Başkası hakkında konuşurken aslında kendi kişiliğinizi tarif ettiğinizin farkında mısınız? Başkasını tanımanın ya da tanımlamanın temelde kendinizi tanımak anlamına geldiğini biliyor muydunuz? Neyse, bütün bu söylenenler esasta iletişimi şu veya bu biçimde ilgilendiren sorulardır. Kendini anlatabilmek ve başkasını anlayabilmek; işte bütün mesele bu.
İnsanların kolay öğrenen ancak çok güç değişen bir doğaları vardır. Alışkanlıkların, tutumların ve saplantıların değiştirilmesi çoğu zaman yılları alabilmektedir. Özellikle “ön söz” yerine “son söz” söylemeye alışmış olanların, görüntüyü değil gerçeği davranışların odağına koyanların, “eylemi ile söylemi” arasında açıklığı olmayanların değişmesi oldukça zordur.
George Eliot, “Bir miktar rol yapmadan mümkün olan hiçbir eylem yoktur” diyor. Kimileri “ete, kemiğe bürünüp” rolünü layıkıyla yerine getirme gayreti içine girerken, kimileri de “etten kemikten” kurtulup sahnedeki sahtelikten uzaklaşmakta ve kendi gerçeği ile baş başa kalmaktadır. Kuşkusuz biz burada ruhlar dünyasına değil, organlar, organizmalar ve bedenler dünyasına ait olan hususlara dokunacağız. Bir kez şunu ifade etmek gerekir ki bedeni sahte olanın ruhu da sahtedir.
Siyahların beyaza, mahkûmların hâkimlerine, kölelerin efendilerine karşı takındığı tavırları anlatan aşağıdaki açıklamalar maskeli tavırlar konusunda bize, ibret verici bilgiler sağlamaktadır.
“Güçlerini ve beyaz olmayan insanlara karşı nefretlerini bildiğim için, beyazlara midesini bulandırmayacak bir şekilde davranmaya çalışıyordum… Bir kere biraz malım ve param olduğunu hiç belli etmiyor ve mümkün olduğu ölçüde kölelik görünümüne uygun giyiniyordum. Bir de hiçbir zaman aslında olduğum kadar zeki görünmüyordum. Güneydeki bütün siyahlar, ister özgür ister köle olsunlar, kendi rahatları ve güvenlikleri için bunu özellikle gerekli görürler.”
Öncelikle ifade etmek gerekir ki güçlü ile güçsüz hiçbir zaman birbirinin karşısına gerçek yüzleriyle çıkmazlar. Hâkim ve mahkûm durumda olanların birbirlerine karşı bütün davranış, saygı, sevgi ve ihtiramları sahtedir. “Köle efendisinin, parya brahmanın, köylü toprak sahibinin, işçi patronunun karşısına çıplak yüzüyle çıkmaz çoğunlukla.” “Ödüllendirme” ve “cezalandırma” yeteneği olan bir makamda bulunan kimselere gösterilen saygı ve sempatinin yapmacık olduğunu çoğu kez, o makamda oturan kişiler anlayamazlar.
Genel tavrın yanı sıra, “üst-ast”, “amir-memur”, “yönetilen-yöneten”, “imam-cemaat” ve “zengin-fakir” gibi farklı sosyal kategori içindeki insanların birbirlerine gösterdikleri yüzleri tanınmayacak derecede sahtedir. Hele hele mutlak iktidar sahibi kişilere karşı gösterilen tavır daha da vahimdir. Başka bir tabirle ifade edersek, iktidar ne kadar cazip ya da tehdit edici ise kişilerin kullandıkları maske de bir o kadar kalındır. İnsanların geneli “akıllıyı kafeslemek için aptalı oynama” tutumunu benimserler. Bireylerin statüleri, rolleri, mevkileri gereği takındıkları tavır bir süre sonra hayatlarının parçası haline gelir. Maske takanların yüzü zamanla maskeye uygun hale gelir.
Bütün bu yazdıklarımızdan sonra iki sorun ortaya çıkıyor: Dünya denilen sahnede “maskeli balo”yu oynayan insanlar arasından dostlarımızı, sevgililerimizi, iş ortaklarımızı ya da dava arkadaşlarımızın gerçeklerini öğrenip öğrenemeyeceğimiz hususu ile bu durumda insanlara nasıl güveneceğimiz konusudur.
Gerçekten hilelerin, entrikaların, tecavüzlerin, cinayetlerin, boşanmaların, intiharların, alkolikliğin, ajanlıkların arka planında büyük ölçüde aldanmışlığın ve aldatılmışlığın olduğu gerçeğini hatırlarsak bu sorunu cevaplamanın sanıldığı kadar kolay olmadığını anlamış oluruz. Ancak bireyler söylenenlerden söylenmeyeni, görüntüden gerçeği çıkarma yeteneğine ulaştıkları zaman yüzlerdeki maskeleri biraz daha şeffaflaştırabilirler. Karşısındakinin maskesini yırtmak isteyen kişi, öncelikle kendi maskesini çıkartacak kadar cesur olmalıdır.