Bakan Pakdemirli 1. Su Şurası’nın pazartesi günü toplanacağını açıkladı. Her yaptığımızı sanki bizden önce yapılmamış da ilk biz yapıyoruz hastalığından kurtulmamız lazım. Oysa sürdürülebilirlik ve tarihsel temeller önemlidir.
Dış siyasette yapabileceklerimizi yapamadık ve bir Su Barışı[1] tesis edemedik. İçerde ise “Su Hayattır” kampanyaları Dünya Gıda Günlerindeki “Açlıkla Mücadele, Hayat için Su” yahut çevre toplantılarında “yeşili koruyalım!” lakırdılarına, günah savmalarına benzer biçimde sonuca gitmeyen oyalanmalar olarak kaldı.
Su Barışı’nın peşinden Su ve Toprak Kaynakları Muhafaza ve Geliştirme adı altındaki araştırmamız ve 2000’lere doğru bir dizi panel ve toplantılarımız, su forumlarımız bir bilinç geliştirdiyse de ne yazık ki, üç teklifimizden bugün ancak İstanbul’da bir Su Enstitüsü kurulmaktan öte bir şey yapılmadı. Ne Su Çerçeve Yasası çıktı ne de Su Konseyi yapılandırılabildi.
Bu 22 Mart’ta da gerek mahalli idarelerde gerek merkezi hükümette aradan çeyrek asır geçmesine rağmen Türkiye’nin ilerde su fakiri olabileceğine dair ahkâmlar kesiliyor en yetkili ağızlar tarafından. Diyebilirim ki, çeyrek asır önce hiç olmazsa kamuda Türkiye’nin bir su fakiri ülke olduğu oturmuş bir kabuldü.
Türkiye Kıt Su Kaynakları Yönetimi için bilimsel toplantılarda birkaç tebliği dışında hiçbir alışma ortaya koyamadı henüz.
Kıt Su Kaynakları Yönetiminin içeride, dışarıda mutlak surette hayat bulması lazım. Çeyrek asır önce de tarımsal sulamada tüketilen su miktarı yüzde yetmişler civarında idi, bugün de öyle… Hani basınçlı sulama yöntemleri yaygınlaştırılacaktı? Sanayide ise su ve toprak kaynaklarının kullanımında doğal hayatı bitiren uygulamaları denetleyen mekanizma kâğıt üzerinde sadece… Atık su arıtma konusunda ne yazık ki çuvallamadan daha fazlası var. Bile isteye tahrip ve günü kurtarma… Binden fazla arıtma tesisinin yarıdan fazlası çalışmıyor. Çalışanların da arıtıp arıtmadığı belli değil. Sanayide geri dönüşüm üzerine çaba gösteren sanayici sayısı bir elin parmakları kadar. O zaman haksız rekabet olmuyor mu? Sakarya nehri eskiden kirliydi, şimdi Ergene Havzası felaket. Ergene için devlet kurumları son yıllarda ondan fazla proje geliştirmiş ve fakat onlar da yine kâğıt üzerinde kalmış. Marmara giderek kirleniyor. Üstüne bir de çılgın kanal açılınca hepten kirlenecek.
Bıraktık kıt su kaynakları yönetimi ve eylem planımızı hayata geçirmeyi, yanlış ve çarpık sanayileşme ile sapkın ve köklerinden kopmuş şehirleşme ve belediyecilik anlayışı yüzünden atıklar doğayı, toprağı ve yer altı sularımızı kirletmeye eskisinden daha cüretkâr biçimde devam ediyor.
Tarımsal sulamada damla sulamaya geçişi kredilendirmek için eski Ziraat Bankası Genel Müdürü Can Akın Çağlar, bir gün beni aradı; öyle ya hemşehriyiz, “kitabınızdan yararlanmamıza izin verir misiniz?” dedi. Çok sevindim ve takdir ettim. Sheraton’daki toplantıda Tayyip Bey yine her zamanki gibi başarılı sunumlarından birini yaptı… Sonuç? Korkarım 1. Su Şurası da öyle olacak…
İçerde kıt su kaynakları yönetimi, toprak ve su kaynakları muhafaza ve geliştirme strateji ve eylem planımızı işletemedik, ama su üzerine bir takım destek programları ile iyi eğlendik, sosyal aktiviteler gerçekleştirmiş olduk.
