Hoca’nın ve talebelerinin zihniyeti hakkında fikir verebilmek amacıyla nakletmek istiyorum:
Bir gazeteci heyeti geçen hafta sonunda Suriye’den gelen bir davet üzerine Şam’a gitti. İkinci gün Şam’daki Türkiye büyükelçiliği ziyaret edildi…
Güneş gazetesinden Rıza Zelyut anlatıyor:
"Salona girişte sağdaki duvar dibinde bulunan masanın üstünde Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan’ın baş fotoğrafları konulmuştu. Bunları da; bizim ülkemizin yöneticileri olarak orada görmekten mutlu olduk.
Bu arada Büyükelçimiz Sayın Yaşar Halit Çelik ile tanıştık, sohbet ettik ve fotoğraf çektirdik. Büyük kabul salonunda duvarlar değişik resimlerle süslenmişti. Bir yerlerde devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün bir fotoğrafını aradı gözlerim. Yoktu…"
Rıza Zelyut bunun üzerine lisanımünasiple Büyükelçiye soruyor:
– Sayın Büyükelçim, kabul salonunda pek çok resim var ama hiç Atatürk resmi yok. Acaba ben mi göremedim?’
– Efendim, bu salona Atatürk resmi koymadık. Çünkü gerek görmedik…
– Niçin?’
– Artık bu işleri aşmalıyız. Avrupa’da devlet adamlarının resmi olmaz kabul salonlarında. Sadece kralların, kraliçelerinki bulunur. Bizim de artık bu resim işini aşmamız gerek. Bu çağda Atatürk resmiyle uğraşmak doğru değil; başka şeylere bakalım.’
– İyi ama Atatürk bir devlet adamından daha öte. Kurucu lider…
– Kurucu lider olabilir ama kabul salonunda resmi şart değil…"
Evet… Salonda Erdoğan ve Gül’ün resimleri bulunuyor… Ama Atatürk’ün resmi gereksiz görülüyor… Türkiye’nin geldiği hayret verici noktanın bir başka göstergesidir bu…
Türkiye Cumhuriyeti devletini kendi devleti saymadığı için “Devlet Töreni” istememiş olabilir. Ama bu devletin Başbakanlığını, Başbakan Yardımcılığını yapmış, müteaddit defalar Milletvekili olarak meclise girmiş bir insanın cenazesinde tek bir Türk Bayrağı bile olmaması hiçbir vicdan sahibi Türk’ün kabul edebileceği bir şey değil.
Erbakan’ın cenazesinde ön sıralarda yer tutabilmek için adeta yarışan, aile efradını bile geride bırakan zevat, Türkiye’de cereyan eden her olayla ilgili fikir serdeder. Her konuda Bahçeli’nin dediği gibi yandaş medyada akşama kadar konuşur. Türkiye’ye şekil vermeye, Türk Milletini ayrıştırmaya, Türk devletinin kimliğini yok etmeye uğraşır.
Her konuda fikir beyan eden bu zevat, ne hikmetse, Yüksekova’da devlet linç edilmeye çalışılınca dut yemiş bülbül olur. Konuyla ilgili tek bir kelime bile etmez.
Kerkük on günden fazla bir zamandan beri kuşatma altındadır. İlk haberlerde beş bin Peşmerge’nin şehri kuşattığı söylenirken, Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin “Barzani, Kerkük’ü kuşatan on iki bin Peşmergeyi derhal geri çekmelidir” demesinden sayının daha çok olduğu anlaşıldı. İki gün önce Musul Vilayet binası basılarak bazı kısımları yakıldı. Patagonya’da bile zuhur eden en küçük bir olayla ilgili konuşmayı görev addeden bu zevat, yine tek bir kelime bile etmedi.
Azerbaycan’ın Ankara Büyükelçisi’nin gayretleriyle “Hocalı’ya Adalet” adı altında Hocalı Katliamı’nın yıldönümünde bir dizi etkinlik yapıldı. Gazze’deki her saldırıyı gündeme taşıyan bu zevat yine sustu.
Yani Necmettin Hoca ve Talebeleri maalesef, Türk ve Türklükle ilgili hiçbir konuya ilgi duymadı, duymuyor. Ne Doğu Türkistan, ne Azerbaycan, ne Kerkük, ne de herhangi bir Türk ili bu zevatın ilgi alanı dahilinde değildir.
Hal böyle iken, bu zevatın 12 Haziran seçimlerinde adıyla müsemma Türk ili olan Türkiye’nin idaresine talip olması da, bir milletvekillerinin açıkça beyan ettiği gibi “Türklüğü bitirmek” için olsa gerek.
Evet… Bu zevatın misyonu, Türklüğü bitirmeye matuf taamüddür.
Türk’üm diyen, Türk milletinin her sıkıntısını sıkıntı bilen, varlığını Türk varlığına armağan etmiş herkese düşen görev, bu zevatı Türkiye’ye musallat olmaktan engellemektir.
Vesselam.