Bu aralar Belçika’dayım.
İşin doğrusu, ülkenin gündeminden uzaklaşmak iyi geldi bana. Hele hele Sinan Ateş olayından sonra… O olayın neresine dokunsam içim acıyor.
Daha bir ay bile olmadı. Unutulup gidiyor gibi geliyor bana.
İlk gün, sonraki birkaç gün ülkenin gündemini bomba gibi sarsmıştı oysa. Üstelik medyanın çok önemli bir kısmının olayı yok saymasına rağmen… Ünlü televizyonların entrikalarla, ihanetlerle dolu dizilerinin bol reklamlar eşliğinde yayınlarını sürdürmesine rağmen…
Sosyal medyanın gücüyle, milyonların tepkisini haykırdığı bir olay haline gelmişti.
***
Bazıları…
Ne bir ses ne bir nefes ne bir baş sağlığı ne bir taziye ile görünmüşlerdi herhangi bir yerde.
Şimdi birçoğumuz onlarla aynı çizgiye geldik.
Babayı da hatırlamıyoruz artık, gözü yaşlı eşini, “Babam ne zaman gelecek?” diye soran yavrularını da… “Unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız.” demiş olsak da…
Hele bir de…
“UNUTTURMA MEMURU” gibi çalışanlar var ya! Onlar da görev başında…
Diyanet İşleri Başkanlığının Manisa Turgutlu’daki temsilciliğinden söz ediyorum.
Olayın adlî ve idarî soruşturma aşamasında bulunması, merhumun ilçemizde kan bağı bulunan bir akrabasının olmaması dolayısıyla halihazır süreçte ilçemizde müftülüğümüz bünyesinde herhangi bir camide program yapılması tarafımızca uygun bulunmamıştır.” diyerek bozuk anlatımlı bir Türkçeyle yasakçılık yapanlara sesleniyorum:
Hani Müslümanlar kardeşti?
“Yüce Allah Hucurat Suresi 10. Ayetinde “Müminler ancak kardeştirler, öyleyse iki kardeşinizin arasını düzeltin.” buyurmuyor mu?
Yoksa siz bu ayete inanmıyor musunuz?
Ya şu hadise ne diyeceksiniz?
“Bir Müslüman, yanında bulunmayan bir din kardeşi için dua ederse, mutlaka melek ona, aynı şeyler sana da verilsin, diye dua eder.”
Yoksa siz bu hadise de inanmıyor musunuz?
“Kuran okutmak için kan bağı gerekir.” diyorsunuz. Kuran’ın neresinde yazıyor bu?
Siz uyduranlardan mısınız yoksa?
Siz nesiniz, söyler misiniz?
Geçen haftaki yazıma bir dostum, “Sessizliğin içinde, bir de sükût var ya! O insanı kahrediyor.” diye yorum yapmıştı. Sessiz olanlar diye hiç ses çıkarmayanları/ çıkaramayanları kastediyordu. Her şeyi hisseden ama hâlâ “beka” peşinde olanların sadece orada olduğunu düşünenleri…
Oysa insanlık elden gidiyordu, sadece bu milletin bekası değil.
***
Bir başka dostum şunları yazdı:
“Keşke yaşarken tanısak hatta tanışsaydık… Ön yargılarımız olmazdı.
İnsan çok zor yetişiyor.
Hele de lider kumaşı, karakteri olan genç insan, neredeyse hiç yetişmiyor.
Sinan farklı imiş.
Şu süreçte okuduğum, izlediğim kadarıyla, sadece “o yapı”daki jargonun zorunlu dayatması ile yaptığını düşündüğüm lider güzellemeleri dışında, hemen her sözüne imza atarmışım.
Türk milleti büyük bir değerini daha kaybetmiş.
Korkarım, misyonunu müesses nizam eliyle kirletecekler. Başka düzlemlere çekip yanlış işlerin ilham kaynağı yapacaklar.”
Ona cevap yazdım:
Ben de senin yazdıklarına imza atarmışım.
***
Bir dostumla telefonda konuşuyorduk.
“Bu arada en başta, olay duyulur duyulmaz konuşması gerekenler hâlâ susuyor. Keşke; o ananın, babanın, eşin, o iki yavrunun hatırı için taziye verselerdi. Yanan yüreklere su serpip vicdanlarının sesini dinleselerdi keşke.” dedim.
Cevabı karşısında sustum kaldım:
“Bir Sinan’la bütün insanlığı katledenlerde vicdan olur mu?”
“Bu aralar Belçika’dayım.” diye başlamıştım yazıya. Artık hepimizi boğan kamplaştırıcı, ötekileştirici, hakaret ve kin dolu gündem yerine başka şeyler yazacaktım güya!
Sinan beni bırakmadı, ben de Sinan’ı..