Prof. Dr. Vahit Türk
Prof. Dr. Vahit Türk

Milliyetçiliğimizin Kaynakları-102

featured

Sultan Murat’a Ne Oldu?

Enver Ziya Karal’ın Sultan Murat artık millet diye ifade edilmeye başlayan halkı seviyordu ve ona hizmet etmek de istiyordu dediği yeni sultanın çevresinde bulunanlar, yani devletin yüksek makamlarındaki kişiler, değişik anlayışlara sahiplerdi. Bu insanlar, bu dönemde yoğun biçimde tartışılmaya başlanan yönetim değişikliği yani meşrutiyetin benimsenmesi konusunda da aynı düşüncede değillerdi. Abdulaziz’in tahttan indirilmesinde çok etkili olan ve sonraki yıllarda Sultan Abdulaziz’in ölümünde ya da öldürülmesinde sorumlu görülen, daha sonra kendisi de öldürülen Hüseyin Avni Paşa, meşrutiyet değil ıslahat taraftarı, Sadrazam Mehmet Rüştü Paşa meşrutiyete karşı, Mithat Paşa ise meşrutiyet taraftarı idi. Halk ve aydınlar da bu üç kişiye göre bölünmüş durumdaydı. Sultan Murat’ın tahta geçtikten sonra yayınladığı Hatt-ı Hümayun, meşrutiyet yanlıları arasında hoşnutsuzluğa yol açtı. Çünkü bu metnin içeriğinde onların düşüncelerinin gerçekleşeceğiyle ilgili herhangi bir ipucu yoktu. Devletin üst makamlarında yaşanan gerilim basına da yansıyor ve tartışmalar sürüp gidiyordu. Zamanla Sultan Murat’ın padişahlık konusunda yetersiz olduğuyla ilgili bir düşünce yayıldı ve bu düşünce halk arasında da yerleşti.

Osmanlı Devleti’nde bir sultanın tahttan indirilmesi için ya küfür işlemesi ya da deli olması gerekli idi. Abdulaziz’in tahttan indirilmesinde küfür işlediğiyle ilgili bir kanıt bulunamamış, deli olduğu konusu ise doktor raporuyla değil “ulema fetvası” ile tespit edilmişti(!). Kaynaklar, oldukça hassas ve zayıf iradeli olan Sultan Murat’ın Sultan Abdulaziz’in ölümünden sonra dengeyi iyice yitirmeye başladığını kaydeder. 5. Murat’ın kısa süren saltanat günlerinde devlet, yukarıda adı geçen üç paşa tarafından, Hüseyin Avni Paşa’nın öldürülmesinden sonra ise diğer ikisi tarafından yönetildi. Padişahın hastalığının ilerlemesi ve tedavisinin de mümkün olmaması devlet işlerinin aksamasına yol açtı. Konuyla ilgili olarak Enver Ziya Karal’ın ilgi çekici kayıtları vardır. Buna göre sadrazam durumu görüşmek üzere İngiliz büyükelçisine gider ve o, böyle nazik bir mesele hakkında kendisinden bir şey beklenilmemesi, vatanın selameti ve mutluluğu için gerekli girişimlerin yapılması öğüdünde bulunur. Bir gün sonra ise veliaht Abdulhamit bir adamını İngiliz elçisine gönderip tahta çıktığında ülkeyi hürriyet esaslarına göre yöneteceğine dair teminat verir. Mithat Paşa da Abdulhamit ile bir görüşme gerçekleştirir ve sultan olması durumunda yayımlanacak olan Kanun-ı Esasi yani anayasa görüşülür ve Abdulhamit, Kanun-i Esasi konusunda Mithat Paşa’ya söz verir. Sonunda Osmanlı tarihinde bir ilk olmak üzere Sultan 5. Murat, deli olduğu gerekçesiyle 31 Ağustos 1876 tarihinde tahttan indirilir ve yerine Osmanlı tarihinin en çok tartışılan sultanlarından biri olan 2. Abdulhamit, otuz üç yıl oturacağı tahta çıkar.

