Türk halkı, tarihinin en şaibeli iktidarıyla 30 Martta sandık başına gidiyor. Yolsuzluk, rüşvet, sansür ve baskı ile özdeşleşmiş bir iktidarın yönetiminde seçime gidiliyor. Bu kadar çok iddia, itham ve görüntü altındaki bir iktidarın yönetiminde yapılacak seçimin sonucu ne olursa olsun şaibeden kurtulması mümkün olmayacaktır.
Ortaya dökülen görüntüler, açığa çıkan konuşmalar ve ilişkiler AKP iktidarın tepeden tırnağa yozlaştığını göstermektedir. Bu iddialar bir müminin bırakın yüzünü tırnakları bile kızartacak niteliktedir. Buna karşın AKP iktidarı, pişkin, vurdumduymaz, umursamaz ve utanmaz bir tavır takınmıştır.
Ayakkabı kutularına tıkılmış milyonlarca dolar, bakan koluna takılmış 700 bin dolarlık saat, yatak odalarındaki kasalar, aile boyu hediyelik umre seyahatleri, El Kadı ile ambulans ilişkileri, müteahhitlerle arazi pazarlıkları AKP için vakayı adiye olarak nitelendirilmektedir.
İşin daha da vahimi AKP’nin kurmayları “gerçek olsa bile vatandaş buna inanmaz” diyebiliyor. AKP’nin propagandistleri ise “almayan mı var, çalmayan mı var canım” diye başlayan savunma cümleleri kuruyor. Japonya’da bu tür bir iddiaya muhatap olan yöneticiler “harakiri” yaparak hayatına son veriyor, Batı’da ise istifa ediyor ve yargı karşısına çıkıyor. Türkiye’de pişkin pişkin “ne olmuş yani” edasıyla iktidar mensupları hiçbir şey olmamış gibi iş başında durmaya devam ediyor. Düşünün ki bunları “Rüşvet verene de alana da lanet olsun!” diyen bir Peygamberin ümmetinden olduğunu söyleyenler yapıyor.
İşin ahlaki ya da dini yanı bir yana hukuki yönü de tam bir faciadır. Yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının ardında iktidar süratle bu operasyonu yapan savcıyı ve emniyet mensuplarını dağıtmıştır. Adli kolluk yönetmeliğine müdahale etmiştir. HSYK yasasını çıkartarak yargıyı kontrol altına almıştır.
Bir “paralel” yapının olması, ortaya çıkan kutu kutu dolarların, rüşvetin ve yolsuzluğun yok olması anlamına gelmiyor. Paralel yapı var diye ortaya dökülen konuşmaları, onca kanıtı iktidar halkın gözünden kaçırmaya çalışmıştır.
AKP, önce yolsuzluk ve rüşvet ile ilgisi olanların hapishaneden dışarı çıkartacak şartları oluşturmuştur. Bir süre sonra da onca yolsuzluk ve rüşvet deliline rağmen tutuklular tamamıyla serbest bıraktırılmıştır. İktidar bunu kendi kendisini aklayacak bir yargı mekanizması oluşturarak başarmıştır!
Sorun yalnızca yolsuzlukla ilgili de değildir. Bizzat Tayip Erdoğan’ın basını, ifade özgürlüğünü, demokratik hak ve özgürlükleri baskı altına almasıyla da ilgilidir. Tayip Erdoğan, Fas’tan bir televizyon kanalını arayarak alt yazı sildiriyor. MHP liderinin gurup konuşmasını kestiriyor, bir gazetenin manşetindeki haberi yazanları işinden attırıyor, Yaşar Nuri Öztürk’ün programını kaldırtıyor.
“Yüz milyon dolar sen ver…” diyerek 630 milyon dolarlık bir havuz oluşturuyor ve bununla bir televizyon kanalının ve gazetenin satın alınmasını sağlıyor. Şu anda bu televizyon kanalı AKP’nin ve Erdoğan’ın sesidir.
Tayip Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen ve 17 Aralık sonrası evdeki para transferini konu alan konuşmalar da ibret ötesidir.
Onca görüntü, ses ve ayakkabı kutusundan hiç kimse montaj, dublaj ve şantaj diyerek kurtulamayacağı görülecektir.
Başbakan bu kadar çok dolar, arsa, ihale, havuz, El Kadı, televizyon, satın alma, imar ile meşgul oluyorsa ülkeyi yönetmeye pek zaman bulamıyor demektir.
Herşeye müdahil bir Başbakanın güdümünde Türkiye nefes alamaz hale gelmiştir. Tayip Erdoğan başbakan gibi değil Türkiye’nin sansür sorumlusu gibi davranıyor. Dahası bir araştırma sonucuna bizzat müdahale ederek “al MHP’den 2 puanı ver BDP’ye” diyor. Araştırma sonuçlarına bile müdahale eden bir kişinin seçim sonuçlarına müdahale etmeyeceğini kim emin olabilir?