Kurtuluş Savaşı’nda Etnik Unsurlar ve Türk Kimliği

 
Etnik ırkçı çevrelerin, medyada sıklıkla gündeme getirdiği “Kürtlerin de Kurtuluş Savaşı’na katıldığı ve dolayısıyla Kürtlerin, tıpkı Türkler gibi Türkiye’nin kurucu halklarından birisi olduğu” iddiası ve bu bağlamda etnik ırkçı “taleplerin yerine getirilmesi gerektiği” yolundaki açıklamalar, ancak “yavuz hırsız” tavrıyla izah edilebilir. Çünkü o yıllarda Zazaların ve Kürtlerin büyük bir kısmı, Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı Türk kimliği altında savaşıyordu. Geride kalan küçük bir kısmı ise, emperyalizmin vaatlerine kanarak isyanlara girişiyor, bir kısmı ise Türklerin yenilmesini ve Sevr’in uygulanmasını bekliyordu. Türklüğe ve Türkiye’nin birliğine düşman çevrelerin, Türk kimliği altında Kurtuluş Savaşı’na katılan Zazaların ve Kürtlerin mirasından yararlanmaya çalışması, yavuz hırsız tavrı değilse, nedir?
Kurtuluş Savaşı’nda Zazalar ve Kürtler, iki gruba ayrılmışlardı. Bunların büyük kısmı “Türk kimliği” altında Millî Mücadele’yi destekliyor ve emperyalizme karşı savaşıyordu. Bunlardan biri, Dersim’in bayrak şahsiyetlerinden Dersimli Diyap Ağa’dır. Diyap Ağa, Kurtuluş Savaşı’nı destekleme nedenini şöyle izah ediyordu: “Gâvur Anadolu’yu sardı: Hepimizi bir düşünce aldı. Din ve diyanet ırz ve namus. Türklük tehlikeye düştü. İşittik ki Erzurum taraflarında can kurtaran bir Paşa çıkmış. Meclis kuracakmış. Onu hep gözledik. Öğrendim ki bu Paşa’nın adı Mustafa Kemal imiş. Onun büyük yüzünü görmeğe can attım. Fakat o zaman olmadı. Sonra Sivas’a oradan da Ankara’ya gelmiş. Bu zaman bizden iki mebus istedi. Herkes korktu, ihtiyar halimle vatanı kurtaranların yanına koşmayı, hatta başımı bile vermeyi göze aldım. Bana “Gitme ölürsün” dediler. “Zaten herkes mahvoluyor, varam, gidem, onlara ulaşam, hep beraber ölek” dedim. Diyap Ağa, sonraki yıllarda da Şeyh Sait isyanının Dersim’e sıçramasını engelleyen kişi olmuştur.
Milli Mücadele yıllarında Kürt aşiretleri, Milli Mücadele’yi desteleyen birçok telgraf ilettiler Ankara Hükümetine. Mesela 17 Mart 1921 günü Meclis kürsüsünden okunan bu telgraflardan birinde İzoli, Aluçlu, Bükler, Bariçkan, Zeyve, Deyukan gibi aşiret reislerinin imzası bunuyordu. Buna göre, Kürt aşiretleri, “Türk birliği”nden ayrılmak istemiyorlar, kaderlerini “Türklüğün kaderi”nden ayrı görmüyorlar ve “Kürtlüğün ayrı bir unsur olarak kabul edilmesini” işitmek bile istemiyorlardı. Ayrıca Kangal’dan Şırnak’a, Midyat’tan Çemizgezek’e kadar birçok yerden bu istikamette telgraflar Ankara Hükümetine iletiliyordu.
Sadece telgraflarla yetinmeyen Kürt aşiretleri, Türk kimliği altında Milli Mücadele’ye asker de gönderiyordu. Mesela, 1 Nisan 1921 tarihli Vahdet Gazetesi’nin haberi şu şekildeydi: “Cephedeki Kürt aşiret süvarileri, düşmana soluk aldırmıyor!”
23 Ocak 1923 tarihinde Lozan Konferansı yapılırken Musul konusunun görüşüldüğü bir sırada İsmet Paşa, şunları ifade ediyordu: “1. Musul vilayetinde Türkler ve Kürtler çoğunluktadır; Kürtler de Turan soyundandır, Türklerle bir bütün oluştururlar. 2. Bu vilayette oturanlar yeniden Türkiye’ye bağlanmayı istemektedirler. 3. Coğrafi ve siyasi bakımlardan bu vilayet, Anadolu’nun tamamlayıcı parçalarındandır. (…)”