Bu anlatılanlar devletin düştüğü aciz durumu göstermek bakımından oldukça önemlidir. Hem mevcut padişahın çevresindekilerin hem de tahta geçme ihtimali olan kişinin İngiliz elçisinden medet umması anlamına gelen görüşmeler, bağımsız bir devlet olma vasfının büyük ölçüde yitirildiğinin kanıtı ve göstergesidir. Artık o görkemli tarihten geriye bir şey kalmamış, yüzyıllar boyu süren gerileyiş çöküşe dönüşmüş, devleti yönetenler ve halk millî gururunu yitirmiş, hemen herkes günü kurtarma çabasıyla yaşar durumdadır. Her ne kadar devleti düştüğü çıkmazdan kurtarmak için çaba gösteren devlet adamları her zaman var olmuşsa da onların düşüncelerinin devlete egemen olması bir biçimde sürekli engellenmiş, çeşitli bahanelerle o insanlar hep devre dışı bırakılmıştır. Bir devletin ya da toplumun ayağa kalkması, birkaç kişinin çabasıyla zaten mümkün olmaz. Bunun gerçekleşmesi öncelikle etkin bir zihniyet değişikliği ve en azından önemli bir aydın kitlenin oluşmasına ve bu aydınların yoğun biçimde soruna sahip çıkıp mücadele etmelerine, daha doğru bir deyişle ciddi bedellerin ödenmesine bağlıdır. Aksi durumda bütün iyi niyetli çabalar yetersiz kalır ve istenilen sonuca ulaşılmaz. Esas olan, toplumun değişime açık ve onu benimseyecek duruma gelmesidir. Bu da son derece büyük bir çabayı ve emek vermeyi gerektirir. Zihniyet değişimi, hiçbir toplum için kolay olmaz ve çok uzun bir zamana gerek duyar. Kısa sürede ve yukarıdan aşağıya dayatılarak gerçekleşen değişimler, ne kadar toplum lehine olsa da kalıcı olması çok kolay olmaz. Ülkemizin yüzyıllardır yaşadıklarını bu bakış açısıyla değerlendirdiğimizde durum daha anlaşılır olacaktır.

Abdulaziz döneminde Osmanlı Devleti’nde 1344 kilometresi Rumeli’de, 329 kilometresi Anadolu’da olmak üzere 1673 km demiryolu yapılmış, 685 km demiryolunun yapımına başlanmış, bunların çok azı devlet tarafından, büyük bölümü ise yabancı şirketler tarafından yapılmış ya da yapılmaktadır. Saray ve hükümet örgütünde, hukukta ve eğitimde birtakım değişiklikler ve yenilikler de söz konusudur.

 

2. Abdulhamit Tahta Çıkınca

2. Abdulhamit, aslında çok da sevmediği ancak kamuoyundaki ve Avrupa devletleri yanındaki itibarından dolayı Mithat Paşa’yı sadrazamlığa getirdi. Mithat Paşa, hür düşünceli ve devletin eski gücüne kavuşmasının yolunun Avrupa’da oluşup gelişen, Avrupalıları dünyaya egemen kılan değerlerin kabul edilip uygulanmasından geçtiğini düşünen bir kişiydi. Kendisine gönderilen bir sultan fermanıyla ilgili olarak şu tespitlerde bulunmuştu: Osmanlı Devleti, Avrupa’nın büyük devletlerindendir, çağın gereklilikleri ve gelişmeleri dikkate alınarak onlarla aynı yolda yürümek ve uyum içinde yaşamak zorundadır. Bundan dolayı:

  • Meşveret, yani devletle ilgili kararlar alınırken tek kişinin karar vermesi yerine ortak akılla hüküm verilmesi kabul edilmelidir.
  • Sarayın içindeki ve dışındaki memurların sayısı azaltılmalı ve hanedanın masrafları kısılmalıdır.
  • Suçu kesinleşmemiş hiçbir memur yerinden atılmamalıdır.
  • Başıbozuk asker teşkilatı kaldırılmalıdır.
  • Köle ve cariye ticareti şeriata ve insanlığa aykırı bulunduğundan saraydaki köleler ve cariyeler azat edilmeli, dışarıdan esir getirilmemeli ve kişilerin elinde bulunan kölelerin de belirli bir süre içinde hürriyetlerine kavuşturulmalıdır.

