44 yı önceydi… 1973’tü… Her birimiz Anadolu’nun dört bucağından okumak için kopup gelmiş gençlerdir. Ankara’daydık… Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin çeşitli bölümlerinde öğrenciydik. Kemalettin Kamu’nun Bingöl Çobanları şiirindeki;
“Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum,
Bu dağların eskiden aşinasıdır soyum.
Bekçileri gibiyiz, ebenced buraların,
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların..”
Dediği gibi, 1960ların henüz kendi şehrini görmeden köyünden çıkıp Almanya’ya işçi olarak götürülen saf Anadolu insanı gibi çoğumuz daha denizi bir yana koyun vilayetini bile görmeden kendisini Ankara’da buluvermiş on sekizinde gençlerdik.
İşte Ankara’da ya da İstanbul, İzmir gibi sayılı büyük şehirlerde olan üniversitelere okumak için gelip de barınabilmek için bir yurt bulabilmiş ya da bir öğrenci yurduna yerleşebilmiş o günün nasipli gençleri için artık yoklukları, garipliği, gurbeti, sevgiyi paylaşmak hayatın o nesle tanığı en büyük ayrıcalıktı.
Şu anda, kendi çocuklarımıza bile anlatabilmenin mümkün olmadığı o yılların yaşantılarının keşke belgeselleri çekilmiş olabilseydi, keşke romanları yazılabilmiş, keşke şiiri yazılabilmiş olsaydı o yılların duygularını aktarabilir miydi diyeceğim de yine de zannetmiyorum duygular aktarılabilsin. Bu insan yüreğindeki aşkı anlatabilmenin imkânsızlığı gibi bir şey. İstiklâl Marşı ve Çanakkale Şehitleri şiirinin yazabilen merhum Mehmet Akif’in;
“Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!..”
Dediği yerde, o yılların yüreklerde yaşanan ne korkusunu anlatabilmek mümkün ne de sevdasını… O duygular sadece yaşanırmış; hayat yaşatarak onu da öğretiyor bizlere. Mezuniyet sonrası aradan geçen kırk yılın sonunda bunu da öğretti hayat bize hem de yaşatarak.
O yılların sevdası da korkusu da ya da insanî olarak yaşanan bin bir türlü duygusu da maalesef insan yüreğinde kalıyor. Gün geliyor iki damla göz yaşı oluyor, yeri geliyor sanki aradan geçen yılların hasretliği telafi edilebilecekmiş gibi kemikler kırılacakmış hissi veren sarılmalar oluyor. Lâkin, dil susuyor, kalem yazmıyor…
Kırk yıl sonra 29 Temmuz 2017 günü Aydın Bey Camisindeyiz. Sevgili Gültekin Öztürk’ün cenazesindeyiz. Kırk yıl öncesi yaşanan kardeşliklerin, tarihin ve talihin getirilerini götürülerini yaşayan o dönemin on sekizlik delikanlılarının bugün atmışlık ak saçlılarının birbirinden saklamaya çalıştığı gözlerinden süzülen göz yaşlarının eşliğinde “Bir namazlık saltanatı olacak taht misali musalla taşında!..” gerçeğini yaşayıp, güzel Aydın’ımızın vatan toprağına emanet ediyoruz Antakya’nın yiğit delikanlısı Gültekin Öztürk kardeşimizi:
“Türklüğe adanmış elli yıl” başlıklı yazısında şunları ilan ediyordu dünyaya sevgili Gültekin Öztürk: “…İşte ben o gün bugün hayatımın tamamını Türk Ülkücülüğüne hizmet ile geçirdim…. Dile kolay elli yıl. Her türlü çileyi çektim ah demedim. Türlü hayınlıklar, hinlikler, cinliklerle karşılaştım yılmadım, yıkılmadım, davamdan bir adım bile geri adım atmadım…. Olumlu, olumsuz yaşadıklarımdan da şikâyetçi olmadım. Zira ne yaptıysam, ne yaşadıysam kendi hür irademle ve bilinçli olarak yaşadım….”
….. “Rindlerin Akşamını” dinlerken hayatımı seyre koyuldum:
“Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç;
Bu son faslıdır ey ömrüm nasıl geçersen geç!”
Evet değerli okurlarım, çok sevgili kardeşimiz Gültekin Öztük’e veda ederken bizler de zihnimizde aynı beste ile hayatımızı seyrediyorduk: İsmail Özçelik, İsmail Kandemir, Ayten Altaylı, Arslan Küçükyıldız, Feridun Yıldız, Ercan Çalışkan, Haluk Gökçe, Mehmet Yaprak, Ahmet Var, Nuray Sakallı Açıkgöz, Şenay Caner, Hatice Devrim, Ali Sabuncuoğlu, Şerif Kutludağ, Hüseyin Tilki, Mustafa Tanju Gözder…
Biz de bir söz vardı hani derler ya ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar… Bu sözün hilafına sevgili eşleri Ayten Gültekin ile sevgili kızı Ayça Gültekin’in ağlamaktan kuruyan göz yaşlarının hep tanığı oldu cenazeye katılan kalabalıklar… Son yıllarını hastane köşesinde geçiren Gültekin Öztürk kardeşimizi hatimlerle, dualarla yolculadıktan sonra ebedi yurduna biz de dünyalık yolculuğumuza döndük yeniden…
Mekanı Cennet olsun sevgili Gültekin Öztürk kardeşimizin…
Muhabbetle…