Bunlar sadece Türkiye’nin resmi tezi olarak kalmıyor, Zazalar ve Kürtler de bu tezlere sahip çıkıyordu. Mesela Lolan aşireti ve Sabık Kürt Gençler Cemiyeti Düzerzade Dersimli Mehmet Sabri, Lozan görüşmeleri sürerken Lord Courzon’a gönderdiği bir mektupta şunları söylüyordu: Biz Türk’üz, bizi anavatandan hiçbir kuvvet ayıramaz. Bizim rahata kavuşmamız, sizin hemen bu topraklardan çekilmenizle olacaktır.”
Elbette bütün bu süreç içerisinde etnik ırkçı/bölücü isyanlar da meydana geliyordu ki, bunlardan en önemlisi Koçgiri İsyanı’ydı. Esasen bir Türkmen aşireti olan ve zamanla Kurmançça konuşmaya başladığı anlaşılan aşiretin lider takımı, etnik ırkçı bir çizgiye kayarak değişik Kürtçü örgüt ve cemiyetlerin de teşviki ile isyana giriştiler. Başını Alişer ve Baytar Nuri’nin çektiği bu isyana, başka aşiretler de kısmen dahil oldular. Yunan ordularının Polatlı yakınlarına kadar ilerlediği bir sırada çıkan isyan, Türklüğün varlık mücadelesine büyük bir darbe vurdu. Çünkü batı cephesinde savaşması gereken askerlerin bir kısmı Dersim’e kaydırıldı. Bölgede bulunan Dersimli Diyap Ağa ve feraset sahibi başka kanaat önderlerinin girişimi ile isyanın yayılma alanı daraltıldı. İsyan, üç ay gibi kısa bir sürede tamamen bastırıldı.
Şüphesiz, bununla da kalınmadı. İş, Mustafa Kemal’e Erzurum’dan Sivas’a geçerken Erzincan yakınlarında suikast planlamaya kadar vardı. Bu işin taşeronları da, bölgedeki aşiretlerden seçildi.
Kurtuluş Savaşı yıllarında birçok etnik ırkçı grup, Türk ordusunun yenilmesi ve Sevr’in uygulanması için fırsat kolluyordu. Türk ordusunun, emperyalizmi yenmesi ve Türkiye’den kovması üzerine, etnik ırkçı isyanların ardı ardına patlak vermesinin temel nedeni de budur. Etnik ırkçı ve bölücü çevreler, o dönemde Türk ordusunun yanında emperyalizme karşı savaşmadılar. Bir kenara çekilerek, Türklüğün Anadolu’dan tasfiyesini beklediler. Dolayısıyla mahkemede “din adına” isyan ettiğini söyleyen Şeyh Sait’e sorulan “Yunanlar ve ecnebiler Türk ve İslam toprağını çiğnerken nerdeydiniz? O zaman neden savaşmadınız?” sorusu, İstiklal Harbi yıllarını anlamamızda anahtar bir role sahiptir.
İşte geçmişten beri Alişer, Nuri Dersimi ve Şeyh Sait gibi etnikçileri sözde “milli kahraman” ilan ederek, Diyap Ağa gibi bayrak şahsiyetleri karalama yarışında olan kimi çevreler, bugün, Türk kimliği altında Kurtuluş Savaşı’na katılan Zazaların ve Kürtlerin onurlu mirasından, etnikçilik ve bölücülük devşirmek istemektedirler. Aylardır televizyonlardan seyredip, gazetelerden okuduğumuz iddiaların tarihi arka planı budur ve gösterilen tamamen bir yavuz hırsız tavrıdır.
Peki, biz kime kızmalıyız? Hırsıza mı, yoksa hırsızı yavuzlaştıranlara mı?


[1] 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Politik, Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Merkezi Bilimsel Danışmanı

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!