Bu düşünceler sultan tarafından kabul edilmediği gibi Namık Kemal ile Ziya Paşa için verilen sözler de tutulmadı.

Aleyhte pek çok faaliyete ve kışkırtmaya, şeriata aykırı olduğu iddialarına rağmen Meclis-i Mebusan yani bir tür millet meclisi açılmış ve bir süre sonra da sultanın yetkilerini kısıtlayan ve insan hakları konusunda birtakım düzenlemeler getiren Kanun-ı Esasi kabul edilmişti. Yerinin sağlamlaştığını düşünen sultan, bir süre sonra Mithat Paşa’ya karşı açıktan cephe almaya ve meclisten gelen kararları kabul etmemeye başladı. Bunun üzerine Mithat Paşa sultana onu uyaran ve vicdan, millet ve yasa kavramlarını her şeyin üstünde tuttuğunu belirten bir mektup yazdı. 5 Şubat 1877 tarihinde saraya gitti, huzura kabul edilmeden sadrazamlıktan uzaklaştırıldı ve tutuklanıp sürgüne gönderildi. Mithat Paşa’nın sadrazamlığı 49 gün sürmüştü.

 

Neler Oldu?

2. Abdulhamit tahta çıktığında devlet, Sırbistan ve Karadağ ile savaş durumunda idi. Bu devletlerle savaş, aslında kendisini bütün Slavların hatta Osmanlı egemenliğindeki bütün Hristiyanların koruyucusu olarak konumlandırmış olan Rus Çarlığı ile savaş anlamına gelmekteydi. Nitekim cephede galip gelen ve Sırbistan’ı bütünüyle işgal edebilecek durumda olan Osmanlı, Rus ültimatomuyla bütün kazanımlarından vaz geçmek zorunda kalacaktı. Rus Çarlığının Balkanlarda gerektiğinden fazla güçlenmesini kendi yararlarına aykırı gören İngiltere duruma müdahil oldu ve Balkanlarda yaşanan bir sorun, bir dünya sorununa dönüştü. Sonunda büyük devletlerin temsilcilerinin katılımıyla İstanbul Konferansı toplandı ancak herhangi bir sonuç çıkmadı.

19 Nisan 1877’de Rus Çarlığı Türk devletine savaş ilan etti ve 93 Harbi adıyla ünlenecek olan savaş başlamış oldu. Savaş Türk devleti aleyhine sonlandı ancak Plevne’de Gazi Osman Paşa komutasında yazılan destan, Şıpka kahramanı Süleyman Paşa’nın direnişi bu savaşın bütün kötü sonuçlarına karşın hafızalara kazınan sahneler oldu. Bu savaşta Ruslar doğuda Kars ve Ardahan’ı ele geçirmiş, Balkanlarda ise Edirne’yi geçip İstanbul yakınlarına kadar gelmişlerdi. Diğer büyük devletler Rusların bu ilerleyişinden rahatsız oldular ve Türk devleti, dünya koşullarının izin verdiği kadar varlığını sürdürebilir durumda olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüz yüze geldi. Yapılan anlaşmaya göre Osmanlı Devleti bu savaş sonunda bazı vilayetleri Ruslara bırakmanın yanında büyük miktarda da savaş tazminatı ödemek zorunda kaldı. Ayrıca Balkanlardan İstanbul’a doğru yoğun bir göç başladı ve yüz binlerce insan yerini yurdunu terk etti. Bu göç, daha sonraki yıllarda yaşanacak olan büyük göçlerin de ilki olarak tarihe geçti. Türkler, yüzyıllardır yurt tuttukları topraklarda ayrılmaya, yurtlarını yuvalarını terk etmeye başladı ve bu göçler sırasında tarihin en korkunç faciaları, insanlık dışı olayları yaşandı. On dokuzuncu yüzyılın sonlarıyla bütün bir yirminci yüzyıl boyunca Balkan Türklüğünün yaşadığı büyük acılar, toplumumuz tarafından gerektiği gibi değerlendirilmemiştir. Merhum büyükelçilerimizden Bilal Şimşir konuyu enine boyuna araştırıp yayımladı ancak o büyük emek gereken karşılığı görmedi. Bu savaşın önemli sonuçlarından biri de Bulgaristan’ın bağımsızlık ve devlet olma yolunda önemli kazanımlar elde etmesi olmuştu.

