Türk milleti Amerika keşfedilmeden önce eski dünya olarak bilinen üç kıtada da büyük izler ve eserler bırakmıştır. Bilinen eski dünyada Türkler; Asya’da Çinliler ve Ruslar, Ön Asya’da Farslar ve Bizanslılar; Avrupa’da Almanlar, İngiliz ve Fransızlar; Afrika’da ise Araplarla karşı karşıya gelmiş, onları etkilemiş ve onlardan etkilenmişlerdir.
Türkler tarih boyunca Göktürk, Uygur, Arap, Latin ve Kiril Alfabesi kullanmışlardır. Büyük Selçuklu Devleti’nde resmi dil Farsça, bilim dili Arapça, halkın dili ise Türkçe ve diğer yerel dillerdi. Karamanoğulları’ndan sonra birçok beylik Türkçeyi resmi dil olarak benimsedi. Hem bilim-edebiyat dili hem de resmi dil olan Türkçe o tarihten itibaren gelişme olanağı buldu. Türkçe’yi resmi dil olarak ilk kullananlar Karamanoğulları’dır.
Karamanoğlu Mehmed Bey 15 Mayıs 1277’de yayınladığı bir fermanla “Bugünden sonra, divanda, dergahta, bargahta, mecliste, meydanda Türkçe’den başka bir dil kullanılmayacaktır” diyerek Karamanoğlu Devleti’nin resmi dilini Türkçe yaptı. 15 Mayıs tarihi bu nedenle bugün dil bayramı olarak kutlanmaktır.
Osmanlı Devleti Arap alfabesi kullanmış Türkçe devlet dili olarak varlığını 629 yıl sürdürmüştür. Cumhuriyetle birlikte Latin alfabesine geçilmiştir. Cumhuriyeti kuranlar Arap alfabesiyle konuşup yazabildikleri için onlar için yeni değişiklik sorun olmamıştır. Cumhuriyet sonrası ikinci nesil için aynı şey söylenemez.
Cumhuriyet nesilleri Latin alfabesiyle okuyup yazmışlar ancak Arap alfabesiyle yazılmış eserleri okuma imkânına sahip olamamışlardır. Yeni nesillerden uzmanların ve meraklıların dışında 1928 öncesi 629 yıllık dönemin eserlerini ancak tercüme yoluyla, araya başkalarını sokarak öğrenebilmektedir.
Osmanlı Türkçesini bilmemek demek; 623 yıllık salnameler, fütüvvetnameler, fetvalar, tapu kayıtları, el yazması eserler, eski Türkçeyle yazılmış on binlerce el yazması eserlerden haberdar olmamak demektir.
Suyu içilen tarihi çeşmenin üzerindeki, gölgesinde var olunmuş olan abidelerin tepesindeki, ibadet yapılan caminin kapısındaki, atalarının yattığı türbelerin önündeki yazılı olanları okuyamamak cehaletin kendisidir.
Yeni nesiller, Balkan Savaşlarını, Yemeni, Çanakkale’yi, Sarıkamış’ı bilir de o savaşları yapanların yazdıkları mektupları okuyamazlar. Sarayları gezerken, mabetlere girerken, anıtları süzerken rastlanılan yazılara bön bön bakmak nesillerin kaderi olamaz.
Kültür devam ederek gelişen, gelişerek de devam eden bir süreçtir. Kültürde sıçramaların yaratıcı sonuçları vardır. Kültürdeki kopuşların ise sonuçları ölümcüldür. Yaşayan kültürler süreklilik arz ederler. Yaşayan kültürlerde kopuş sanılan anlar gerçekte kültürün başka biçimlerde var oluş anlarıdır.
Osmanlı Türkçesini bilmemenin yüzünden bir insana 629 yıllık bir dönem kapanıyorsa burada bir yanlışlığın olduğunu söylemeye gerek var mıdır? Türkçeyi alfabe bilmemek yüzünden bölmek tarihi ve kültürü bölmek anlamına gelmektedir.
Bugün tarihe ve süreçlere bütünsel olmayan bu bakış, parçalanmış bir zihniyeti ortaya çıkarmıştır. Nitekim Türkiye’de bölünmüş ve ayrışmış zihniyeti bu manada her yerde görmek mümkündür. Bugünkü Türkiye, Abdülhamit’i sevip Atatürk’ü eleştirenler ya da Atatürk’ü saygıyla anıp Abdülhamit’i eleştirenler biçiminde bölünmüş bir algıya sahiplerdir. Bazı kesimlerin Türk tarihini Cumhuriyetle, ya da Türklerin Müslüman olmasıyla başlatması da bu yüzdendir. Bölünmüşlük her süreci sarmış durumdadır.
Her milletin olduğu gibi Türk milletinin de tarihi bir bütündür. Türkiye Cumhuriyeti, 1299 yılında kurulmuş olan Osmanlı Devleti’nin devamıdır. Osmanlı Devleti de 1038 yılında kurulmuş olan Büyük Selçuklu Devletinin devamıdır.
Aynı süreç dil için de geçerlidir. Osmanlı Türkçesi de bugünkü Türkçenin dünkü adıdır. Alfabe farkı vardır bu farkı o dönemin alfabesinin öğrenilmesi suretiyle süratli bir biçimde aşmak gereklidir. Bunun yolu da okullarda okutulacak Osmanlı Türkçesi derslerinden geçmektedir!