Demokrasi her şeyden önce şartların eşit kılınmasıdır. Demokrasilerde siyasi partiler eşit şartlara ve aynı kurallarla seçime girerler. Seçimlerin eşit şartlarda gerçekleşmemesi, seçim sonuçlarını zorunlu olarak tartışılır kılar.
Seçim sürecinin başlamasından sonuçların açıklandığı saate kadar seçimlerin serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılması seçimin güvenliği için zorunludur. Bu ilkelerin ihlali, istismarı ve yok sayılması seçim güvenliğinin ortadan kaldırır. Seçim güvenliğinin olmaması sonuçların tanınmamasını da meşru kılar!
Milli iradeye sakatlayan ve seçim güvenliğini tehdit eden iki ciddi gelişme yaşanmaktadır:
Birincisi PKK’nın bölgedeki silahlı baskısı, diğeri de Sayın Cumhurbaşkanı’nın AKP lehine miting düzenlemesi, propaganda yapması ve seçime müdahil olmasıdır.
Bilindiği gibi Güneydoğu’da PKK’nın silahlı ve sivil milisleri, vatandaş üzerinde kurdukları baskı seçim güvenliği için ciddi tehdittir. Bu baskının yapılmasına AKP yıllardır göz yummaktaydı. Zira PKK’lı bölücü adaylar daha önceki seçimlerde bağımsız adaylarla seçime giriyorlardı elde ettikleri sonuçlar da sınırlı kalıyordu.
2015 seçimlerine bu defa PKK destekli HDP parti olarak katılmaktadır. HDP’nin barajı aşması AKP’yi tek başına iktidar olmaktan alı koyacak bir gelişmedir. Bu yüzden Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, HDP, ‘barajın altında kalırsa süper olur, çok güzel olur’ demektedir.
Seçim güvenliğini ve güvenirliğini tartışmalı hale getiren ikinci gelişme ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın doğrudan seçime taraf olarak müdahil olmasıdır. Cumhurbaşkanı anayasaya göre partili değildir, tarafsızdır ve partiler üstüdür. Buna rağmen Sayın Cumhurbaşkanı seçim meydanlarında halka aynen şunları söylemektedir: “Devletin parasıyla meydanlara çıkıyorum. Bu benim hakkım”. Tarafsızlık yemini etmiş bir cumhurbaşkanı, milletin vergileriyle kendisine ayrılmış parayı bir partinin propagandasını yapmak ve diğerlerini kötülemek için seçim meydanlarına çıkmayı hak olarak görüyor.
Devletin başı ve herkesin cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın bir siyasi partinin propagandası için herkesin parasıyla meydanlara çıkması anayasanın amir hükümlerine aykırıdır.
Dahası Sayın Cumhurbaşkanının elinde “Kürtçe Kuran Meali”, miting meydanındaki halka dönüyor ve şunları söylüyor: “Sayın Kılıçdaroğlu, ben Kuran ile büyüdüm, Kuran ile yaşıyorum… Kendi şahsında Kuran’ın yerinin ne olduğu malum” diyor.
Kutsalların siyasete alet edilmesi bir yana daha önce hiç yaşanmamış bir biçimde bizzat Cumhurbaşkanı Anayasa ve kurumlar yıpratıyor. İşin daha da vahimi YSK, Cumhuriyet Başsavcılığı, TBMM Başkanlığı, Anayasa Mahkemesi, RTÜK, Cumhurbaşkanının fiilen Anayasa’nın 102. maddesini yok sayan uygulamalarını görmezlikten geliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kutuplaşmış bir ülkede, bir cumhurbaşkanı gibi değil bir parti lideri gibi konuşmakta ve davranmaktadır. Devletin muhasebe nizamına uymamakta; harcamalarında devlet geleneğine, bütçeye saygı göstermemektedir.
Bu aykırılıklar seçim suçudur. Temel ilkeler ve Anayasa göz önüne alındığında, devlete ve anayasaya meydana okumaktır.
Tarhan Erdem, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim güvenliğini tehdit eden tutumu karşısında şunları yazmaktadır: ‘seçim güvenliği, önlenmesi zor, ama önlenmezse siyasal bir felaketle karşılaşılması muhakkak olan bir tehditle karşı karşıyadır’.
Cumhurbaşkanının tutumu yüzünden 7 Haziran seçimleri Anayasaya ve seçim yasalarında bulunan hükümlere aykırı olarak gerçekleşecektir. Bu durumda sonuçlar Milli İradeye karşı tecelli etmiş olacaktır.
Bu şartlar 7 Haziran seçimlerinin sonuçları ne olursa olsun büyük bir tartışma başlatacaktır. Bir yandan ortaya çıkan sonuçların meşruiyeti tartışılırken diğer yandan milli iradenin Cumhurbaşkanının vesayeti altına girdiği gerçeği ciddi itirazlara neden olacaktır.
On üç yıldır iktidar yüzü görmemiş olan kızgın kesimler AKP’den seçimle kurtulma imkânının kalmadığı inancına kapılacaklardır. Bu durum ciddi sosyal patlamalara neden olabilecektir!