Bu büyük savaştan sonra Rusya ile arada sükûnet sağlandı ancak büyük bozgunun artçıları devletin uzak vilayetlerinde ortaya çıkmakta gecikmedi ve 1881 yılında Tunus bütünüyle Fransa’nın egemenliğine girdi. Daha sonra sıra Mısır’a geldi ve yaklaşık bin yıldır Türk yönetiminde, 1517’den bu yana da Osmanlı Türk devletinin egemenliği altında yaşamış olan bu ülke, 1882 yılında hemen bütünüyle İngiltere’nin kontrolü altına girmişti, ancak 2. Abdulhamit’e rüşvet olarak Mısırlıların onun halifeliğini tanıyacakları verilmiş ve bu da onun için yeterli olmuştu.

Bugün siyasal İslamcı ve bilimin gerçekleriyle çok da ilgisi olmayan tarihçi görünümündeki birtakım kişiler, İttihat ve Terakki Cemiyetini kuranlara, Türkçülere ve Cumhuriyet’i kuran kadroya karşı 2. Abdülhamit’i çıkarmaya çalışmakta, onun zamanında devletin toprak kaybı yaşamadığı gibi tarihin gerçekleriyle ilgisi olmayan iddialar ileri sürmekte, pek çok yalan ve yanlışla tarihe mal olmuş kişileri kavga ettirmeye çabalamaktadır. Bütün ideolojiler, kendilerine ilah yaratmayı çok sever. Siyasal dinciler de bu durumu 2. Abdulhamit ile gerçekleştirmek istediler ve bu konuda da epey yol aldılar. Bugün ülkemizde onun kusursuz olduğuna inanan oldukça ciddi bir kitle oluştu ve bunlara hiçbir biçimde inandıklarının aksine bir sözü kabul ettirme imkânı yoktur. Çünkü onlar için mesele bir tarih konusu olmaktan çıkmış, bir iman meselesi durumunu kazanmıştır. Her kulun doğruları ve yanlışlarının olabileceği gerçeği, ideolojilerin ilahlaştırdığı kişiler için geçersiz olur. 2. Abdulhamit, bir insandır, eğitim alanında büyük hizmetleri olmuş ancak 33 yıllık iktidarı döneminde sıkı bir baskı rejimi kurmuş, onlardan yararlanma yolunu seçmek yerine pek çok aydını sürgüne göndermiş, kendi kontrolü dışında herhangi bir düşüncenin gelişmesine izin vermemeye çalışmış, bu durum ise büyük bir huzursuzluğa yol açmıştır. Kendi kurduğu eğitim kurumlarında yetişen ancak bir biçimde hem Avrupa’daki hem de Türk yurtlarındaki gelişmeleri izleyen, onlardan etkilenen aydınlar, dünyadaki gelişmelere de paralel olarak (Meşrutiyet, Rusya’da 1905’te, İran’da 1906’da ilan edildi) 23 Temmuz 1908 tarihinde 2. Meşrutiyet’i ilan etmiş ve gelişen birtakım olaylar üzerine 27 Nisan 1909’da yani Meşrutiyet’in ilanından aylar sonra onu tahttan indirmişlerdir. Bunu yapanlar, daha önce defalarca yaşanılan durumun gerçekleşmesine izin vermemişler ve 2. Abdulhamit, öldürülmemiş, Osmanlı Devleti’nin 34. padişahı 10 Şubat 1918 tarihinde eceliyle bu dünyaya veda etmiştir.

2, Abdülhamit dönemi, düşünce hareketlerinin gelişmesi, daha sonraki zamana etkileri ve eğitim kurumları bakımından tarihimizin son derece özel bir bölümünü oluşturur. O dönemde başlayan tartışmaların bir bölümü bugün bile sürmektedir. Bu dönemin en değerli yanı ise bugünümüzü borçlu olduğumuz bir altın kuşağın yetişmeye başlamasıdır.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!