Dede Korkut Hikâyeleri’nden “Tepegöz” hikâyesini çok severim. Küçücük meseleler mesele edilip de üzerlerinde duruldukça büyür, gerçekten büyük meseleler haline gelirler. Gönül erlerinden Mustafa Aslan Bey, bir özel sohbet esnasında “Gelen gelir, gelmeyenlerle kaybedecek vaktimiz yok” demişti. O günden sonra kimseyi düşünmeden köprü görevi üstlenerek kutlu bir hedefe kilitlendik. Elbette her bir Türk insanının nazarımızda değeri ölçülebilemez. Ama biz, bize el veren, gönlünde bize de yer ayıran, hele hele omuz veren, arkamızda duranları da, gönlümüzde ayrı bir yere koyarak, onları Can bildik, canımız bildik. İzmir’de, Mersin’de, Edirne’de, Artvin’de onların ayağına diken batsa Ankara’da acılarını yüreğimizde hissettik.
İsmail Kandemir, bir Ağabey’imiz için methiye düzüp, “işte şimdi tamam” dediğinde; “İsmail’im, boş verelim gelecek olanları. Gelenlerin başımızla bir yerleri var. Gelmeyenler kendileri bilir. Kimseye hak ettiğinden fazla değer vermeyelim” demiştim. Son birkaç gün içinde, maalesef, haklı olduğumu gördüm ve çok üzüldüm.
Genç bir arkadaşımız, “Ağabey, F tipi medya” deyip duruyorsunuz. Biraz açar mısınız, nedir bu F tipi medya?” diye sormuş. Biraz önce “Bugün” gazetesinde 22 Kasım’da yayınlanan bir mülakatı tekrar okudum. Bu mülakat Samanyolu Haber” Tv’da yayımlanmış. Sonra, Türk Ocakları resmi web sitesinde yayımlanan, A. Turan Alkan’a ait bir yazı okudum. Bu yazı da “Zaman” gazetesinden muktebes. “Milliyetçilik” yerine “Milletçilik” demek lazım geldiğini, Osmanlı’nın bakayası olmanın bunu gerektirdiğini yazmıştı. Çok tartışmaya açık bir yorum. Ama yazıyı bitirirken kullandığı cümle mitralyöz gibi; “Sivri dilli Kürt sözcülerine veya AK Parti nefreti yüzünden Hirâ Dağı’na sırtını dönen Ulusalcı takımına bir şey anlatma derdinde değilim; ben kendi zihnimi tashih ve tertiple meşgulüm.” Nedense Bu arkadaşlar Zaman, Bugün, Samanyolu vb. yerlerde konuşma ve yazma fırsatı buldukça “Millî” olduğunu düşündükleri her kavramı hançerlemeyi görev addetmişler ki, bu tip medya, “F Tipi Medya” olarak tesmiye edilmiştir.
***
AKP, 2002’den bu yana seçimlerden evvel bazı enstrümanlar kullanır. 2002’de en meşhur enstrümanı başörtüsü idi. 1999 yılında koalisyon kurulduğu günden 3 Kasım seçimlerine kadar her gün “türban” yürüyüşleri, her Cuma “türban” mitingleri tertip edilir, üniversite önlerinde kızlı erkekli gruplar kendilerini demir parmaklıklara zincirler ve “Türbana Özgürlük” sloganları ve nutukları atarlardı. 3 Kasım seçimlerinden sonra bu eylemler birden bire kesildi. Çözüm var mıydı? Hayır ama AKP iktidar olmuştu.
2007 seçimlerinden önce AKP oylarının %22–24 arasında olduğu yazılır, söylenir olmuştu. CİA raporları da öyle diyordu. Ama iki vaka AKP oylarını ikiye katlamaya yetti. Birincisi meşhur “Gece yarısı Muhtırası”; ikincisi ise hiç hesapta olmayan “Müslüman Cumhurbaşkanı” oldu. CHP’nin 367 oy bahanesi ile Cumhurbaşkanı seçimini iptal ettirmesi üzerine AKP, “Bakın, bunlar Müslüman Cumhurbaşkanı seçtirmiyorlar” diyerek seçimleri öne almıştı. O sırada meclisteki milletvekillerinin hepsinin de Müslüman olduğu bilinirken AKP, mazlum ve mağduru çok iyi oynayarak milleti kandırmayı başarmıştı.
Önümüzde, altı ay sonra bir genel seçim var. “Darbe” yapması muhtemel subaylar Silivri’de kampta, “Türban” meselesi için MHP ve CHP “çözüm” çağrıları yapıyor. Yani AKP’nin elinde mazlum ve mağduru oynayarak milleti kandıracak enstrüman kalmadı. O zaman ne yapılmalıydı? Çare bulundu.
Dünyanın en organize istihbarat kuruluşuna sahip ABD’nin 253 bin “çok gizli” ve “yabancılara yasak” belgesi, Avustralyalı bir yetim tarafından dünyaya açıklandı. Bu belgelerin doğruluğu veya gerçekliği bir yana önemli kısmının Ankara ile ilgili olması, AKP lideri için örtülü iltifatlar ve Ortadoğu ülkeleri arasındaki insicamı bozabilecek bilgiler ihtiva etmesi dikkate şayandır. Eğer gerçekten bu kadar çok gizli belge sızdırılmışsa ABD tamamen müflis bir ülkedir. En azından istihbarat konusunda. Ama olayın gözden kaçan boyutu bize göre farklıdır.
Artık AKP, “Bakın ey millet! İsrail’e haddini bildirecektik. Müslüman kardeşlerimizle münasebetlerimizi sıkılaştırıyorduk. İran bizim dostumuz olma yolundaydı. Kafkasya’yla bile sıkı dostluklar tesis etmiştik. Bölgemizde komşularımızla sorunları sıfıra indirmiştik. Ama görüyorsunuz, bize engel oluyorlar” diyebilecek, bu sefer daha büyük mazlum ve mağduru oynayabilecek.
12 Eylül’den önce Türkiye’deki istihbarat örgütleri kullanılmış, haber değeri kalmamış, görevi tamamlanmış vb. bilgileri, belli bir basın kanalı ile kamuoyuna servis eder, buradan hareketle operasyon sahası açardı. Ama servis ettiği bilgilerin hiçbir istihbari değeri kalmamış olduğunu kamuoyu veya ilgilileri bilmez, panik veya karşı atakla kendilerini ele verirlerdi çoğu zaman.
Wikileaks olayı tıpkı böyle bir olaydır. ABD için hiçbir değeri kalmamış, belki büyük bölümü düzmece belgeler, dünya kamuoyu nezdinde sabıkalı, tecavüz suçundan hükümlü ve aranan Avustralyalı bir yetime servis ettirilip hem AKP’ye yeni enstrümanlar temin edecek hem de ABD’nin âli menfaatleri doğrultusunda dünyadaki dengeleri sarsacak, ABD’nin “tek başına güç” imajını pekiştirecek. Özellikle Ortadoğu ve Asya’da devletlerarası denge bozulacak ve yeni ittifaklar,-belki de Kore’den neşet edecek bir savaş öncesinde- engellenmiş olacak.
Öyle değil de dünyanın en büyük gücünün, en gizli belgeleri gerçekten çalınmışsa o güç, güç filan değil, müflis bir yalancıdır.