Başbakan 20 Temmuz 2010 günü TBMM’deki, AKP grup toplantısı esnasında, kendi grubuna hitap etmek yerine MHP ve CHP’ye oy veren, o partilerin politikaları doğrultusunda referandumda “Hayır” demeleri muhtemel seçmene seslendi.
Duygu sömürüsünü çok iyi bilen ve 8 yılı ikmaline az kalan iktidarını buna borçlu olan Başbakan, 12 Eylül darbesinden sonra idam edilen solcu gençlerden Necdet Adalı ve Erdal Eren; Ülkücü gençlerden Mustafa Pehlivanoğlu ve namaz kıldığı esnada kafasına aldığı dipçik darbesi ile şehit olan Hüseyin Kurumahmutoğlu’nu anlattı. Konuşması sırasında Nevzat Çelik’in 1983 yılında Metris Cezaevi’nde yazmış olduğu ve o günlerdeki bir tutuklunun ruh halini yansıtan şiiri –ki bu şiir Ahmet Kaya tarafından bestelenmiş ve okunmuştur– Necdet Adalı’ya ithafen yazılmış gibi takdim etti. Sıra Ülkücüleri anlatmaya geldiğinde Hüseyin Kurumahmutoğlu’nun namaz sırasında başına dipçikle vurularak öldürüldüğünü söyledi. Mustafa Pehlivanoğlu’nun idam edilmeden önce ailesine yazdığı mektubu okudu. Mektubu okurken güya çok duygulandı ve ağladı. Hükümetinin Bakanı Ertuğrul Günay’ın babasının cenazesine katılamadığını söylerken, Prof. Dr. Mehmet Haberal’i es geçti.
Başbakan’ın konuştuğu güne kadar, ismini zikrettiği mazlumlardan haberinin olmadığı ve danışmanları tarafından eline tutuşturulmuş bilgileri aktardığı kanaatindeyim. “Şafak Türküsü” isimli şiirin, şairi tarafından Necdet Adalı’ya ithafen yazıldığı bilgisi sadece “Wikipedia”da yazılıdır ve buradan alınıp Başbakan’a bilgi olarak sunulmuştur. Nitekim, şairi de şiirin özellikle Adalı için değil, “idam ve anne olgusuna” işaret için yazıldığını beyan etmiştir.
Başbakan’ın unuttuğu bir şey vardı. Pehlivanoğlu’nun mektubunu bugün, Ülkücülerin çoğu ezberden bilir. Pehlivanoğlu’nun mektubundan Türk Milliyetçiliğine vurgu yapan cümleyi sansürledi. Mektup aynen şöyledir:
”Sevgili anneciğim ve babacığım, sizler beni bu yasa kadar büyüttünüz ve yetiştirdiniz. Benim sizlere karşı islemiş olduğum hataları ve suçlarımı affedin. Hakkınızı helal edin. Ben sizlerin bir evladınız olarak, bugüne kadar Cenab-ı Hakk’ın ve Onun Resulünün, Yüce Peygamberimizin yolundan ayrılmadım. Alın yazımız böyle yazılmış. Kader ne ise onu çekeceğiz. Ben de kardeşim Haydar gibi bir an önce Allah’ın huzuruna çıkacağım. Eğer benim günahım varsa Cenab-ı Allah’ın huzurunda çekmeye hazırım. Yok, bir yanlışlık sonucu ölümüme karar verenler, idam edenler Allah’tan bulsunlar. Şunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafa’lar ölür, Allah davası ölmez, milliyetçilik yaşar. Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakındır. Zafer her zaman Allah’a inananlarındır.
Bunun için hiç üzülmeyin. Cenazemin arkasından ağlamayın, günahtır. Sizden ricam ağlamayın. Anne, sizlerle helalleşmek isterdim, fakat olmadı. Hakkım varsa, hepinize helal olsun, siz de helal edin.
Son olarak, abime, yengeme, yiğenime, bacıma selam eder, haklarını helal etmelerini dilerim. Nişanlıma da selam eder, Cenab-ı Allah’ın mutlu bir yuva kurması için ona yardımcı olmasını dilerim.
Oğlunuz Mustafa”
“Şunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafa’lar ölür, Allah davası ölmez, milliyetçilik yaşar. Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakındır. Zafer her zaman Allah’a inananlarındır.” Cümlesini fark edilmeyeceğini zannederek sansürleyip, geri kalan kısmını, İsmail Dümbüllü rahmetliye taş çıkaracak bir kabiliyetle okuması çok manidardır.
İdam edildiği şartları anlatırken ağladığı Mustafa için Başbakan, “Mafya kopuğu”, “Irkçı, kafatasçı” “Kaba milliyetçi” tabirini uygun görüp, o güne kadar sık sık kullandığı için mi acaba sansüre başvurdu?
En yakın adamlarından birisinin Özel Kuvvet Polisleri için “Sarkık bıyıklı, MHP milisi gibi” demesinin üzerinden 2 iki gün geçmemişti.
2005 yılında “Boğaziçi Aydınları” ile görüşmesinin ardından “Bu devletin kimliği Türkiyeliliktir. Türklük devletin kimliği olamaz. Ancak alt kimlik olabilir. Burada yaşayanlara Türkiyeli denir” diyerek bu devletin Türk Devleti olmadığını ilan eden, Türkiye’yi 36 etnik gruba ayıran, Gürcü liderini ağırladığı sırada “Ben Gürcü’yüm, eşim Arap” diyerek Türk olmadığını izhar etme ihtiyacı duyan; Cumhuriyet kurulurken Banisi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!” sözü ile tanımlanmış Türk kavramından rahatsız olan, “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözünü bölücülük kabul eden zihniyetin temsilcisi olan Başbakan, bir Ülkücü şehidin yazdığı mektubu yetmiş milyonun önünde okurken ağlamaya çekinmiyor ama basın mensuplarına “Şehit cenazelerinde çok fazla ayılıp bayılma kareleri göstermeyin, annelerin ağıtlarını yayınlamayın” diyebiliyor.
Şehit cenazelerine katılmayı ar sayan, katılanları ise “ Şehit cenazelerinden nemalanmaya çalışan” olarak niteleyen Başbakan, mektubunu okurken ağladığı Mustafa’nın mensubu olduğu ve yukarıda saydığımız olumsuz sıfatları yakıştırdığı, oylarını talep ettiği Ülkücüler için “bunlar namaz kılmayı da bilmezler” diyerek aşağılamaya da gayret etmişti.
Sürekli istismar edecek bir şeyler bulabilen Başbakan, bu sefer yanıldı. Şehit cenazelerinin istismar edilmesi ile siyasi rakiplerini suçlayan Başbakan, dört mazlumun 30 yıllık cesetlerini çiğnemiş ve oya tahvil için istismar etmiştir.
Başbakan’ın mezkûr konuşmayı yaptığı gün yedi Mehmetçik şehit olmuş, yedi ayrı eve ateş düşmüştü. Maalesef onları rahmetle anma zahmetine bile katlanmadı. Onları oya tahvil edemez belki de oy kaybederdi.
Başbakan’ın 12 Eylül 1980 tarihinden başlayarak 20 Temmuz 2010 gününe kadar Ülkücüler için söylediklerini tek tek tahlil edeceğiz.
Şimdilik bu kadar ve netice: “Türk’üm” diyemeyen Başbakan’a “Hayır!”