Peki dışarıda suların hakça ve akil kullanımı noktasında bir bölgesel iş birliği, bir su barışı geliştirebildik mi? Ne gezer, komşularımızla kanlı bıçaklı olduk.
Oysa Su Barışı tesis edilseydi ABD ve Rusya’nın zaman zaman da AB ülkelerinin münferiden müdahalesine bu kadar açık hale gelmezdi Ortadoğu…
Su ve toprak bilinci, ne merkezî hükümette, ne mahallî idarelerde mevcut. İvedilikle bu bilinç için çalışmalı; sonra?
Kıt su kaynakları için acil neler yapılmalı?
Öncelikle perspektif evrensel olmalı, çünkü sorun evrenseldir. Kutuplarda bir buz dağının erimesinin, Yağmur Ormanlarındaki bir çevre katliamının nasıl ki küresel tesiri mevzubahisse su kıt kaynak olduğu için de dünyanın neresinde su sorunu ve/veya yanlış kullanımı varsa bütün insanlığı ilgilendirir. O yüzden dünyada 9 kez su forumu yapıldı. Özellikle kurak ülkelerin orta ve uzun vadeli kırsal kalkınma programlarına ve sürdürülebilir su toprak düzenlerine ihtiyaçları vardır. Gelişmiş, kalkınmakta olan ve kuraklık çeken ülkeler arasında bilgi alışveriş zemini oluşturulmalı, kıt su kaynakları yönetiminin küresel, bölgesel, ülkesel ve mahalli boyutları entegre edilmelidir. Bu programlar, İklim değişikliğine uyumlaştırılmalıdır. Su teknolojileri (atık su yönetimi dahil), yer altı suları kayıpları asgariye indirecek şekilde yönetilmeli, zemin etüdleri yapılmalı ve bilgiler paylaşılmalıdır. Etkili bir kuraklık yönetim planı ülkesel ve küresel düzeyde birbirine eşgüdümlü olarak hazırlanmalıdır. Su ve toprak kaynakları muhafaza ve geliştirme yönetimi bilgi, yatırım, mevzuat ve finansman boyutlarıyla bütüncül olarak hayata geçirilmelidir. Küçük ölçekli su programları teşvik sistemi yaygınlaştırılmalıdır. Bu sistemin oturması için de destek programı mahiyetinde; Yeterli veri tabanlarının geliştirilmesi, Uyarlayıcı araştırma, Kurumsal güçlendirme, Eğitim (insan kaynaklarını geliştirme), Daha iyi sosyoekonomik analiz, Çevre koruma ve muhafaza; Teknoloji transferi ve altyapısı ile veri tabanları sistemi önemlidir.
Bütün bunlar birkaç su forumunda ve su sempozyumlarında tartışıldı; yüzlerce rapor ve eser yayınlandı. Şimdi Şura toplanıyormuş. Aklıma merhum Taşar’la tartışmamız geldi. 1. Tarım Şurası çok ihatalı hazırlandı, katkımız da var. Fakat isminin Birinci olmasına karşı çıkmıştım. Neden? Çünkü 1939’da 1. Ziraat Kongresi var. Aslında Osmanlı döneminde de İstanbul’da 1863’te uluslararası çapta dev bir tarım sergisi düzenlendi.[2]
Bir şey yaptığımız zaman buna birinci deme alışkanlığı marifet değildir.
[1] LŞ, Su Barışı – Türkiye Ortadoğu Su Politikaları, Gümüşmotif Yayınları, İstanbul 1997
[2] LŞ, Halkalı – Tarımsal Eğitimin Tarihi, Ankara 2009