Türkiye’nin kudret eliti Erdoğan, terör sorununu ancak Öcalan’a çözdürebileceğine iman etmiş görünmektedir. Bu yüzden risk almanın da ötesinde “baldıran zehrini” içmeyi dahi göze aldığını bizzat ifade etmiştir. Gerçekten İmralı’da çevrilen filmin zehir içmekten farksız olduğunu Başbakan Erdoğan’ın kendisi söylüyor.
Onlarca yıldan bu yana yazar/çizer; eker/biçer; kırıp/döker kesim, Türkiye’nin kuruluşu sırasında iki kesimin ezildiğini ve yok sayıldığını söyleyip durmuşlardı. Bunlar Kürtler ve İslamcılar olarak kategorize edilmiştir.
Kandil’deki terörist Karayılan bu görüştedir. O, “1924’ten sonra Kürtlerle, mütedeyyin muhafazakâr kesimlerin dışlandığını” iddia etmektedir. “Bugün muhafazakar kesim, devlette ve hükümette etkili bir güç haline gelmiştir. Bunda da Kürt özgürlük mücadelesinin rolü vardır” demektedir.
Gerçekten de “Kürt sorunu”nun tanınmasında, keyfi dilde eğitimin getirilmesinde, Kürtçe televizyon yayınının uygulamaya sokulmasında AKP iktidarının rolü tartışılmaz. Her iki kesim de mevcut rejime karşı birbirlerine destek verdiklerini ifade etmektedirler.
Öcalan, “İslamcıların 40 yıllık rüyasıydı, rüyalarını gerçekleştirdik. Biz AKP’ye iktidarı altın tepsi içinde sunduk… AKP, iktidarı gökten inmiş sandı” diyor.
Farkında olarak ya da olmayarak her iki taraf da Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı birbirlerine omuz vermişlerdir. Başbakan Erdoğan’ın Öcalan’ı partner olarak seçmesinin arka planında böyle bir birikimin olduğu söylenebilir.
Başbakan Erdoğan, İmralı’yla açılım başlatınca terörist aktörler hem çıtayı daha da yükselttiler hem de kendilerinde büyük bir güç bulunduğuna vehmetmeye başladılar.
Karayılan, Başbakan Erdoğan’ın “çözüm” dediği sürece neden ihtiyaç duyduğunu şöyle açıklıyor: “2011 yılında Türk devleti makas değiştirdi. Eskiden İran ve Suriye’yle bize karşı ittifak yapmıştı. Ama Temmuz 2011’de tutumunu değiştirdi. Suriye ve İran’ı karşısına aldı.” Karayılan, dış gelişmelerdeki değişmelerin Erdoğan hükümetini PKK’yla anlaşmaya ittiğini söylüyor.
Başbakan Erdoğan’ın İmralı’yla görüşmelere “çaresizlikten” başvurduğunu Duran Kalkan da söylüyor. Karayılan ise meydan okur gibi “Türk devletinin tek başına bize gücü yetmez” diyor.
Adam ‘siz, PKK’nın oluşturmuş olduğu direniş rezervlerini 30 yıl daha savaşsanız ortadan kaldıramazsınız’ diyor. Çöküş sürecine doğru sürüklenen PKK terör örgütünün, derdest altındaki elebaşısıyla başlatılan görüşmelerin örgütte nasıl bir moral şahlanışı sağladığını bu söylemler bile kanıtlıyor.
İmralı görüşmeleri terör örgütünün kendisine güvenini artırmış, çıtayı yükseltmelerine neden olmuş, örgütün moral ve motivasyonuna da büyük katkı sunmuştur.
Kandil’deki terör tekelini elinde tutan Murat Karayılan, Abdullah Öcalan’ın tek taraflı bir çağrı değil, her iki tarafa çağrı anlamına gelen yeni bir ‘Yol Haritası’ sunmasından söz ediyor. Öcalan’ın yalnız PKK terör örgütüne değil, AKP hükümetine de yol göstermesi, önderlik etmesi arzu ediliyor. Öcalan, PKK ve T.C. Devletinin üstünde bir yere konumlandırılmış oluyor.
Karayılan şunları açıktan söylüyor; “Biz neden sınır dışına çıkacağız? Biz keyfimize mi bu dağlara çıktık? Biz bir dava için çıktık bu dağlara…/…Kim kimi ülkesinden kovuyor? Burası bizim ülkemizdir. Siz dışarıdan gelmişsiniz, ülkemizde işgal kuvvetisiniz. Terk edecek olan biri varsa o da sizsiniz.”
Duran Kalkan’ın ifadeleri daha somut; “Türk ordusu, Kürdistan’daki gücünün yüzde doksanını geri çekecek mi? Türk devlet polisi Kürdistan’dan gidecek mi? AKP, Kürdistan’daki yönetimi Kürtlere bırakacak mı? Kürtler kendi seçimlerini yapacak hale gelecek mi? Eğer sorun çözülecekse, böyle olacak. AKP yapacak, devlet yapacak.”
Erdoğan’ın terörü, daha doğrusu Türkiye’yi çözmek için omuz omuza verdiği gizli müttefiki Öcalan ve örgütünün ruh hali budur. Erdoğan böyle bir yapıdan barış devşirileceğini düşünüyor!